Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye’nin başından beri tutarsızlıklarla bezenmiş olan Libya politikası çıkmaz sokakta ilerlemeye devam ediyor. Başbakan Erdoğan’ın Libya için önceki gün ortaya koyduğu “yol haritasında” da mevcut durumu değiştirecek bir şey yok. Bunu daha çok iç siyasete dönük bir egzersiz olarak görmek mümkün.
Erdoğan’ın, Bingazi’de kendisine ve Türkiye’ye dönük protestolar nedeniyle isim vermeden dolaylı olarak Fransa’yı suçlamasını ve uyarmasını da, seyri doğru tahmin edilemeyen gelişmeler karşısındaki çaresizliğin bir ifadesi olarak kabul etmek mümkün.
Oysa Kaddafi karşıtlarının, Erdoğan’ın başından beri NATO müdahalesi konusunda takındığı tutum ve son olarak muhalefetin silahlandırılmasına karşı çıkması nedeniyle Türkiye aleyhine dönmeleri için herhangi bir “dış dürtüye” ihtiyaçları yok.
Kendi gelecekleri, hatta hayatları için mücadele eden insanların, verdiği mesajlar karşısında Erdoğan’a fazla sempati duymamaları şaşırtıcı olmamalı. Bu tepkilerinden dolayı Erdoğan’ın başka bir ülkeyi suçlamasının Libyalı muhaliflerce bir hakaret olarak algılanması halinde bu da kimseyi şaşırtmamalı.
Bu arada direnişçilerin eleştirileri karşısında Ankara’dan “NATO operasyonunu biz frenlemiyoruz, bu bir iftiradır” şeklinde şimdi peş peşe gelen açıklamalar bu kez Kaddafi taraftarlarını kızdıracak niteliktedir.
Kaddafi taraftarlarının, Erdoğan’ın “yol haritasında” öngörülen şekilde, bir ateşkesi kabul etmelerini ve kuşattıkları kentlerden geri çekilmelerini şu aşamada beklemek de pek gerçekçi görünmüyor. Ankara’dan Kaddafi’ye dönük olarak tonu giderek yükselen “git artık” çağrılarının da zaten Trablus tarafından, yani Kaddafi ve ailesi tarafından, “not edildiğini” tahmin etmek güç değil.
Başka bir deyişle, daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi, Ankara’nın Libya hesabı çarşıya uymadığı gibi, Türkiye şimdi de “ne İsa’ya, ne de Musa’ya yaranamayacak” duruma düşmüş bulunuyor.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun şu anda bölgede yürütmekte olduğu yoğun diplomatik temasları bu kısır döngüyü kırıp Türkiye’yi Libya’da hatta Ortadoğu genelinde tekrar kilit bir oyuncu konumuna getirir mi, bilemiyoruz açıkçası. Konuya nesnel olarak baktığımızda bu biraz zor görünüyor.
Bu arada Türkiye’nin insani amaçla Libya’ya girmesi olasılığı da giderek azalıyor. Hafta başında muhaliflerin, “teşekkürler ama istemeyiz” edasıyla yardım taşıyan bir Türk gemisini geri çevirmeleri de bu açıdan pek hayırlı bir gelişme sayılamaz.
İşi daha da vahim kılan husus ise İsrail’e dönük sert tavrı ile Arap sokaklarında sempati toplamış olan Erdoğan’ın, şimdi aynı sokaklara demokrasi talebi ile dökülen rejim muhaliflerinin, “dikta rejimlerinin işbirlikçisi” olarak algılanması olasılığıdır.
Tekrar söyleme ihtiyacını duyuyoruz. AKP iktidarı, “bölgenin eski patronu olarak buraları en iyi bilen bizleriz” havasıyla yola çıkmış olsa da, Ankara aslında bölgedeki potansiyel cereyanları öngöremedi ve bunlar karşısında tümüyle hazırlıksız yakalandı. Şimdiyse durumu arkadan toparlamaya çalışıyor.
Başbakan Erdoğan’ın “yol haritasını” bilemeyiz, ancak bizce bu durumda izlenmesi gereken yol haritası artık ortada. Kaddafi muhaliflerini askeri açıdan ve katliamlarla sindirse bile, Libya güneşinin altında kendisine artık yer yok.
Ne doğusundaki Mısır’dan, ne batısındaki Tunus’tan, ne de kuzeyindeki Avrupa’dan medet umacak durumda. Özetle, askeri açıdan kazansa bile, yaptırımlarla tecrit edilmiş olan ve hiç kimsenin iş yapmadığı bir lider olarak ortada kalacaktır.
Bu durumda Ankara’nın bir an evvel, Fransa ve Katar gibi, Bingazi’deki Geçici Ulusal Konsey’i resmen tanıması ve Libya ile ilişkilerin geleceğini bunun üzerine kurması gerekiyor. Bu arada, Libya’daki Türkiye aleyhtarı gösterilere ve orada dalgalandırılan Fransız ve diğer Batılı bayraklara kızıp Avrupa’ya çatmanın da Ankara’ya bir getirisi yok.
Yanlış hesap Bağdat’tan dönermiş. Bu kez yanlış hesap Bingazi’den dönmeye başladı. Bunun artık görülmesi gerekiyor.