Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Suriye ve Mısır’a yaptığı ziyaretler ve bu kapsamda gerçekleştirdiği temasların sonuçları Batılı başkentlerde de yakından izleniyor. Ortadoğu’da belirsizlik artarken, Ankara’nın bölgesel istikrara katkı yapacak yeni çözüm önerileri getirip getiremeyeceği merak ediliyor.
Bu arada, bölgede son dönemde yoğun diplomasi faaliyet içinde olan Türkiye’nin kendisine hâlâ bir arabuluculuk rolü aradığı görülüyor. Bir yandan Libya’da çatışan tarafların arasını bulmaya çalışan Ankara’nın, diğer yandan Filistin’de Hamas ile El Fetih arasında arabuluculuğa talip olduğu belirtiliyor.
Ancak Türkiye’nin bu çabalarını zorlaştıran faktörler var. Örneğin bölgede yürütmekte olduğu yoğun diplomatik temaslarda “İsrail ayağının” eksik olması dikkat çekiyor. Konuştuğumuz yerli ve yabancı diplomatlar arasında bunun Ankara açısından bir “handikap” olduğuna inananların sayısı hiç de az değil.
Özetle, İsrail’le konuşup söz geçiremeyen bir Türkiye’nin Ortadoğu sorunu çerçevesinde önemli bir rol oynamasının zor olduğu belirtiliyor. Türk-İsrail ilişkilerindeki bu kopukluk Ankara’nın bölgeye dönük politikası açısından bir handikap olsa da, bu durumun yakında değişeceğine dair bir işaret de yok.
Diplomatlar ilişkileri düzeltmek için perde arkasında ne kadar çaba sarf ederlerse etsinler, iki ülkedeki gergin siyasi ortam sayesinde bu ilişkiler şu aşamada “uzlaşmama” konumuna kitlenmiş bulunuyor. Ankara Mavi Marmara saldırısı için İsrail’den özür ve tazminat gelmedikçe kamuoyu baskısı nedeniyle bu ülkeyle ilişkileri normalleştirebilecek durumda değil.
Aksine hükümet İsrail’e dönük sert politikasını sürdürmekte kararlı görünüyor. Suriye’de silahsız göstericilerin güvenlik güçlerince öldürülmesine göz yumarken, İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı gerçekleştirdiği operasyonları “orantısız güç” diye eleştirmeye devam ediyor.
İsrail’deki durum da farklı değil. Giderek radikalleşen İsrailliler, Mavi Marmara olayında haksız olduklarına bir türlü inanmıyorlar. Netanyahu hükümeti ayrıca Türkiye’ye özür dileyip tazminat ödemek suretiyle İsrail ordusuna karşı ilerde kullanılabilecek hukuki bir emsal de yaratmak istemiyor. İki ülke ilişkilerindeki bu açmaz daha bir süre böyle devam edeceğe benziyor.
Öte yandan, Başbakan Erdoğan’ın Libya’da çözümü için ortaya koyduğu “yol haritasına” rağmen, Türkiye’ye o ülkede bir rol çıkması olasılığı da zayıflıyor. Şu anda Libya’da inisiyatif Afrika Birliği’ne ve bu çerçevede de Güney Afrika’ya geçmiş görünüyor.
Mısır’ın, ülkedeki siyasi karışıklığa rağmen, Hamas ile El Fetih arasında uzun zamandır yürütmekte olduğu arabuluculuğu Türkiye’ye kaptırmaya razı olacağı da kuşkulu. Hamas ile El Fetih’in Kahire’nin arabuluculuğundan vazgeçmeye hazır olduklarına dair de bir emare yok zaten. Burada Araplar arası dayanışma olgusu göz ardı edilemiyor.
AKP iktidarının kendisine bir arabuluculuk rolü kapıp bölgede inisiyatifi ele geçirmeye çalışmasını anlıyoruz tabii. Ortadoğu için başından beri ortaya koyduğu büyük iddia da zaten bunu gerektiriyor. Ancak genel koşullar bunun için şu anda ne denli uygun, bu tartışılabilir.
Türkiye’nin bölgedeki en önemli özelliği tüm ihtilaflı taraflarla konuşabilen bir ülke olmasıydı. İsrail ile ilişkilerin kopma noktasına gelmesi bu özelliğine darbe indirdi ve Türkiye’nin bölgedeki etkisini azalttı.
Bunu sadece Batılılardan değil konuştuğumuz Arap diplomatlardan da duyuyoruz.
Seçim sonrasında Türkiye’nin İsrail politikası ne olur bilemiyoruz. İsrail’deki iç siyasi çekişmeler düşünüldüğünde o ülkede ne olacağı da meçhul.
Öte yandan, ilişkilerin bozulmasına önemli katkıda bulunan İsrail Dışişleri Bakanı Yardımcısı Danny Ayalon bile son dönemde bu ilişkilerin tamir edilmesi gerektiğini söylemeye başladığına göre, mevcut durumda bir anormallik var demek. Fakat olumsuz yan etkilerine rağmen bu anormalliğin nasıl giderileceği hâlâ bir muamma olarak ortada duruyor.