Başbakan Erdoğan’ın Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’ndeki üslubu hakkında söylenebilecek çok şey kalmadı. Batı’ya olumlu bakmayan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bile “Çok hırçın bir konuşmayı tercih etmiştir. Bu da kendisi ve Türkiye açısından bir kayıp olmuştur” deme ihtiyacını duydu.
Erdoğan’ın “Fransız kalmışsınız” diye azarladığı milletvekilinin Türkiye konusunda aslında “Fransız olmadığı” ailesinin Kadıköylü olduğunun ortaya çıkması işe meseleye yeni bir boyut katmıştır.
Ermeni kökenli olan söz konusu milletvekili Muriel Marland-Militello’nun, NTV’ye konuşurken söylediği gibi, Erdoğan’ın tavrı gerçekten de kibar değildi ve Avrupa Konseyi’ndeki hâkim nezaket kurallarıyla uyumsuzdu.
Marland- Militello’nun, “Sadece Türkiye’de dini azınlıklara eşit muamele yapılıp yapılmadığını sordum, bana kibarca ‘evet’ diyebilirdi” demesi de yerindeydi. Oturuma başkanlık eden AKPM başkanı AKP’li Mevlüt Çavuşoğlu değil de başkası olsaydı buna bir şekilde işaret ederdi.
NATO Genel Sekreteri seçiminden Libya olaylarına kadar geçen süre içinde kristalleşmeye başlayan bir hususa işaret etmek gerekiyor. Erdoğan Batılılarla temaslarında, en azından 60 yıldır Batı sistemi içindeki
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Suriye ve Mısır’a yaptığı ziyaretler ve bu kapsamda gerçekleştirdiği temasların sonuçları Batılı başkentlerde de yakından izleniyor. Ortadoğu’da belirsizlik artarken, Ankara’nın bölgesel istikrara katkı yapacak yeni çözüm önerileri getirip getiremeyeceği merak ediliyor.
Bu arada, bölgede son dönemde yoğun diplomasi faaliyet içinde olan Türkiye’nin kendisine hâlâ bir arabuluculuk rolü aradığı görülüyor. Bir yandan Libya’da çatışan tarafların arasını bulmaya çalışan Ankara’nın, diğer yandan Filistin’de Hamas ile El Fetih arasında arabuluculuğa talip olduğu belirtiliyor.
Ancak Türkiye’nin bu çabalarını zorlaştıran faktörler var. Örneğin bölgede yürütmekte olduğu yoğun diplomatik temaslarda “İsrail ayağının” eksik olması dikkat çekiyor. Konuştuğumuz yerli ve yabancı diplomatlar arasında bunun Ankara açısından bir “handikap” olduğuna inananların sayısı hiç de az değil.
Özetle, İsrail’le konuşup söz geçiremeyen bir Türkiye’nin Ortadoğu sorunu çerçevesinde önemli bir rol oynamasının zor olduğu belirtiliyor. Türk-İsrail ilişkilerindeki bu kopukluk Ankara’nın bölgeye dönük politikası açısından bir handikap olsa da, bu durumun yakında değişeceğine
Nesnel bir izleyicinin, ABD İnsan Hakları Raporu, AB’nin çeşitli organları ve yetkilileri ile AGİT ve BM’den yapılan yazılı ve sözlü açıklamalar karşısında, Türkiye’de basın özgürlüğünün gerilemekte olduğuna kanaat getirmekten başka çaresi yok.
Bu durum, Türkiye’ye “ileri demokrasi” getirme iddiasında olan AKP iktidarını kızdıracağına, “bu hale niçin düştük” diye düşündürmeli. Bu arada “içerde bizi dışarıya ispiyon edenler var” argümanına sarılmanın da bir anlamı yok.
Hükümet, Türkiye üzerine çöken bu olumsuz görüntüyü bu tür yaklaşımlarla istediği kadar bozmaya çalışsın, içerde ve dışarıda “gören, düşünen ve ilgilenen” insanlar farklı düşünüyorlar.
Öte yandan, Türkiye’de olanları hükümet gözüyle dünyaya anlatmaya gayret eden “yandaş basının” işi de zorlaştı. Yaşadığı Türkiye üzerine yıllardır yazılar yazan tanınmış gazeteci Andrew Finkel’ın, “İmam’ın Ordusu” hakkındaki yazısı nedeniyle, İngilizce yayınlanan “yandaş” gazetesinden bir çırpıda kovulması, o cenahta da takkeyi düşürdü.
Sonuçta Avrupa’da, ABD’de ve Türkiye’de bu işle samimi olarak ilgilenenler, basın özgürlüğünü “Ankara Kriterlerine” veya “Muammer Kaddafi İnsan Hakları Ödülü” perspektifine göre değil,
Türkiye’nin başından beri tutarsızlıklarla bezenmiş olan Libya politikası çıkmaz sokakta ilerlemeye devam ediyor. Başbakan Erdoğan’ın Libya için önceki gün ortaya koyduğu “yol haritasında” da mevcut durumu değiştirecek bir şey yok. Bunu daha çok iç siyasete dönük bir egzersiz olarak görmek mümkün.
Erdoğan’ın, Bingazi’de kendisine ve Türkiye’ye dönük protestolar nedeniyle isim vermeden dolaylı olarak Fransa’yı suçlamasını ve uyarmasını da, seyri doğru tahmin edilemeyen gelişmeler karşısındaki çaresizliğin bir ifadesi olarak kabul etmek mümkün.
Oysa Kaddafi karşıtlarının, Erdoğan’ın başından beri NATO müdahalesi konusunda takındığı tutum ve son olarak muhalefetin silahlandırılmasına karşı çıkması nedeniyle Türkiye aleyhine dönmeleri için herhangi bir “dış dürtüye” ihtiyaçları yok.
Kendi gelecekleri, hatta hayatları için mücadele eden insanların, verdiği mesajlar karşısında Erdoğan’a fazla sempati duymamaları şaşırtıcı olmamalı. Bu tepkilerinden dolayı Erdoğan’ın başka bir ülkeyi suçlamasının Libyalı muhaliflerce bir hakaret olarak algılanması halinde bu da kimseyi şaşırtmamalı.
Bu arada direnişçilerin eleştirileri karşısında Ankara’dan “NATO operasyonunu biz
Gül, twitter’da Endonezya gezisine ilişkin fotoğraflar da paylaştı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ÖSYM başkanından üniversite giriş sınavı konusunda aldığı bilgilerden tatmin olduğuna dair basında eleştirilen sözlerine açıklık getirdi. Kendisinin “nihai” anlamda bir şey söylemediğini, tatminkâr açıklamaların ise iddialar üzerine harekete geçen savcılardan geleceğini söyleyen Gül, üniversiteye giriş sınavlarıyla ilgili en ufak bir şüphenin olmaması gerektiğini vurguladı.
‘Uzmanlık gerektiriyor’
Cumhurbaşkanı Gül, Endonezya gezisi dönüşünde uçakta kendisine refakat eden gazeteciler ile sohbet ederken ÖSYM ve Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) konusunda kendisine yöneltilen eleştirilere de değindi. Endonezya’ya hareketinden önce Esenboğa havaalanında yapılan basın toplantısı sırasında kendisine konuyla ilgili bir soru sorulması üzerine verdiği ve daha sonra eleştirilen yanıtı konusunda şunları söyledi:
Endonezya’daki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Türkiye ve Türk işadamları daha buraları keşfedemedi” diye yakındı.
CAKARTA
Endonezya’ya resmi ziyarette bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile önceki gün başkent Cakarta’da bazı meslektaşlarla birlikte sohbet ediyoruz. Kendisinin bu ziyarete büyük önem atfettiğini görüyoruz. Nitekim Gül de “Bu geziyi bu senenin büyük ziyareti olarak görüyorum” diye konuştu.
Türkiye’den Endonezya’ya bu düzeydeki son ziyaretin 16 yıl önce gerçekleştirildiğini hatırlatan Gül, Cakarta’da yapacağı temasların asıl amacının ekonomik olduğunu vurguladı. Nitekim kendisine refakat eden kalabalık işadamı grubu da bunu açıkça ortaya koyuyor.
En kalabalık ülke!
Gül’ü Endonezya’ya uğurlayanlar arasında Başbakan Erdoğan da vardı. İddiaya göre, ikili bu buluşmadan 48 saat kadar önce yine havaalanında Bülent Arınç’ın katılımıyla bir zirve toplantısı yapmıştı. Gül ve eşi Hayrünnisa Gül başkent Cakarta’da Kahramanlar Mezarlığı’nı ziyaret etti
CAKARTA
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye’nin, toplumsal karmaşanın ve siyasi belirsizliğin yaşandığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine örnek olabilmesi için demokrasi ve insan hakları alanlarında kendi standartlarını yükseltmesi gerekeceğini vurguladı.
Başkanlık sistemi tartışmalarına da değinen Gül, bu sistemi Türkiye için niçin uygun bulmadığını da açıkladı. Parlamenter sisteminin Türkiye’de eskiye dayandığını hatırlatan Gül, bu geçerli olmasaydı o zaman başkanlık sisteminin düşünülebileceğini belirtti.
Gül, Endonezya’ya yaptığı resmi ziyaret sırasında kendisine refakat eden gazetecilerin çeşitli konulardaki sorularını yanıtladı.
Türkiye’de haberi çıktı fakat üzerinde çok durulmadı ama muhaliflerin merkezi olan Bingazi’de son yaşananlar ne Erdoğan’ı, ne de Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu memnun edecek niteliktedir. Cihan Haber ajansına göre, Cuma namazı sonrasında Bingazi’de toplanan yüzlerce kişi, Başbakan Erdoğan’ı “isyancılara silah verilmesini istemediği” gerekçesiyle protesto etmiş.
Bu arada Fransa, ABD, İngiltere, Kanada, Lübnan, Tunus ve Katar bayraklarını dalgalandıran göstericiler, “Biz El Kaide değiliz”, “Biz asi değil devrimciyiz” ve “Sevgili Kaddafi’ni al silahlanmamıza müsaade et” gibi pankartlar açıp Erdoğan ve Türkiye aleyhinde sloganlar atmış.
Protestoların başını çeken Şeyh Ahmet Murabbi adlı imam ise Kaddafi yanlısı olduğunu söylediği Erdoğan’ın, “Kaddafi’nin yanında değil halkın yanında yer alması gerektiğini” belirtmiş.
Bosnalı Müslümanların da benzeri bir karar ile karşı karşıya kalmalarını zamanında çok eleştirmiştik. Fakat Erdoğan’ın isyancılara silah dağıtılması konusundaki tutumunu eleştirmiyoruz. Zira Bosna’daki görüntü netti. Libya’da ise durum karmakarışık bir hal almaya başladı. Verilmesi halinde bu silahların kimin eline geçeceği de bu yüzden belli değil.
Ankara’yı