Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türk kamuoyunun eğilimlerini araştıran German Marshall Fund’un (Alman Marshall Fonu) bulguları bazı çevrelerde “çarpıcı” bulunmuş. Fakat Türkiye’de gözü açık yaşayanlar açısından ortada şaşırtıcı bir şey yok. Örneğin bu araştırmaya göre sorgulananların sadece yüzde 30’u Türkiye’nin Batı ile ortak değerler taşıdığını düşünüyormuş. Daha kapsamlı bir araştırma ile bu yüzde daha da düşük çıkabilir.
Sonuçta, “görünüm” itibariyle Batılı olsak bile, “dünya görüşü” açısından Doğulu düşünce kalıplarına ve davranış biçimlerine daha yatkın bir milletiz. Türkiye’de “Batı ile ortak değerler taşıma” kavramının da bu nedenle hiçbir zaman doğru dürüst anlaşıldığına inanmıyoruz.
Her zaman “laik ve çağdaş” bir Türkiye’yi hedeflediğini iddia eden eğitim sistemimizin de bu Batılı değerlerin toplum tarafından “içselleştirilmesi” için bugüne kadar çok çaba sarf ettiği de söylenemez. Bu nedenle de bizde “Batılı değerler” denince akla genelde Hıristiyanlık ile ilgili hususlar ve buna bağlı önyargılar ve vehimler gelir.
Oysa “evrensel medeniyet” anlayışının oluşumu açısından tarih boyunca bir yap-boz tahtası olan Avrupa’da bugün çağdaş evrensel değerleri yansıtan bir müktesebat mevcuttur. Bu da ortaya kolay çıkmamıştır. Bugün Avrupa’da geçerli olan “dinlerüstü evrensel seküler değerler” o kıtada yaşanmış olan büyük ve kanlı badirelerin eseridir.
Avrupalı ülkelerin kendilerinin bu müktesebata ne kadar uydukları sorusu ise burada önemli değildir. Önemli olan evrensel değerleri içeren ve rasyonel bir ortak anlayışı yansıtan müktesebatın varlığıdır. “Batılı değerler” denince de bu anlaşılmalıdır, dini değerler değil.
Yoksa Avrupa’nın bu değerlere mutlak anlamda saygı göstermesi açısından daha kat edeceği yolu olduğu aşikâr. Bunu canlı örnekleriyle görüyoruz. Buna karşın, Avrupa’nın bugün bu müktesebattaki insani değerlere, İkinci Dünya Savaşı öncesine oranla, çok daha fazla uyduğu da bir gerçektir.
Türkiye’de bu değerleri “içselleştirerek” bunlara uymaya çalışmak açısından Avrupa’nın çok gerisinde olduğumuz ise tartışma götürmez. Bu değerlerin önemli bölümü de zaten toplumsal bilinçaltımıza “Hıristiyan Batı’nın Türkiye’yi bölmek için kullandığı araçlar” olarak kazınmıştır. Bu değerlerin Türkiye’de yerleşmesi için mücadele de bu yüzden hâlâ sürmektedir.
Ankara’nın AB perspektifi bu değerlerin Türkiye’de yaygınlaştırılmaya çalışılması açısından belli bir noktaya kadar lokomotif güç sağlamış olabilir. Ancak insan hakları gibi konularda Batı’nın istediğini yapmak yine de “AB’nin baskılarına boyun eğmek” olarak algılanmış, bu çerçevede atılan çekingen adımlar ise “kaz gelecekse tavuk esirgenmez” anlayışıyla atılmıştır.
Özetle, bu adımlar Türkiye’nin kendisi için önemli olduklarından dolayı değil, genelde başka bir amacın aracı oldukları için atılmıştır. Fakat söylendiği gibi toplumumuzda 10 kişiden sadece 3’ü Batı ile aynı değerleri paylaştığına inanıyorsa, o zaman kritik bir soru akla geliyor.
Bu araştırmanın ortaya koyduğu gibi Türkler Batı’ya sırt çevirmeye başladıysa, o zaman bu zaten sevmedikleri “Batılı değerlere” de sırt çevirecekler anlamına gelir mi?
Bizce gelmez. Türkler kendilerini Avrupalı olarak görseler de görmeseler de, Türkiye’deki sosyolojik dinamikler, “Batılı değerlerin” bu ülke için ne denli zorunlu olduğunu zamanla daha fazla ortaya koyacaktır. Aynen zamanında Batı’dan “aşılama” yöntemiyle aldığımız demokratik parlamenter sistem ile diğer kurumsal yapılar gibi...
Kültür olarak Ortadoğu’ya Avrupa’dan çok daha yakın olduğumuz kesin. Bundaysa sakıncalı olan hiçbir şey yok. Doğu’nun her zaman takdir edilmesi gereken çok zengin kültürel mirasları var. Kendi kültürümüz de buna dahil tabii.
Ancak, Türkiye’nin insani değerlere dayanan modern bir ülke olması önemli ise, o zaman istesek de istemesek de dümeni o Batılı dünyevi değerlerin rotasında tutmak zorundayız. Üstelik bunu gerekirse Batı olmadan da yapabilmeliyiz.