Ermenilerin Ahtamar’daki Kutsal Haç Kilisesi’nde 1915’ten bu yana ilk kez ayin yapmalarına izin veren hükümet, hedeflediği amaca ulaştı mı bilemiyoruz. Kilisenin haçının ayin sırasında doğru yerinde olmaması nedeniyle diaspora Ermenilerinin katılımı, tahmin edildiği gibi az oldu.
Dış basında çıkan haberlerin çoğunda da zaten bu haç meselesine değinildi. Buna dayanarak Türklerle Ermeniler arasındaki ilişkilerin hâlâ hassas olduğuna işaret edildi. Ancak ayinin gerçekleşmiş olması yine de önemli bir gelişme olarak nitelendi.
Hükümetin, pazar günkü ayine izin vermesine karşın, haç konusunda gereken adımı atamamış olmasını, konuyla ilgili son yazımızda “yarı jest” diye nitelemiştik. Jest tam yapılabilseydi ve Ermenilerin dışarıdaki ruhani liderleri de ayine katılmış olsalardı sonuç kuşkusuz çok farklı olurdu.
Ancak, hükümetin hesabı ne olursa olsun, Ermenilerin 95 yıllık bir aradan sonra bu kutsal mekânlarında dua edebilmiş olmalarını hiçbir şekilde azımsayacak değiliz. Ağırlıklı bölümünün Türkiyeli Ermenilerle, Ermenistan’dan gelenlerin oluşturduğu söylenen o insanlar için bu ayinin ne denli derin ve karmaşık duygular yarattığını tahmin edebiliyoruz.
Sonuçta Ahtamar
Hafızası olanlar Yunanistan Başbakan Yardımcısı Teodoros Pangalos’un Cumartesi günü İzmir’de söylediklerini hayretle izlemişlerdir. Ülkemiz hakkında ağzından akan bal karşısında, “1996-1999 arasında Yunanistan dışişleri bakanı olan adam bu olamaz“ diye düşünmüşlerdir.
Dışişleri Bakanlığı sırasında Türkiye ve Türkler hakkında kullandığı ağır ifadeler nedeniyle medyamız tarafından “Dangalos” lakabına layık görülen Pangalos’tan gerçekten de inanılması zor sözler işitiyoruz. Geçmişte sarf ettiği ve hafızamıza kazınmış bir lafını hatırlatacak olursak ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.
O sırada Türkiye’ye karşı açıkça kin besleyen Pangalos, AB üyelik perspektifimize karşı çıktığı bir anda, “Avrupa’nın temiz halılarının Türk çizmelerinin kanlı ayak izleri ile kirletilmesine izin veremeyiz” diye konuşmuştu.
Suriye’den çıkarılan Abdullah Öcalan’ın Yunanistan’ın Nairobi büyükelçiliğinde “ağırlanması” olayının da başkahramanlarından olan Pangalos, o günlerdeki genel söylemi ve tavırlarıyla Simitis hükümetini zor durumda bırakmış ve sonunda işinden olmuştu.
Ancak bu gelişme siyasi hayatına son vermemiş, bugün de görüldüğü gibi kendisi sonunda Başbakan Yardımcısı olmuştur. Bu
Türk kamuoyunun eğilimlerini araştıran German Marshall Fund’un (Alman Marshall Fonu) bulguları bazı çevrelerde “çarpıcı” bulunmuş. Fakat Türkiye’de gözü açık yaşayanlar açısından ortada şaşırtıcı bir şey yok. Örneğin bu araştırmaya göre sorgulananların sadece yüzde 30’u Türkiye’nin Batı ile ortak değerler taşıdığını düşünüyormuş. Daha kapsamlı bir araştırma ile bu yüzde daha da düşük çıkabilir.
Sonuçta, “görünüm” itibariyle Batılı olsak bile, “dünya görüşü” açısından Doğulu düşünce kalıplarına ve davranış biçimlerine daha yatkın bir milletiz. Türkiye’de “Batı ile ortak değerler taşıma” kavramının da bu nedenle hiçbir zaman doğru dürüst anlaşıldığına inanmıyoruz.
Her zaman “laik ve çağdaş” bir Türkiye’yi hedeflediğini iddia eden eğitim sistemimizin de bu Batılı değerlerin toplum tarafından “içselleştirilmesi” için bugüne kadar çok çaba sarf ettiği de söylenemez. Bu nedenle de bizde “Batılı değerler” denince akla genelde Hıristiyanlık ile ilgili hususlar ve buna bağlı önyargılar ve vehimler gelir.
Oysa “evrensel medeniyet” anlayışının oluşumu açısından tarih boyunca bir yap-boz tahtası olan Avrupa’da bugün çağdaş evrensel değerleri yansıtan bir müktesebat mevcuttur. Bu da
Referandum zaferi Başbakan Erdoğan’ın uluslararası profilini daha da yükseltti. Bu yadsınamaz. Batı kendisini şimdi “ileri demokrasiye adım atıp Türkiye’yi AB’ye daha da yakınlaştıran lider” olarak alkışlıyor.
Referandum süreci de zaten Batı medyası tarafından daha çok bu açıdan izlenmişti. Hal böyle olunca, AB dışişleri bakanlarının Brüksel’de, üstelik referandumdan bir gün önce, toplanarak Türkiye ile ilişkileri değerlendirmeleri tesadüf olamaz.
Daha önce, Avrupa’da yaşanan olumsuz gelişmeler ışığında, Türkiye’nin AB perspektifinde bazı ayarlar yapılması gerekeceğini yazmıştık. AB tarafında da aynı ihtiyacın artan bir şekilde hissedildiği görülüyor.
Burada “özel bir ilişkiden” veya “AB üyeliğinden vazgeçilmesinden” söz etmiyoruz. Tam aksine gelişmeler, Türkiye-AB ilişkilerinin hem ekonomik, hem siyasi, hem de stratejik açıdan daha da derinleştirilmesi gerekeceğini gösteriyor.
Haberlere bakılacak olursa, Brüksel’deki toplantı sırasında Finlandiya Dışişleri Bakanı Alexander Stubb, “dünyadaki ilk beş en önemli ülke arasında olduğunu” söylediği Türkiye’nin bugün, AB’nin kendisinden veya münferit AB üyelerinden daha etkin olduğunu vurgulamış.
“(Türkiye) gerçekten de küresel
Bu yazı kaleme alındığında referandumun sonuçları kesin olarak belli değildi. Ancak alınan sonuçlar hükümetin anayasa değişikliği paketinin bazı tahminlerden çok daha fazla destek aldığını ortaya koyuyordu.
Bu referandum muhalefet tarafından hükümet için bir güven oylamasına çevrildiğine göre, AKP iktidarının bu açıdan söz konusu güvenoyunu aldığını demokrasinin bir gereği olarak teslim etmeliyiz. Türk seçmeninin kararına da bu çerçevede saygılı olmalıyız. Sonuçta ne “Türkiye’yi bölüyorlar” ne de “orduyu, yargıyı ele geçiriyorlar” argümanları caydırıcı oldu. Seçmenin ağırlıklı bölümü bu tür uyarılara aldırış etmeden hükümete “yoluna devam et” sinyali vermiş oldu.
Bu arada CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun oyunu kullanamamış olması ana muhalefet açısından konuya ayrı bir “trajikomik” boyut getirdi.
AKP iktidarının bu sonuçtan seçime dönük çok kuvvetli bir rüzgâr aldığı da ayrı bir gerçek. Bu sonucun dış dünyada da rahatlatıcı olacağı kesin. Son günlerde dış basında yazılanlara bakıldığında hem Batı’da hem de Doğu’da Erdoğan hükümetinin bu referandum nedeniyle zayıflayacağından endişe ediliyordu.
AB çevreleri de rahatlayacak
AKP’nin İran, Hamas ve İsrail konularındaki
Anayasa paketi için yapılacak referanduma olağanüstü uluslararası ilgi var. Bu sadece Batı açısından değil, Ortadoğu açısından da geçerli. Bunu son günlerde bizimle temasa geçen diplomatlarla yabancı gazetecilerin sayısından anlıyoruz. Bunlara Ankara’yı ziyaret eden Batılı parlamenterleri de ekleyebiliriz.
Herkes bu referandumun neyle ilgili olduğunu merak ediyor. Zira yürütülen sert kampanyalar sayesinde buradaki mücadelenin sadece bir anayasa değişikliği ile ilgili olmadığını görüyorlar.
Batılılar aslında anayasa değişiklik paketine yalın bir şekilde baktıklarında bunda bir sakınca görmüyorlar. AB Komisyonu’nun da paketi onayladığını anımsatıyorlar. Ancak ayrıntıya girildiğinde bazı şeyleri tekrar düşünmek zorunda kalıyorlar.
Kısa bir süre önce bir grup Danimarkalı milletvekili ile buluştuk. Muhalefetin yüksek yargıya ilişkin maddeler konusundaki endişeleri anlatılınca bunları haklı buldular.
Danimarka’da yüksek yargının Kraliçe tarafından atandığını ve hükümetle parlamentonun yargı sürecini etkileme çabalarına karşı kesin olarak korunduğunu vurguladılar.
Aksi takdirde yasamada, hükümetlerin siyasi ve ideolojik eğilimlerine göre “öznel durumların” ortaya çıkacağını
Van’ın tarihi Akdamar -veya Ermeni telaffuzuyla Ahtamar- kilisesinde neredeyse bir asırdan sonra Türk makamları tarafından yapılmasına izin verilen ayin, beklenmedik bir gelişme olmazsa, 19 Eylül Pazar günü gerçekleşecek. Fakat bu ayinin hükümet tarafından arzulanan sonucu vermesi daha şimdiden zor görünüyor.
Her şeyden önce Ermeni Apostolik Kilisesi’nin başı Katolikos Garegin II, ayine temsilci göndermekten vazgeçtiğini cumartesi günü açıkladı. Oysa daha önce bu ayine izin verilmesini, “yetersiz ama olumlu bir adım” olarak değerlendirip, Akdamar’a temsilci göndereceğini duyurmuştu.
Garegin II, kararından vazgeçmesine gerekçe olarak Akdamar kilisesinin tepesinde olması gereken haç için izin çıkmamış olmasını gösterdi. Bu konuda hükümet ile Ermeni cemaati arasında nasıl bir diyalog geçtiğini bilmiyoruz tabii ancak ortada gene de bir garip durum var.
M.S. 915 yılından bu yana Van Gölü’nde bulunan bu kilise Ermeniler için en kutsal mekânlardan biridir. Gerçek adı da “Kutsal Haç Kilisesi”dir. Hal böyle olunca, ayini “tamamlayacak” ve böylece Ermenilere yapılan “jesti” gerçekten anlamlı kılacak bir adıma izin verilmemesi elbette ki dikkat çekiyor.
Dahası, bu durum Ermenistan’da
Türk-Amerikan ilişkilerinde ciddi sarsıntıların yaşandığı ortada. Hükümet yetkilileri ve diplomatlar işlerin normal seyrinde ilerlediğini söyleseler de bunun böyle olmadığını gösteren işaretler artıyor.
Daha önce yazmıştık. Sorun yönetimden çok İran ve İsrail yüzünden sırtını Türkiye’ye çevirmeye başlayan ABD Kongresi ile yaşanıyor. Ancak, ABD’de esen havayı anlamak için yönetime değil Kongre’ye bakmak gerekiyor. Hiç bir ABD yönetimi de Kongre’de olup biteni göz ardı edemez.
Bu çerçevede, diplomatik çevrelerde, Washington’un Türkiye ile ilişkilerinde bazı revizyonlara gitmekte olduğuna dair söylentiler artıyor. Bunun bir ipucunu ABD Genel Kurmay Başkanı Oramiral Michael Mullen’ın Ankara ziyaretinde de gördük.
Türkiye’nin ABD için temsil ettiği söylenen büyük öneme binaen, Mullen’ın, Amerikan muharip güçlerinin Irak’tan çekilmesi çerçevesinde, Ankara’ya büyük çaplı bir yardım talebiyle geleceği varsayılıyordu.
Ancak, Mullen, Ankara’daki basın toplantısında bu haberleri yalanladı. Yalanladığı haberlerin başındaysa, ABD ordusunun ağır tanklarla toplarını Türkiye üzerinden çekmek istediği iddiası geliyordu. Mullen bu konuda şunları söyledi:
“Geçen yıl içinde 100 bin askeri,