Başakşehir bizim Süper Lig’de çok kötü maçlar oynadığı için, Sporting Lizbon maçından fazla umudum yoktu... Ama açıkcası karşımıza bu kadar dağınık, bu kadar korkak, bu kadar çaresiz, hatta bu kadar “aciz“ bir Başakşehir takımının çıkacağını asla beklemiyordum... Kötülüğün de bir ölçüsü olur... Başlangıçtan ilk yarının bitimine kadar sahada “kötünün de kötüsü” bir Başakşehir takımı vardı...
O Sporting Lizbon ki, ligde liderin 18 puan gerisinde... Şampiyonlar Ligi hayal... En önemli iki oyuncusu ilk onbirde yok... En değerli oyuncusu ara transferde gitti, hocası tribünde oturuyor, seyirci takıma küstüğü için tribünlerin yarıya yakını boş... Yani neresinden tutsanız elinizde kalan bir Sporting takımı...
Bu Sporting daha üçüncü dakikada bir korner atışında öne geçti... Sporting, stoperi Coates ile öne geçerken, Başakşehir korneri karşılamak için 8 oyuncusu ile ceza alanı içindeydi... Coates gol vuruşunu yaparken, 3
Galatasaray ikinci yarı ile birlikte “ballı-börekli” haftaları 6’da 6 yaparak, yani en ufak fire vermeden bitirdi. Büyük başarı... Ancak bu 6 maçlık galibiyet serisinde Galatasaray’ın en fazla zorlandığı, iyi futbola uzak kaldığı maç, bu son Yeni Malatya maçı oldu.
Son haftalarda, hatta son aylarda büyük bir düşüş yaşayan Malatyaspor maça “şaşırtıcı” biçimde iyi ve “şiddetli” biçimde presle başladı. Daha dakika dolmadan, saniyeler sayarken öne bile geçebilirlerdi. Galatasaray’da her sıkıntıda olduğu gibi, daha dakika bir, Muslera “Ben buradayım” dedi.
Soldan Bifouma’nın bindirmeleri, driplingleri, Galatasaray savunma anlayışını sarstı, salladı. Malatya orta alanda da presin ve müdahalenin şiddetini arttırınca Galatasaray oyun kurmakta, zorlandı, sinirlendi. Bir anlamda tuzağa düştü. Bu dakikalarda Lemina “Dokuz canlı canavar” gibi ortaya çıktı, “Uçana-kaçana” müdahele etti.
Galatasaray özellikle ilk yirmi dakikanın ardından Malatya’nın ortaya koyduğu
Haftanın açılış maçında Beşiktaş oyunuyla, istatistiklerle Başakşehir’i kelimenin tam anlamıyla “ezdi“, ancak tek golü atan Başakşehir galibiyeti kaptı... Maç sonrası Sergen Yalçın “istatistiklerle maç kazanılmıyor“ dedi. Gerçeğin ta kendisi bu… İstatistiklerle maç kazanılsa, ligin istatistik kralı Fenerbahçe her maçı kazanırdı… İstatistiklere göre ligin en fazla şut atan takımı Fenerbahçe ama, gördük ki ilk yarının son dakikasında Tolga‘nın yaptığı vuruşu, kimse kusura bakmasın “mahalle maçında“ oynayan herhangi biri bile yapmaz… Şutların kalitesi buysa istediğin kadar vur, nafile…
Süper Lig’in bir altındaki 1.lig maçları televizyondan yayınlanıyor… Fenerbahçe savunmasının yaptığı bireysel hataları, inanın 1. lig takımlarının savunma oyuncuları yapmıyor… Bir kaleci ceza alanını terkediyorsa, o topa kayıtsız, şartsız müdahale edecek, edemeyecekse çıkmayacak… Altay hem kalesini terketti, hem de gittiği topu karşılayamadı… Eee, Jailson son hamlede
Her mahallenin bir “Ağır Abi”si olur. Gücü bilinir, sözü, sohbeti dinlenir. Galatasaraylı olun ya da olmayın, Galatasaray’ı sevin ya da sevmeyin; sözkonusu Süper Lig ise, hele söz konusu “Şampiyonluk” ise, bu işin “Ağır Abi”si Galatasaray... Yarıştaki gücü, tecrübesi ve alışkanlıkları da bilinir, gücü de...
Nitekim “Ağır Abi”nin kararlılığını Kasımpaşa maçında gördük. Gerçi Kasımpaşa özellikle ilk yarıda Galatasaray karşısında bir “antrenman takımı” olmaktan öteye gidemedi. Buna rağmen Galatasaray işini sıkı tuttu. Falcao’nun yokluğunda Adem Büyük, büyük bir alternatif...
Feghouli’nin kritik maçlarda ortaya çıkmak gibi bir huyu var. İki hafta önce gözden düşen Linnes, oyunun başında sakatlanıp çıkan Saracchi’nin yerine önce oyuna girdi, öyle tahmin ediyorum ki, sonra da Fatih Terim’in gözüne...
Lemina, Galatasaray takımında resmen “orta direk...” Savunmada, hücumda her şey Lemina ile başlayıp, Lemina ile
Fenerbahçe “bal yapmayan arı“ gibi... Bir saniye durmadan “vızır vızır“ çalışıyor, daldan dala konuyor, dolaşıyor... Ama bakıyorsunuz kovanda bal yok... O zaman ne değeri kaldı bu kadar çalışmanın, bu kadar kendini parçalamanın...
Her maç aynı senaryo; Oyun üstünlüğü dahil, herşey Fenerbahçe‘nin... Ama sonuç, skorboard Fenerbahçe‘nin olmadıktan sonra bu üstünlüğün değeri de kalmıyor, karşılığı da olmuyor…
Ama sahada yeterli olan sadece oyun mu? Görüyoruz ki değil... Özellikle bu sezon sonuca maçı oynayan iki takımdan çok daha fazla etki edenler, katkı sağlayanlar var…
Üç penaltının verildiği, bir penaltı atışının tekrarlandığı, son dakikada çok ciddi bir penaltı tartışmasının yaşandığı maçta, elbette hakem öne çıkacak…
Alanya‘nın ilk penaltısı; Yok top yakından ele çarptı, top sekti, istem dışı oldu falan hepsi hikaye… Penaltı kararı doğru…
Penaltı tekrarı: Penaltıyı kurtaran kaleci Altay‘ın ayağı çizginin “kılpayı“
Galatasaray için bugün değil, tam 10 puan gerideyken defalarca yazıp söyledik. Defalarca, “Bu puan farkına bakmayın. Zirve yarışının en büyük adayı Galatasaray’dır” diye... İşte sonuç; Zirve ile o 10 puanlık fark, ikinci yarının ilk üç haftasında 5 puana indi.
Üstelik bu hafta Sivas-Başakşehir, F.Bahçe- Alanya maçları var. Galatasaray’ın üstündeki dört takım birbirleriyle oynayacak. Ya dördü birden puan kaybedecek ya da ikisi... Sonuçta Galatasaray zirvede önünde koşan takımlara bir-iki adım daha yaklaşacak. Yeter ki kendi maçlarını kazansın. Ancak şunu çok açık belirtmeliyiz; Galatasaray ligde hiçbir takıma nasip olmayan bir fikstür avantajıyla oynuyor. Kendi kazanarak, rakipleri puan dağıtarak Galatasaray’ın zirveye yaklaşmasına yardımcı oluyorlar
Galatasaray’ın müthiş bir bağışıklığı var. Öyle hastalık, sakatlık pek de etkilemiyor. Kabul, sallanıyor, sarsılıyor ama yıkılmıyor, yatağa düşmüyor. Türkiye’de şampiyonluklarla artık “yakın akraba” olmuş hocasıyla,
Trabzonspor için hep “o sene, bu sene” diyoruz... Bunu “laf olsun, torba dolsun” diye söylemiyoruz... Trabzonspor için; başarılı yönetimiyle, kaliteli ve uyumlu kadrosuyla, coşkulu taraftarıyla, Trabzon‘a gönül verenlerin desteği ile gerçekten “o sene bu sene” olabilir...
Aslında Fenerbahçe maçın senaryosunu yazsa, daha 1. dakikada golle buluşacağı aklına gelmezdi... Fenerbahçe’nin aklına gelmeyen başına geldi... Max Kruse o kadar kalabalık içinde topa çabuk hamle yaptı, akıllı vurdu ve adeta Fenerbahçe maça “avans” alarak başladı...
Fenerbahçe 1. dakikada öne geçti ama 1 saniyelik “uyuma” nın bedelini beraberlik golünü yiyerek ödedi... Ekuban’ın savunmanın arkasına yaptığı muhteşem asistin hakkını “Kuzey’in Yıldızı” Sörloth iyi verdi... Ofsayta düşmeden, savunmanın arkasına müthiş sarkarak, topun kontrolunun ve son vuruşu iyi yaparak “maçın kaderini” değiştirdi...
Elbette iki goldeki becerileri nedeniyle Max Kruse ve
Günümüzün futbolunda “takım oyunu“ ne kadar önemli olursa olsun, o takımın içinde ustalara - yıldızlara ihtiyaç var… Takım sıkıştığında kapıya kilidi sokacak, o kapıyı açacak, takımın geçmesini sağlayacak ustalara ve yıldizlara…
Konyaspor’un oyunu “al gülüm - ver gülüm“ oynadığı, Galatasaray’ın maçı “futbola çevirmeye“ çalıştığı dakikalarda iki usta ortaya çıktı… Önce Falcao, sonra Emre Akbaba…
Hadi, Falcao’nun golünde topun Aniçic‘e çarpıp köşeye yönlenmesi “şansın yardımı“ diye yorumlansa bile sonuç da ustalık taşıyan bir vuruştu… Hele Ömer Bayram‘ın asisti… Kabul edelim ki, Falcao’nun gol olan vuruşundan belki de daha etkiliydi...
İkinci gol ve Emre Akbaba… Emre Akbaba’nın dönüşü ile Galatasaray devre arasının en büyük transferini yaptı… Konya karşısında çabuk düşünmesi, çabuk vurması Galatasaray‘a ikinci golü getirdi…
Aslında