Türkiye’nin füze kalkanı ile sınavı

16 Ekim 2010

Yoğun iç gündeme rağmen Türkiye’nin başını çok ağrıtacağa benzeyen füze kalkanı konusuna nihayet ayıracak zamanı bulduk. Bu proje Ankara ile ABD arasında ideolojik bir hal almaya başlayan görüş farklılıklarını tekrar ortaya çıkarma potansiyeline de sahip.
Konunun 19-20 Kasım’da Lizbon’da yapılacak olan ve ittifakın önümüzdeki 10 yıllık “savunma konsepti”nin kararlaştırılacağı NATO zirvesinin de ana gündem maddelerinden biri olacağı artık belli oldu. Türkiye’nin o zamana kadar, Batılı müttefiklerinde var olan “eksen kayması” endişelerini daha da körüklememek için çaba sarf etmesi gerekeceği aşikâr.
İşin özündeki sorunu anlamak aslında zor değil. Bu nedenle meseleyi teknik ayrıntılara boğmaya gerek yok. Ankara, füze kalkanının İran’a karşı olmasını istemiyor. NATO belgelerinde İran’dan söz edilmesine de karşı. “NATO’nun kendisine yeni düşmanlar yaratmaması gerektiğini” savunuyor.
Ankara’ya göre füze kalkanının misyonu, “kolektif savunma anlayışı” çerçevesinde ve ülke ismi verilmeden genel olarak tanımlanması gerekiyor. ABD adına yapılan açıklamalar ise, isim verilse de verilmese de bu projenin ilk etapta, nükleer silah peşinde olduğu varsayılan İran’ı hedeflediğini açıkça

Yazının Devamı

ABD ile ilişkilerde tren kazası olasılığı

13 Ekim 2010

Türk-ABD ilişkilerinin gergin bir dönemden geçtiği sır değil. Bu ilişkilerin düzelmeden önce daha da gerilmesi olasılığının yüksek olduğu belirtiliyor. ABD’li diplomatlar ve gazetecilerle yaptığımız sohbetlerin yanı sıra, Washington’da çalışan ve Türk-Amerikan ilişkilerine kafa yoran araştırmacılardan aldığımız mesajlar bunu gösteriyor.
Esas sorun tabii ki ABD Kongresi’nde. Oradaki havanın ciddi şekilde Türkiye aleyhinde esmeye devam ettiği belirtiliyor. Bu havanın dağılmasının ise üç konuda ilerlemeye bağlı olduğu söyleniyor.
Bunlar Türkiye ile İsrail ilişkilerinin düzelme rayına girmesi, Türkiye’nin İran konusunda NATO müttefiklerine daha yakın pozisyon alması ve Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan Zürich Protokolleri’nin hayata geçirilmesi için Ankara’nın çaba sarf etmesi olarak sıralanıyor.
Bu listeye bakıldığında, Ankara ile Washington arasındaki soğukluğun yakın zamanda giderilmesi asçısından ortamın çok parlak olmadığı görülüyor. Her şeyden önce İsrail meselesine bakarsak Türkiye, anlaşılır bir şekilde, İsrailli askerler tarafından Mavi Marmara baskınında öldürülen Türkler için İsrail’den hâlâ özür ve tazminat bekliyor.
Beklemenin ötesinde bu Türkiye açısından bir

Yazının Devamı

Devlerle dans dikkat ister

11 Ekim 2010

Başbakan Erdoğan’ın Türkiye hakkındaki kararını artık vermesi için AB’ye yaptığı çağrı Batılı diplomatik çevrelerde not edildi. Bu çıkış, Türkiye’nin özellikle AB’ye, genellikle de Batı’ya karşı duyduğu hayal kırıklığı ile kızgınlık karışımı hislerin bir yansıması olarak algılandı. Bu varsayımda kuşkusuz bir doğruluk payı da var.
Hal böyle iken Çin Başbakanı Ven Ciabao’nun hafta içinde Türkiye’ye yaptığı ziyaretin hükumeti memnun etmesi doğal sayılmalı. Başbakan Erdoğan’ın AB’ye dönük sözleri ışığında, Ankara’nın bu ziyaretle Batı’ya “Türkiye alternatifsiz değil” mesajını verdiği aşikar.
Ciabao’nun ziyareti çerçevesinde ticaret hacminin 17 milyar dolardan 50 milyar dolara çıkarılması ve alışverişin de TL ve Çin para birimi olan Yuan üzerinden yapılmasının kararlaştırılması da bu açıdan önemliydi.
Ancak burada uluslararası ilişkilerin iki temel kuralını anımsamakta da yarar var.
İlki, her devlet önce kendi çıkarını kollar. İkincisi ise bu ilişkilerde duygusallığa yer yoktur. Çin de her devlet gibi önce kendi çıkarını kolluyor.
Unutmamak lazım ki Ciabao Türkiye ziyaretinden önce, bir haftalık Avrupa turu çerçevesinde, Yunanistan’daydı ve oradayken de önemli anlaşmalar

Yazının Devamı

Polonya’dan değişen eksen tartışmasına farklı bakış

9 Ekim 2010

Türkiye’yi ziyaret eden Polonya Dışişleri Bakanı Radek Sikorski’nın hafta içinde Ankara’da temaslarda bulunduğu sıralarda, biz de Polonyalı yetkililer, politikacılar ve düşünce kuruluşu temsilcileriyle Varşova’da Türkiye’nin üyelik perspektifi üzerine görüşmeler yapıyorduk.
Polonya 2011 yılının ikinci yarısında birliğin dönem başkanlığını üstleneceği için, muhataplarımızın söyledikleri önemliydi. Konuştuğumuz hemen hemen herkesin, Türkiye’nin AB’ye üyeliğine bir “lütuf” olarak değil, bir “ekonomik, siyasi ve stratejik zorunluluk” olarak baktıklarını gördük.
Polonya’nın temel yaklaşımı aslında Türkiye’nin üyeliğini destekleyen ülkelerden farklı değil. “AB’ye üye olarak çok yarar sağladık, onun için başkalarının bu olanaktan yararlanmalarını engellemek doğru olmaz” diyorlar.
Konuştuğumuz kişilerin, giderek güçlenerek küresel oyuncu haline gelen Türkiye’yi dışarıda bırakan bir AB’nin etkin bir uluslararası oyuncu olamayacağını sık sık vurgulamaları da dikkat çekiciydi.
Polonya aynı zamanda Avrupa’nın “Atlantik Bağı”na, yani ABD ile ilişkilerine de hayati önem atfediyor. Bu nedenle Türkiye’nin NATO üyeliğini çok önemsiyor. Türkiye’nin NATO’dan ayrılmasının “Avrupa için felaket

Yazının Devamı

Ankara’nın hiç bitmeyen sevdası

6 Ekim 2010

Suriye Devlet Başkanı Beşir El Esad’ın yaz başında, İsrail ile ilişkilerini kesmesi halinde Türkiye’nin Ortadoğu sürecinde kendisine yer bulmasının zor olabileceğine dair uyarısını bu sütunda ele almamızın hükümet kanadında yarattığı hoşnutsuzluğu biliyoruz. Zira Suriye’nin, Türkiye’yi İsrail ile arasında tek arabulucu olarak görmesi AKP iktidarı açısından adeta bir onur meselesine dönüştü.
Biz Esad’ın o sözlerini hem AFP ajansından, hem de -farklı ifadelerle de olsa- Suriye’nin resmi ajansı SANA’nın İngilizce bülteninden almıştık. Buna karşın, Ankara’nın Şam nezdinde yaptığı girişimler sonucunda, Esad’ın bir grup Türk gazeteciyi Suriye’ye davet ederek “Türkiye bizim için hâlâ tek arabulucudur demesi” hükümeti rahatlatmıştı.
Burada “Esad şunu dedi, bunu demedi” polemiğine girmek niyetinde değiliz. Ancak Suriye resmi ajansı tarafından bile Esad’a atfedilen ve AKP iktidarını kızdıran sözlere nesnel olarak baktığımızda, bunlarda bir gerçeklik payı olduğu aşikâr.
Zira Türkiye Esad için hâlâ İsrail ile müzakerelerde “tek arabulucu” olabilir ancak, Ankara’nın İsrail ile mevcut ilişkileri düşünüldüğünde, bu arabuluculuğun ne zaman ve nasıl hayata geçirilebileceği büyük bir muamma

Yazının Devamı

İsrail’de yoğun Türkiye aleyhtarı Propaganda

4 Ekim 2010

Son yazımızda Türk-İsrail ilişkilerinin Türk-ABD ilişkileri üzerindeki etkisini ele aldık. Bu yazımızda da ABD’deki Yahudi lobisinin bu çerçevedeki rolüne bakacağız.
Bunun için de İsrail’de İngilizce olarak yayımlanan ancak hedef kitlesi Yahudi kökenli ABD vatandaşları olan “Jerusalem Post” gazetesindeki bir “sözde” yorum-analizi ele alacağız.
“Sözde” diyoruz çünkü parçanın yazarı “Azar Azadi” diye biri gösterilirken, yazının altında “Yazar kimliğini gizlemek için asıl adını kullanmamıştır” deniyor. Özetle bu yazı İsrail gizli örgütü Mossad tarafından kendisine zaten yakın duran bu gazeteye yerleştirilmiş olabilir. Bu iddiamız ise yazı içinde kaynak gösterilmeden ortaya atılan iddialardan daha az geçerli değildir.
Yazı, referandum sonrasında Avrupa tarafından alkışlanan Türkiye’nin AB perspektifinin, Suudi Arabistan ve İran gibi köktendinci rejimlerin de işine geldiğini savunuyor. “Türkiye İslam dünyası ve Batı arasında köprüdür” argümanı da yazıda olumsuz bir açıdan ele alınıyor.
“Türkiye: Avrupa’nın değişim aracı” başlıklı uzunca yazıda asıl ilgiyi çeken ise AKP hakkında ortaya atılan iddialardır. Bu yazının Cumhurbaşkanı Gül’ün New York’ta İsrail Cumhurbaşkanı Peres

Yazının Devamı

Türk-ABD ilişkisindeki İsrail faktörü

2 Ekim 2010

Üyeleri BM Genel Kurulu tarafından seçilen 47 üyeli İnsan Hakları Konseyi’nin, İsrail’i ağır ifadelerle suçlayan Mavi Marmara raporunun 30 üye tarafından kabul edilmesi Ankara açısından bir moral zaferdir.
Bir yaptırım gücü olmamasına karşın Konsey’den çıkan bu sonuç, herhangi bir mahkemede, Türkiye’nin veya bu konuda mahkemeye gidecek olan şahısların davasını takviye edecek bir unsur olacaktır, tabii mesele uluslararası bir mahkemeye intikal edebilirse.
Ancak konuya Türkiye’nin “reel politikası” açısından baktığımızda İnsan Hakları Konseyi’ndeki oylamadan çıkan esas önemli sonucun, 30 üyenin bu raporu kabul etmiş olması değildir. ABD’nin karşı oy kullanmış ve Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri İngiltere ve Fransa’nın da aralarında bulunduğu önemli AB üyelerinin rapor konusunda çekimser kalmalarıdır.
Ankara’da zaten -aslında önceden tahmin edilebileceği içi pek de şaşırtıcı olmayan- bu sonuç hakkında duyduğu hayal kırıklığını gizlemedi. Ankara’nın bu açıdan hoşnutsuz olmasının başlıca nedeni, kuşkusuz, İnsan Hakları Konseyi’nde cereyan edenlerin, BM Genel Sekreteri tarafından Mavi Marmara olayını soruşturmak için kurulan Palmer Paneli açısından bir “prova” olmasından

Yazının Devamı

Ortadoğu’yu tribünden izliyoruz

26 Eylül 2010

Ortadoğu’da Türkiye’yi de yakından ilgilendiren ilginç gelişmeler yaşanıyor. Washington önümüzdeki birkaç yıl zarfında Suudi Arabistan’a 60 milyar dolar tutarında silah satılacağını açıkladı. Paketin daha Kongre’den geçmesi gerekiyor, ama Amerikan basınına bakılacak olursa bu açıdan sorun beklenmiyor.
ABD için bugüne kadar en büyük silah satışını temsil eden bu paketin içinde F-15 savaş jetleri, Apache saldırı helikopterleri ve füze savunma sistemleri gibi ileri teknoloji ile donatılmış çok yetenekli silahların olduğu belirtiliyor.
Askeri ve sivil gözlemciler Suudi Arabistan’ın bu sistemleri İran’a karşı savunma amacıyla aldığını belirtiyorlar. “Suudi Arabistan, İran’dan gelen ciddi bir tehdit hissetmeseydi bu kadar parayı harcamazdı” diyorlar.
Türkiye’den pek görülmüyor bu ama İran’ın Ortadoğu’da her taşın altından bir şekilde çıkıyor olması, sadece Suudi Arabistan’da değil, bölge genelinde endişe ve huzursuzluk yaratıyor. Özetle, Tahran rejimi, sadece Washington’da değil, kendi bölgesinde de istikrarı tehdit eden bir unsur olarak görülüyor.
Bu bağlamdaki diğer ilginç gelişme ise, İsrail’in ABD tarafından Suudi Arabistan’a yapılacak bu rekor düzeydeki silah satışı

Yazının Devamı