Kendimi bildim bileli Türkiye insan hakları açısından sorunlu bir ülkedir. 1970’lerde sırf bu yüzden Türkiye’ye gelmekten korkan yabancılar tanıdım. “Gece Yarısı Ekspresi” filminin Avrupa’da yaşadığım o yıllarda bu kadar tutması da, Türkiye’ye seri halde yöneltilen işkence ve kötü muamele suçlamalarıydı. Filmin arkasındaki Türk aleyhtarı lobi bu iddiaları başarıyla aleyhimizde kullanmıştı.
Türkiye’ye o dönemde yöneltilen bu suçlamaların “mesnetsiz olmadığını” ise şimdi 12 Mart ile 12 Eylül hakkında ortaya çıkan gerçeklerden biliyoruz. Fikir özgürlüğüne saygısızlık ve bu nedenle gazetecilerin içeri tıkılması işine gelince, bu Türkiye’de neredeyse her iktidarın zamanında olmuştur. AKP iktidarı altında da durumun farklı olmadığını görüyoruz.
Raporlara bakmaya gerek yok
Hatta basın özgürlüğü açısından ne Menderes hükümetini ne de askeri iktidarları aratmayan bir dönemden geçiyoruz. Bu nedenle de Başbakan Erdoğan’ın BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabulünün 63. yıldönümü dolayısıyla yayınladığı mesajı okurken, “herhalde farklı bir ülkeden söz ediyor” diye düşünmek elde değildi.
Erdoğan’a göre “Türkiye, her geçen gün daha da olgunlaşan demokrasisiyle, insan
AB’nin euro’yu kurtarma zirvesinden çıkan sonuç yeni bir birlik için atılmış ilk adım olarak görülebilir. Şu anda ekonomik konular ön planda, ancak - başta göç sorunu olmak üzere - ileride başka konularda da bu yoldan gidilmesi olasılığı güçlenmiş bulunuyor.
Özetle, AB’nin lokomotifi olan Almanya ve Fransa Avrupa’daki ekonomik krizin çözümünü daha derin, fakat aynı zamanda daha şeffaf ve herkesin hesap vermek zorunda olduğu bir entegrasyonda arayacaklarını ortaya koydular. Hedefleri ise euro’yu çökme noktasına getiren krizin tekrarlanmaması için katı bütçe kuralları oluşturarak daha derin bir mali birlik kurmaktır.
Brüksel’e egemenlik
Kısacası Brüksel’e daha fazla egemenlik transferini öngören ve merkezdeki kararların güçlü ekonomilere sahip üyelerin güdümünde alındığı bir yapıdan söz ediliyor. İngiltere dışındaki diğer üyeler de euro’dan dışlanmayı göze alamadıkları için bunu kabul ettiler. Fakat iş bununla bitmiyor.
Hollanda, Avusturya, Romanya, Danimarka, Finlandiya, Letonya ve Çek Cumhuriyeti gibi bazı üyeler bu anlaşmayı şimdi ya referanduma sunmak, ya da meclislerinden geçirmek durumundalar. Ancak, AB ile daha derin entegrasyonu reddeden aşırı sağın yükselişte
Mısır’daki parlamento seçimlerinin ilk turunda aşırı dinci “Selefileri” barındıran “El Nur” partisinin beklenmedik başarısı, dünyaya ılımlı bir görüntü vermeye çalışan ve Hürriyet ve Adalet Partisi (HAP) adı altına seçime giren Müslüman Kardeşler‘in ekmeğine yağ sürdü.
Zira ilk belirlemelere göre, hafta başında yapılan seçimlerinin ikinci turunda, oyların üçte ikisinin bu partiye gittiği anlaşılıyor. İlk turda da oyların yüzde 40’ına yakınını alan HAP’ın Mısır’daki ana siyasi güç olacağı şimdiden kesin görünüyor.
Bu arada seçimlerin ilk turunda oyların neredeyse dörtte birinin Selefilere gitmesinin şokunu yaşayan bazı liberallerle Hıristiyan Kıptilerin bile oylarını HAP’a verdikleri söyleniyor.
Öte yandan, Mısır ordusu da, Selefilerin ilk turdaki başarısı üzerine “Şeriatçılar geliyor” korkusunu kullanıp, yeni Mısır anayasasında kendisine mutlak ve belirleyici yetkiler vermek için çabalarını daha da arttırmış bulunuyor.
Fakat Selefilerin başarısı gibi ordunun bu çabalarının da, şu anda generallerle Anayasa konusunda kavgalı olan Müslüman Kardeşler’e yarayacağı anlaşılıyor. Başka bir ifadeyle “mütedeyyin fakat değişime açık makul Müslümanların partisi” şeklinde bir imaj
Özgüven elbette ki iyidir. Fakat böbürlenme meziyet sayılamaz. Tevazu ise en yakışandır. Türkiye’den son dönemde yükselen sesleri bu açıdan kaygı verici buluyoruz. Zira, son dakika gollerine en duyarlı olunması gereken bir sırada, “Hey Amerika, Avrupa! Bak nasıl kazandık” havası estiriyoruz.
Hal böyle olunca birilerinin “boyumuzun ölçüsünü” vermesi de kaçınılmaz oluyor. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in Küresel Girişimcilik Zirvesi’nde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’a verdiği yanıtta olduğu gibi.
Aslında Babacan’ın küresel ekonomik kriz hakkındaki değerlendirmelerini gerçekçi bulup önemsiyoruz. Ancak, 21’inci yüzyılda ABD ve Avrupa ekonomilerinin değil, Türkiye’nin kazanan güç olacağını belirterek, “Küçük balığı büyük balık değil, hızlı balık yer” demesi, anlaşılan Biden için biraz fazla kaçtı.
ABD Başkan Yardımcısı bu nedenle konuşma metninin dışına çıkarak Babacan’a verdiği iğneli yanıtta, ABD ekonomisinin “kendisinden sonraki en büyük ekonomiden 3.5 kat, sonraki 4 en büyük ekonominin toplamından ise daha büyük olduğunu” hatırlattı.
ABD’nin “bir balık değil balina olduğunu” da vurgulayan Biden, bu ekonomik büyüklüğüne rağmen ülkesinin dünyada olup bitenlere karşı
Mısır’da geçen hafta yapılan ve 498 sandalyeli parlamentonun yüzde 30’unun seçen oylamadan aşırı dincilerin yüzde 25 gibi güçlü bir oranla çıkması Mısır’ın bundan sonra karşılaşacağı zorluklara işaret ediyor.
Demokratik özgürlüklerin Şeriat uğruna kısıtlanmasını savunan “El Nur Selefi” adlı partinin bu başarısı, demokrasi isteyen ancak bu seçimlerden tahminlerden de zayıf çıkan liberallerde panik havası yaratmış bulunuyor. Buna normal olarak bakmak mümkün tabii.
HAP fazla pragmatik
Ancak, Selefilerin başarısından seçimlere “Hürriyet ve Adalet Partisi” (HAP) adı altında girip oyların yüzde 45’ini alan Müslüman Kardeşlerin de rahatsız olduğu anlaşılıyor. Mısır’da “Siyasi İslam”ın ana temsilcisi olma iddiasını taşıyan HAP, böylece bir açmazla karşı karşıyadır.
“Dinciliğine” rağmen, ülkenin geleceği için “dünyevi gerçeklerle” barışmak durumda olan bu parti, Selefilerin başarısıyla “pragmatizmin” Mısır’da herkesi için geçer akçe olmadığını anlamış oldu. HAP seçimlerin bu ilk turundan en güçlü parti olarak çıksa da, ikinci turda ya Selefilerden oy transfer edecek, ya da bu partiye oy kaybedecek.
Özetle HAP, fazla pragmatik ve Batı tarzı demokratik özgürlükleri teşvik
Bu konuda Batı’nın ve Arap Birliği’nin ayak izlerini takip ediyor olsa da, Suriye’ye tek taraflı olarak uyguladığı yaptırımlar Türkiye açısından yine de bir ilki temsil ediyor. İster Irak’a, ister İran’a olsun Ankara uluslararası yaptırımlara her zaman soğuk bakmıştır. Libya’da bile başta yaptırım önerilerine karşı çıkmış, pozisyonunu sonra değiştirmiştir.
Başka bir ifadeyle Suriye yaptırımlarıyla Türkiye aynı zamanda kendisi için önemli bir emsal da yaratmış oldu. Bunun İran’a karşı yaptırımların alındığı veya düşünüldüğü bir sırada meydana gelmesi ise ayrıca dikkat çekiyor. Fakat İran meselesine girmeden bir hususa işaret etmek gerekiyor.
Irak Suriye’den daha mı tehlikeli?
Suriye yaptırımlarından sadece bu ülkeyle değil, tüm Ortadoğu ile ticaret yapan iş erbabımızın çok da memnun olduğu söylenemez. Televizyonda konuşan bazı işadamları, Suriye güzergâhının kapanmasıyla Ortadoğu’ya dönük ticaretin önünün de tıkanacağını söylüyorlar.
Diğer bazı işadamları ise hükümet tarafından Suriye yerine Irak üzerinden gösterilen alternatif güzergâhtan da çok memnun değiller. Bu kişiler, getireceği ek maliyetinin yanı sıra Irak güzergâhının şu anda Suriye’den çok daha tehlikeli
Amerikalı tarihçi Stephen Ambrose’e göre “Şahıs makamı değil, makam şahsı belirler.” Bununla kastedilen de aslında şudur: “Kendi çıkarlarını düşünen bir siyasetçi olarak istediğini söyleyebilirsin, ama sorumluluk taşıyan ciddi bir makama geldiğinde, o makamın zaviyesinden görünen gerçeklere göre davranmak zorundasın.”
Bu sözün doğruluğunu en iyi kanıtlayan siyasi şahsiyetlerin başında da yarın Türkiye’ye gelmesi beklenen ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden geliyor. Zira Barak Obama tarafından yardımcısı olarak seçilene kadar Amerikan Kongresi’nde, Senato’nun güçlü Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olarak, kendisinden daha hararetli bir Türkiye karşıtı herhalde yoktu.
Biden’ın 35 yıllık senatörlük hayatı sırasında Türkiye aleyhinde olup da desteklemediği tek bir karar tasarısı da neredeyse yoktur. İster Ermeni soykırımı meselesi, ister Kıbrıs konusu, ister Kürt sorunu olsun, Biden o dönemde Türkiye’ye en ağır eleştirileri yöneltmekten kaçınmamış olan biridir.
Türk basını da zaten, Washington’a 1999 yılında yaptığı ziyaret sırasında Kongre’ye de giden dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e karşı takındığı tutum sonrasında Biden’ı daha yakından tanımış, kendisine “Rum kuklası küstah
Beşar el Esad’ın, Arap Birliği’nin 500 Arap gözlemci gönderme talebini reddetmekle kendisini iyice zora soktuğu düşünülebilir. Nitekim Esad rejimine karşı uluslararası kampanyada ‘liderlik’ yapan Türkiye, Şam’a karşı gündemde olan yaptırımlar konusunda şimdi daha da hevesli görünüyor.
Ancak, bu yaptırımlardan istenilen sonucun alınması için kapsamlı uluslararası işbirliği gerekiyor. Mesele de burada düğümleniyor. Zira Rusya, en azından şu aşamada, Güvenlik Konseyi’ndeki veto hakkını Esad rejiminden yana kullanmaya kararlı görünüyor.
Müdahaleye karşılar
Moskova ile aynı pozisyonu savunan başka başkentler de var tabii. Fakat, Rusya’nın uluslararası ağırlığı düşünüldüğünde, Moskova’nın tutumu belirleyici oluyor. Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Aleksander Lukaşeviç de Cuma günü yaptığı açıklama ile bu tutumu, bir ucu Türkiye’ye dokunacak şekilde yinelemiş.
Ajanslara göre, Arap Birliği’nin Suriye’deki şiddetin durması çağrısını desteklediklerini belirten Lukaşeviç, yaşananlara Türkiye ile Batı’dan farklı bir açıdan bakarak, “içerdeki dış destekli radikal muhalif gruplar da bu olaylarda sorumluluğu paylaşıyorlar” diye konuşmuş.
Sorunun sadece ülke içindeki gruplar