Anayasa paketi için yapılacak referanduma olağanüstü uluslararası ilgi var. Bu sadece Batı açısından değil, Ortadoğu açısından da geçerli. Bunu son günlerde bizimle temasa geçen diplomatlarla yabancı gazetecilerin sayısından anlıyoruz. Bunlara Ankara’yı ziyaret eden Batılı parlamenterleri de ekleyebiliriz.
Herkes bu referandumun neyle ilgili olduğunu merak ediyor. Zira yürütülen sert kampanyalar sayesinde buradaki mücadelenin sadece bir anayasa değişikliği ile ilgili olmadığını görüyorlar.
Batılılar aslında anayasa değişiklik paketine yalın bir şekilde baktıklarında bunda bir sakınca görmüyorlar. AB Komisyonu’nun da paketi onayladığını anımsatıyorlar. Ancak ayrıntıya girildiğinde bazı şeyleri tekrar düşünmek zorunda kalıyorlar.
Kısa bir süre önce bir grup Danimarkalı milletvekili ile buluştuk. Muhalefetin yüksek yargıya ilişkin maddeler konusundaki endişeleri anlatılınca bunları haklı buldular.
Danimarka’da yüksek yargının Kraliçe tarafından atandığını ve hükümetle parlamentonun yargı sürecini etkileme çabalarına karşı kesin olarak korunduğunu vurguladılar.
Aksi takdirde yasamada, hükümetlerin siyasi ve ideolojik eğilimlerine göre “öznel durumların” ortaya çıkacağını söylediler. Özetle, yazarımız eski AİHM yargıcı Rıza Türmen’in günlerdir vurgulamaya çalıştığı hususları bize sıralamaya başladılar.
Söz konusu milletvekillerinin dikkatini çeken bir diğer husus ise fikir özgürlüğü ile ilgiliydi. Danimarkalıların bu konuya atfettikleri önem biliniyor. Konuştuğumuz milletvekilleri, bu anayasa paketiyle fikir özgürlüğünün de anayasal güvence altına aldığını sanıyorlarmış.
Durumun hiç de öyle olmadığını, hatta Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın verilerine göre şu anda bile 48 gazetecinin cezaevinde olduğunu duyduklarında şaşırdılar. Başta YouTube olmak üzere, yüzlerce internet sitesinin keyfi bir şekilde yasaklandığını, bu yasakçı zihniyetin bugün de sürdüğünü duyduklarındaysa daha da şaşırdılar.
Kendilerine hükümetin bu anayasa değişikliği paketinde siyasi dokunulmazlıklar veya yüzde 10’luk seçim barajı gibi, “ileri demokrasilere” yakışmayan konularda herhangi bir adım atmadığı da anlatılınca, kafaları iyice karıştı.
Bir milletvekili “peki bunu niçin yapmadılar” diye sorunca, biz daha yanıt veremeden araya giren bir diğer Danimarkalı milletvekili, “herhalde işlerine gelmedi” diyerek malumu ilan etmiş oldu.
Aslında burada Avrupalı politikacılar açısından uzun zamandır görülen bir durum söz konusu. Aynısını AB yetkililerinde de görmek mümkün. Bugüne kadar AKP’yi Türkiye’nin tek “reformist gücü” olarak gördüler. CHP’nin bu açından suçu büyük tabii.
Onun için hükümete dönük “pozitif ayrımcılık” eğilimleri hep ağır bastı. Bu da bazı şeyleri olduğu gibi görmelerini engelledi. Bir önceki hükümet zamanında yapılan önemli anayasal reformları da bu nedenle görmezlikten geldiler. Ancak işin ayrıntısına girildiğinde her şeyin sanıldığı kadar basit olmadığı daha iyi anlaşılmaya başlandı.
Batı basınında son günlerde çıkan yorumlardan da görüleceği gibi, yarın yapılacak referandumun bu aşamada Başbakan Erdoğan için bir “güvenoyuna” dönüştüğü artık biliniyor. Konuya da daha çok bu açıdan bakılıyor.
Ortadoğu medyası ise konuya zaten başından beri böyle bakıyor. Bu referandumun, Arap dünyasının yeni “kahramanı” olan Erdoğan’ın akıbeti ile ilgili olduğu düşünülüyor. Bu arada hükümetin bu paket ile Kürtlere ne sağlayacağı sorusu da üzerinde en çok durulan ikinci konu. Paketin maddeleri üzerindeyse fazla durulmuyor.
Başka bir deyişle bu referandum hem Batı’da, hem de Doğu’da, anayasa paketinin kendisinden ziyade, Türkiye’deki “post modern iç savaş” ile ilgili bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. Ancak, paket kabul edilse bile, bunun Türkiye’deki kavgayı bitirmesi beklenmiyor.
Aksine, mevcut siyasi gerginliğe bakıldığında ve genel seçimlerin ufukta görüldüğü hatırlandığında, bu kavganın önümüzdeki aylarda daha da kızışacağı tahmin ediliyor. Çok da hatalı bir tahmine benzemiyor.