Türk-Amerikan ilişkilerinde ciddi sarsıntıların yaşandığı ortada. Hükümet yetkilileri ve diplomatlar işlerin normal seyrinde ilerlediğini söyleseler de bunun böyle olmadığını gösteren işaretler artıyor.
Daha önce yazmıştık. Sorun yönetimden çok İran ve İsrail yüzünden sırtını Türkiye’ye çevirmeye başlayan ABD Kongresi ile yaşanıyor. Ancak, ABD’de esen havayı anlamak için yönetime değil Kongre’ye bakmak gerekiyor. Hiç bir ABD yönetimi de Kongre’de olup biteni göz ardı edemez.
Bu çerçevede, diplomatik çevrelerde, Washington’un Türkiye ile ilişkilerinde bazı revizyonlara gitmekte olduğuna dair söylentiler artıyor. Bunun bir ipucunu ABD Genel Kurmay Başkanı Oramiral Michael Mullen’ın Ankara ziyaretinde de gördük.
Türkiye’nin ABD için temsil ettiği söylenen büyük öneme binaen, Mullen’ın, Amerikan muharip güçlerinin Irak’tan çekilmesi çerçevesinde, Ankara’ya büyük çaplı bir yardım talebiyle geleceği varsayılıyordu.
Ancak, Mullen, Ankara’daki basın toplantısında bu haberleri yalanladı. Yalanladığı haberlerin başındaysa, ABD ordusunun ağır tanklarla toplarını Türkiye üzerinden çekmek istediği iddiası geliyordu. Mullen bu konuda şunları söyledi:
“Geçen yıl içinde 100 bin askeri, 38 bin ağır teçhizat ve 2 milyon üstündeki ekipmanı hiçbir sıkıntı yaşanmadan sağlam iletişim yollarını kullanarak geri çekmeyi başardık. Bunların hiçbir tanesi Türkiye üzerinden geçmedi.”
Özetle, Mullen, “sağlam iletişim yollarına” işaret edip çarpıcı rakamlar vererek, “bu işi siz olmadan başardık” demeye getirdi. Bu sözler bir yerde “gelecekte de size ihtiyaç duymayacağız” anlamına geliyordu tabii.
Mullen, ABD ordusuna bağlı ekiplerle teknik malzeme için Türkiye’nin altyapısını kullandıklarını da açıkladı. Burada kuşkusuz ilk etapta İncirlik’ten söz ediliyor. Fakat bu bilinen bir husus, onun için bu sözler yeni bir şey getirmedi.
Oysa, bizde bazı yetkililerle siyasiler, ağır teçhizatın Türkiye üzerinden çekilmesinin, ilişkilerin kritik bir anında, ABD için devam eden “hayati önemimizi” sergileyeceğini umuyorlardı.
Muhalefette bazıları ise daha ilk anda, “Bu öyle olmaz, TBMM’den tezkere gerekir” çıkışıyla, iç siyasette yeni bir koz yakaladıklarına inandıklarını gösteren tavırlar sergilemişti.
Washington’un nabzını tutan bazı tanıdıklardan aldığımız mesajlar, Türkiye’nin ABD’li planlamacıların gözünde yavaş yavaş “ikinci sınıf müttefik” sınıfına itilmekte olduğunu çağrıştırıyor.
Bu ne kadar doğru bilemeyiz, ama Anadolu Kartalı Tatbikatı konusundaki gelişmeler bile ilişkilerdeki durumun pek de normal olmadığını gösteriyor. Bu arada Mullen’ın basın toplantısındaki sözleri, Ankara’nın Afganistan ve “füze kalkanı” konularıyla da sınanacağına işaret ediyor.
Başkan Obama’nın Başbakan Erdoğan’a “Kongre’de istediklerinizi gerçekleştirmemiz zorlaşıyor” mesajı verdiğine dair haberler de bu açıdan düşündürücü tabii. Özetle, ABD’de “Türkiye’yi kim kaybetti?” tartışması sürerken, Türkiye’de de sanki “ABD’yi kim kaybetti” tartışması başlayacakmış gibi görünüyor.
“ABD’yi kaybetmek,” dünyaya bakış açınız ve ideolojik eğilimlerinize göre elbette ki iyi de olabilir, kötü de. “Amerika’sız hayat” Türkiye’de geniş bir siyasi ve ideolojik yelpazede yer alan bir çok kişinin kulağına hoş geliyordur. Sonuçta ABD’den en çok nefret eden ülkelerin başındayız.
Fakat dünyadaki geçerli dengelerle baş etmek zorunda olan askeri ve sivil planlamacılarımızın kendilerini idealist ruha veya güdüsel vehimlere kaptırma lüksleri yok. Yarım asırdan fazla bir zamandır belli bir işbirliği mantığı üzerinde gelişen Türk-ABD ilişkilerinde doğacak boşlukların nasıl doldurulacağı da ciddi bir sorudur.
Özetle, ABD ile içine girilen yolun Türkiye için iyi olduğuna inanılıyorsa, o zaman bu minvalde seyretmeye devam edilmeli ve global çıkarlarımız açısından ona göre yeni dayanaklar bulunmalı. Fakat gelişen bu durumun Türkiye’nin aleyhine olduğu düşünülüyorsa, ki biz öyle düşünüyoruz, o zaman bunun önüne geçilmesi için gerekenler bir an evvel yapılmalı.