Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Van’ın tarihi Akdamar -veya Ermeni telaffuzuyla Ahtamar- kilisesinde neredeyse bir asırdan sonra Türk makamları tarafından yapılmasına izin verilen ayin, beklenmedik bir gelişme olmazsa, 19 Eylül Pazar günü gerçekleşecek. Fakat bu ayinin hükümet tarafından arzulanan sonucu vermesi daha şimdiden zor görünüyor.
Her şeyden önce Ermeni Apostolik Kilisesi’nin başı Katolikos Garegin II, ayine temsilci göndermekten vazgeçtiğini cumartesi günü açıkladı. Oysa daha önce bu ayine izin verilmesini, “yetersiz ama olumlu bir adım” olarak değerlendirip, Akdamar’a temsilci göndereceğini duyurmuştu.
Garegin II, kararından vazgeçmesine gerekçe olarak Akdamar kilisesinin tepesinde olması gereken haç için izin çıkmamış olmasını gösterdi. Bu konuda hükümet ile Ermeni cemaati arasında nasıl bir diyalog geçtiğini bilmiyoruz tabii ancak ortada gene de bir garip durum var.
M.S. 915 yılından bu yana Van Gölü’nde bulunan bu kilise Ermeniler için en kutsal mekânlardan biridir. Gerçek adı da “Kutsal Haç Kilisesi”dir. Hal böyle olunca, ayini “tamamlayacak” ve böylece Ermenilere yapılan “jesti” gerçekten anlamlı kılacak bir adıma izin verilmemesi elbette ki dikkat çekiyor.
Dahası, bu durum Ermenistan’da bu ayine karşı yürütülen kampanyayı da haklı çıkaracak bir nitelik taşıyor. Zira başta aşırı milliyetçi Taşnaklar olmak üzere, Van’a gidilmemesini isteyenler bu ayini bir “propaganda egzersizi” olarak görüyorlar. Türkiye’nin bu yoldan, soykırım meselesi yüzünden üzerinde hissettiği uluslararası baskıları azaltmaya çalıştığını savunuyorlar.
Bu çevrelerin, Türkiye’nin başlatmasına rağmen sonunu getiremeden askıya almak zorunda kaldığı Türk-Ermeni protokolleri meselesine bakışları da aynı tabii. Ankara’nın o işe de sadece ABD Başkanı Obama’nın “soykırım” kelimesini telaffuz etmesini engellemek için giriştiğini belirtiyorlar ki buna inanan Batılı diplomatların sayısı da az değil.
Katolikos Garegin II’nin açıklamasından sonra Van’a kaç kişinin gideceğini göreceğiz elbette. Ancak, Ermenilerin en önemli ruhani liderinin bu kararının hiç de etki yaratmamış olması mümkün değil. Bu arada, Ermenistan ile Ermeni diasporasındaki şiddetli muhalefeti hesaba katan birçok Ermeni, “Türk propagandasına alet olmamak için” kuşkusuz Akdamar’daki ayine katılma konusunda iki kez düşünecektir.
Öte yandan burada hükümet açısından bir sorun daha var. Sümela Manastırı’nda kısa bir süre önce yapılmasına izin verilen ve Fener Rum Patriği Bartholomeos’un bizzat yönettiği ayinin Türkiye açısından bir hoşgörü görüntüsü sağladığı yadsınamaz. Ancak bu görüntü dışarıda Türkiye’deki Ortodoks Rum Kilisesi’nin akıbetinin sorgulanmasına da neden oldu.
Ayinden sonra CNN International’da yayınlanan ve Türkiye’nin engellemeleri nedeniyle Bartholomeos’un “son Patrik” olabileceği temasını işleyen belgesel bunun somut bir örneğidir. Başka bir deyişle, Sümela Manastırı’ndaki bu ayine “propaganda amaçlı” olarak izin verildiyse asıl amacın hasıl olmadığı söylenebilir.
Aksine, Patrik Bartholomeos’un “Ekümenik kimliğine” işaret edilmesine vesile oldu ki, Ankara’da resmi tüyleri diken diken eden bir şey varsa o da bu “Ekümenik” kelimesidir. Ankara, Akdamar’daki ayinden sonra benzeri, hatta “Haç krizi” nedeniyle, daha da ciddi bir durumla karşı karşıya kalabilir.
Oysa hükümet bu işi doğru planlanıp Akdamar’dan, “kontrollü” değil de, gerçek bir hoşgörü görüntüsünün yansımasını sağlayabilseydi durum farklı olabilirdi. Fakat “jest yapayım” derken en fazla “yarım jest” yapabildi.
İstanbul’daki Ermeni Patrikliği’nde bekleyen “Kutsal Haç Kilisesi”nin “Haçı” da, doğru yerini bulmak için Türkiye’de hoşgörünün suretinin değil, kendisinin yaşandığı günü beklemek üzere yine ellerde kaldı.
Hükümetin “jestini” yarım bırakmaması için hâlâ zaman var tabii. Fakat şu da bilinmeli. O haç bir kez yerine konuldu mu tekrar indirmek zor olacak. İndirilirse de bunun “olumsuz propaganda” açısından maliyeti yüksek olacak. Özetle, altından kalkılamıyorsa, bu işlere hiç girişmemek daha iyi.