Beşar el Esad’ın, Arap Birliği’nin 500 Arap gözlemci gönderme talebini reddetmekle kendisini iyice zora soktuğu düşünülebilir. Nitekim Esad rejimine karşı uluslararası kampanyada ‘liderlik’ yapan Türkiye, Şam’a karşı gündemde olan yaptırımlar konusunda şimdi daha da hevesli görünüyor.
Ancak, bu yaptırımlardan istenilen sonucun alınması için kapsamlı uluslararası işbirliği gerekiyor. Mesele de burada düğümleniyor. Zira Rusya, en azından şu aşamada, Güvenlik Konseyi’ndeki veto hakkını Esad rejiminden yana kullanmaya kararlı görünüyor.
Müdahaleye karşılar
Moskova ile aynı pozisyonu savunan başka başkentler de var tabii. Fakat, Rusya’nın uluslararası ağırlığı düşünüldüğünde, Moskova’nın tutumu belirleyici oluyor. Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Aleksander Lukaşeviç de Cuma günü yaptığı açıklama ile bu tutumu, bir ucu Türkiye’ye dokunacak şekilde yinelemiş.
Ajanslara göre, Arap Birliği’nin Suriye’deki şiddetin durması çağrısını desteklediklerini belirten Lukaşeviç, yaşananlara Türkiye ile Batı’dan farklı bir açıdan bakarak, “içerdeki dış destekli radikal muhalif gruplar da bu olaylarda sorumluluğu paylaşıyorlar” diye konuşmuş.
Sorunun sadece ülke içindeki gruplar arasında başlayacak diyalogdan ve yapılacak reformlardan gelebileceğini belirten Lukaşeviç şunları söylemiş:
“Dışarıdan gelecek herhangi bir askeri müdahale kesinlikle kabul edilemez. Bu arada insan hakları meseleleri de Suriye örneğinde olduğu gibi ülkelerin iç işlerine karışma gerekçesi yapılmamalı.”
Lukaşeviç, Fransa’nın Suriye’ye “insani yardım koridoru” önerisi hakkındaysa, “konuyu incelemeleri gerektiğini” söyleyerek daha ‘esnek’ bir tutum sergilemiş. Bunu da kuşkusuz birçok meselede birlikte çalışmak zorunda olduğu Batı’nın tümüyle tersine gitmeme düşüncesiyle yapmış.
Ancak, bu konudaki esnek tutumu, Moskova’nın Şam’a güçlü destek verdiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Nitekim, Şam’daki Esat yanlısı mitinglerinde Rus bayrakları dikkat çekiyor. Özetle, ABD İsrail’i her halükarda nasıl destekliyorsa, Rusya’nın da Arap Birliği’nin son karına rağmen Suriye’yi desteklemeye niyetli olduğunu görüyoruz.
Moskova elbette ki Şam’ı ‘şiddet’ ve ‘reformlar’ konusunda uyarıyor. Ancak, bu uyarının kıymeti, Washington’un İsrail’i Filistin topraklarında yasadışı yerleşim birimleri kurmaması konusunda ‘uyarmasının’ kıymetinden fazla değil.
Rusya’nın endişesi
Dünyanın her köşesine yayılmış süper güçler olarak ABD ve Rusya’nın Ortadoğu’daki nüfuz mücadeleleri elbette yeni değil. İsrail nasıl ABD’nin bölgedeki ‘uzantısı’ ise, Baas Suriye’si de Soğuk Savaş boyunca Rusya için öyleydi. Bu durum bugün de bir şekilde sürüyor.
Şam’ın Doğu Akdeniz’deki Rus donanmasına ev sahipliği yapması bunun en bariz göstergesidir. Özetle, en az Batı kadar bölgedeki diktatörlerle iç içe olan Moskova’nın Suriye’deki endişesinin ‘insani temelli’ olmadığı ortada.
Rusya’nın asıl derdi, ABD’nin ‘Arap Baharı’nı bahane ederek Ortadoğu’daki konumunu daha da güçlendirmesidir. Moskova, ‘Füze kalkanı’ meselesini de bu nedenle canlı tutuyor. Bu endişesi sürdükçe, Moskova’nın yalnız Suriye’ye değil, İran’a verdiği destek de sürecektir.
Arapları da artık ‘takmayan’ Esad’ın temel dayanaklarından biri de budur. Esad, Ortadoğu’da ABD-Rusya rekabeti sürdükçe, BM’den çıkacak olası “askeri müdahale” ve “yaptırım” kararları konusunda fazla endişelenmemesi gerektiğini biliyor. Bu durum, Esad rejimi ile ilgili tutumunu artık çekinmeden ortaya koyan Ankara’nın işini de zorlaştırıyor tabii.
Gidecek ama...
Rusya sonuçta, Suriye’ye karşı “liderlik” konumuna geçmiş olan Türkiye’nin de karşısında duruyor. Moskova’nın, “İnsan hakları meseleleri Suriye’nin iç işlerine karışma gerekçesi yapılmamalı” uyarısının, Ankara’nın Suriye söylemi ışığında, kimleri hedef aldığı ortada.
Uzun lafın kısası, kanlı veya kansız bir şekilde olsun, eninde sonunda gideceğine bizim de inandığımız Beşar el Esad’ın, buna rağmen Rusya’nın desteği sayesinde daha bir süre yerinde kalıp halkına silah doğrultmaya devam edebileceği anlaşılıyor.