Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Amerikalı tarihçi Stephen Ambrose’e göre “Şahıs makamı değil, makam şahsı belirler.” Bununla kastedilen de aslında şudur: “Kendi çıkarlarını düşünen bir siyasetçi olarak istediğini söyleyebilirsin, ama sorumluluk taşıyan ciddi bir makama geldiğinde, o makamın zaviyesinden görünen gerçeklere göre davranmak zorundasın.”
Bu sözün doğruluğunu en iyi kanıtlayan siyasi şahsiyetlerin başında da yarın Türkiye’ye gelmesi beklenen ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden geliyor. Zira Barak Obama tarafından yardımcısı olarak seçilene kadar Amerikan Kongresi’nde, Senato’nun güçlü Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olarak, kendisinden daha hararetli bir Türkiye karşıtı herhalde yoktu.
Biden’ın 35 yıllık senatörlük hayatı sırasında Türkiye aleyhinde olup da desteklemediği tek bir karar tasarısı da neredeyse yoktur. İster Ermeni soykırımı meselesi, ister Kıbrıs konusu, ister Kürt sorunu olsun, Biden o dönemde Türkiye’ye en ağır eleştirileri yöneltmekten kaçınmamış olan biridir.
Türk basını da zaten, Washington’a 1999 yılında yaptığı ziyaret sırasında Kongre’ye de giden dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e karşı takındığı tutum sonrasında Biden’ı daha yakından tanımış, kendisine “Rum kuklası küstah senatör” damgasını vurmuştu. Biden o görüşme sırasında, “müttefik Türkiye”nin Başbakanı’na şöyle konuşmuştu:
“Siz ABD’ye muhtaçsınız ancak ABD’nin Türkiye’ye ihtiyacı yok. Kredi ihtiyacınızın da olduğunu biliyorum. Kıbrıs sorununu çözün, istenenleri yerine getirin, size yardımcı olalım. Aksi takdirde hiçbir yere varamazsınız.”
Biden’ın, Obama tarafından yardımcısı olarak seçilene kadar, Senato’da Türkiye’ye dönük askeri satışlara her zaman tutarlı bir şekilde karşı çıktığı da hâlâ hafızalardadır. Washington’a o sıralarda yaptığım bir ziyaret sırasında, Biden’ın baş danışmanı Anthony Blinken’a “Adamın Türkiye’ye karşı derdi nedir?” diye sormuştum.
“Seçmenini kolluyor” gibi basit bir şablon yanıt beklemiştim. Blinken ise “Tek bildiğim, deriden hissettiği bir şeyler söz konusu burada” diyerek yanıtlamış, ayrıntıya girmemişti.
Öte yandan, “dış politikayı çok iyi anladığı” iddia edilen Biden, Saddam sonrasında Irak’ın Bağdat, Erbil ve Basra eksenli olarak üçe bölünmesini öneren kişiydi. Buradaki hesabı, kuşkusuz, Kuzey Irak’ta “ABD dostu” bir Kürt yönetiminin ortaya çıkmasıydı.
TBMM’nin “Mart tezkeresini” reddedip Amerika’ya geçit vermemesi sonrasında Washington’da Türkiye’ye kızıp Iraklı Kürtlere bel bağlayanlar artmıştı ki Biden da bunlardan biriydi. Ancak nüfusu ağırlıklı Şii olan Irak’ın üçe bölünmesinin İran’a nasıl yarayacağını o sırada öngörememişti.
Fakat gün gelir devran döner. Bugün aynı Biden’a bakıp şaşmamak elde değil. Zira Türkiye ziyareti sırasında dolaylı veya doğrudan yansıtacağı hususlar arasında -Ecevit’e karşı iddia ettiği şeyin aksine- Amerika’nın mevcut gelişmeler ışığında Türkiye’ye duyduğu güven ve ihtiyaç olacaktır.
Zamanında Türkiye’ye her türlü askeri satışı engellemeye çalışan Biden, Ankara’daki temaslarında, Obama yönetiminin PKK’ya karşı kullanılmak üzere Türkiye’ye tahsis edilecek “Predatorler” ve saldırı helikopterleri için Kongre’den gereken izni ne kadar çabuk çıkarttığını da vurgulamak isteyecektir.
Özetle, Biden ziyareti sırasında iki ülke arasındaki ilişkilerin şu aşamada en iyi noktada olduğunu ve ABD’nin bunun sürmesi için elinden geleni yapacağını şu veya bu sözlerle söyleyecektir.
Başka çaresi de yok, zira Ortadoğu’daki gelişmeler karşısında ve özellikle de Ankara’nın Suriye politikası sonrasında, eski yaraları kaşıyıp ilişkilerdeki olumlu atmosferi zehirlemesinin Washington’un çıkarlarına ters düşeceğini biliyor.
Kısacası, Biden Senatör olarak Türkiye’ye karşı ne kadar “düşmanca” davrandıysa, şimdi de o kadar “pohpohlayıcı” olacaktır. Kıbrıs ve Ermenistan ile ilişkilere değinecek olursa da bunu “yumuşak” bir şekilde yapacaktır. Makamının zorunlu olarak verdiği “terbiye” sayesinde, geçmişiyle tümüyle çelişse de, bundan bir rahatsızlık da duymayacaktır.
Siyaset işte böyle bir şey...