AB’nin euro’yu kurtarma zirvesinden çıkan sonuç yeni bir birlik için atılmış ilk adım olarak görülebilir. Şu anda ekonomik konular ön planda, ancak - başta göç sorunu olmak üzere - ileride başka konularda da bu yoldan gidilmesi olasılığı güçlenmiş bulunuyor.
Özetle, AB’nin lokomotifi olan Almanya ve Fransa Avrupa’daki ekonomik krizin çözümünü daha derin, fakat aynı zamanda daha şeffaf ve herkesin hesap vermek zorunda olduğu bir entegrasyonda arayacaklarını ortaya koydular. Hedefleri ise euro’yu çökme noktasına getiren krizin tekrarlanmaması için katı bütçe kuralları oluşturarak daha derin bir mali birlik kurmaktır.
Brüksel’e egemenlik
Kısacası Brüksel’e daha fazla egemenlik transferini öngören ve merkezdeki kararların güçlü ekonomilere sahip üyelerin güdümünde alındığı bir yapıdan söz ediliyor. İngiltere dışındaki diğer üyeler de euro’dan dışlanmayı göze alamadıkları için bunu kabul ettiler. Fakat iş bununla bitmiyor.
Hollanda, Avusturya, Romanya, Danimarka, Finlandiya, Letonya ve Çek Cumhuriyeti gibi bazı üyeler bu anlaşmayı şimdi ya referanduma sunmak, ya da meclislerinden geçirmek durumundalar. Ancak, AB ile daha derin entegrasyonu reddeden aşırı sağın yükselişte olduğu Avrupa’da, sokaktaki adamı doğrudan ilgilendiren konularda Brüksel’e daha fazla egemenlik transfer etmenin bazı üyeler için sorunlu olacağı söyleniyor.
İşin ilginç yanı ise euro’ya zaten geçmemiş olan ve şimdi “oyun bozan” gibi gösterilen İngiltere’nin, “ekonomik bağımsızlığı” uğruna AB ile daha sıkı mali birliğe girmeyi reddetmesinin, çekingen üyeler için “onurlu bir emsal” yaratmasından endişe edilmesidir. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin euro zirvesinde İngiltere Başbakanı Cameron’a soğuk davranmasını buna bağlayanlar bile var. Ancak, görünen şudur: AB’de eski mali ve ekonomik alışkanlıklar artık geride kalacak ve harcanan her euro’nun hesabı sorulacak, bu hesabı veremeyenler ise cezalandırılacak. Yunanistan’ı ele alırsak bu şu anlama geliyor:
Atina ekonomik politikalarını ve bütçesini bundan böyle ancak AB’nin onayı ile devreye sokabilecek. Siyasi çıkarlar uğruna artık bol keseden para dağıtamayacak, borcunu farklı bir şekilde göstermek için defterlerle oynayamayacak, özetle kurallara sonuna kadar uyacak. Yoksa sopayı yiyecek.
Üç kümeli bir birlik
Ulusal egemenliğin önemsendiği ülkelerde buna elbette ki olumsuz bir durum olarak bakılacaktır. Ancak şimdi hedeflenen yapının, AB’de sorumsuz üyelerin borç batağına sürüklendikleri ve küresel ekonomiyi de olumsuz etkiledikleri eski duruma oranla daha sağlıklı olacağı kesin.
Başka bir deyişle, uzun vadeli çıkarlarını düşünüp sorumlu davranan üye ülkeler artık, geleceklerini düşüncesizce harcayan sorumsuz üye ülkeleri denetleyecekler. Avrupa’nın çalışan ve üreten ekonomilerinin, yeterince çalışmayan, üretmeyen ve tasarruf yapmayan Avrupa ekonomilerini kurtarmalarının bedeli budur.
Bu durumdan hoşlanmayan üye ülkeler varsa, onlara da “kapı orada” denecek. Böylece AB’nin güçlü çekirdek üyeler, ikinci konumda olan üyeler, hatta zamanla “üçüncü küme üyelerden” oluşan bir birlik haline gelmesi olasılığı iyice artmıştır. Bu da bizim ortaya çıkacağını bu sütunda hep savunduğumuz bir hususa getiriyor bizi.
Türkiye de etkilenir
O da AB’nin zamanla değişik konularda ve derinliklerde entegre olmuş üye kümelerinden müteşekkil bir birlik olacağı tahminimizdir. Türkiye’nin AB perspektifinin bundan etkilenmemesi ise mümkün değil. Zaten, egemenliğini bu kadar önemseyen Türkiye’nin ekonomisiyle ilgili hayati kararların Brüksel’de alındığı bir birliğe üyeliği nasıl kabul edeceği meçhul.
Ancak, Türkiye’nin çok vitesli bir AB’deki değişik entegrasyon kümeleriyle, değişik ve karşılıklı yarara dayanan farklı ilişki türleri geliştirmesi olasılığı da artacaktır. Ne olacağını zaman gösterecek tabii, ama “AB perspektifimizin” eski haliyle devam etmesi, Avrupa’daki gelişmeler ışığında, pek mümkün görünmüyor.