Şenol Hoca’nın kulakları çınlasın. Hafta içinde bir röportajını okudum; “Manken gibi arkadaşlarımız var ama kelecilik yapmıyorlar” diyordu. Adres belli; Karius’tu.
Beşiktaş kalecisi vefalı (!) adammış. Eski hocasını haksız çıkarmadı. Daha maçın başı, neredeyse kucağına gelen, üstelik, sektirecek kadar sert olmayan o şutu koltuğunun altından nasıl kaçırdı?
Diyorlar ki, “Karius, Şampiyonlar Ligi’nde Liverpool’u finale taşıdı.” Tamam da bana ne kardeşim... Ben Beşiktaş’taki Karius’a bakarım. Beşiktaş kalesinde de Şenol Hoca’nın dediği gibi “manken” gibi yakışıklı bir adam görüyorum da, maalesef Beşiktaş’ın büyüklüğüne yakışır bir kaleci göremiyorum.
Karius’un elbette maç içinde kurtardıkları var. Özellikle Fatih Aksoy ile karşı karşıya kaldığı pozisyon... Ama kabul edelim ki o pozisyonda Karius’un becerisinden çok, Fatih Aksoy’un vuruş acemiliği var.
Bu kadar Karius yazdık, Beşiktaş’ın golünde de Samassa, Karius’tan geri kalmadı. Burak’ın frikiğinde topu dışarı
Fenerbahçe’yi tebrik ederim... Ligin ilk yarısını bir deplasman galibiyeti ile kapattığı ve şampiyonluk umutlarını ciddi anlamda ligin ikinci yarısına taşıdığı için... Ancak kazanırken, eksiği, gerçeği görmek iyidir. Bu galibiyete rağmen yazacaklarım, umarım Fenerbahçe’ye gönül verenleri kızdırmaz...
-Fenerbahçe iyi mücadele ediyor, boğuşuyor... Ama “kartondan kale“ gibi bir savunması var... Dokunuyorsunuz, yıkılıyor... Süper Lig‘de şampiyonluk mücadelesi veren bir takımın bekleri arkasına bu kadar rahat, bu kadar sık adam kaçırır mı? Fenerbahçe’nin bekleri kaçırıyor.
-Zanka‘nın geçen yıl Premier Lig‘deki performansını aktarayım ve taktiri sizlere bırakayım. Oynadığı takım Huddersfield. Küme düştü. Üstelik 38 maçta ancak 16 puan toplayarak ve tam 28 yenilgi alarak. 76 gol yedi, - 58 averaja sahip oldu. Böyle bir takımın stoperini Fenerbahçe‘ye layık görenler kimse, teknik direktör mü, sportif direktör mü, ya da bir başkası mı, Başkan Ali Koç‘un yerinde olsam, bu
Fenerbahçe bütün maçları derbi niyetine oynasa, herhalde her sezonu şampiyonlukla bitirirdi. Fenerbahçe’nin derbilerin sonuçlarını bu kadar kontrolü altına alıp, diğer maçlarda akılda, hayalde, hesapta olmayan puanlar yitirmesinin futbolun tekniğiyle, taktiğiyle anlatılır bir tarafı yok.
Fenerbahçe, çoğu derbide olduğu gibi Beşiktaş maçına iyi başladı. Beşiktaş ilk dakikalarda Lens’in bindirmeleri ve hızıyla Fenerbahçe kalesinde şöyle bir göründü, sonrasında oyunu rakibine teslim etti.
Fenerbahçe’de şunu gördük ki, Ozan Tufan asla kenar adamı olamaz, asla kenarda oynamaz. Ozan orta alanın merkezinde o kadar etkili işler yaptı, rakip kaleye o kadar dikine gitti ki, Beşiktaş orta alanı Ozan’ı durdurmakta çaresiz kaldı. Attığı gol tek kelimeyle muhteşemdi.
Ozan’ın golünden önce Fenerbahçe’nin iki oyuncusu Tolga ve Gustavo’nun Diaby’ye faul yaptığını iddia edenler olacaktır elbette... Cüneyt Çakır, belki de uluslararası maçlardaki fiziki mücadeleyi de göz önüne
Süper Lig’in ilk yarısı haftaya bitiyor. Geride kalmakta olan 16 hafta boyunca “Bu kadar davetkâr, bu kadar rahat” iki takım savunmasını ilk defa gördüm. Özellikle ilk yarıda Göztepe savunması... O kadar geniş alanlar bıraktı ki, Galatasaraylı oyuncular, Florya’da bile bu kadar rahat gezemez. Ama Galatasaray, rakip savunmanın bu “davetkâr” görüntüsünü bile kullanamadı. Attığı gol zaten kendi becerisinden değil, Göztepeli Gassama’nın ayağından kendi kalesine gitti.
Galatasaray’ın bu kadar rahat oynadığı, bir uzun topla pozisyon bulduğu dakikalarda Babel çok etkisiz kaldı. Düşündüm, hafta içinde parası üç gün geç kaldı diye Galatasaray Kulübü’ne protesto çeken bu Babel değil mi? Keşke Galatasaray’ın da “paranı verdik, oynasana be kardeşim” diye Babel’e protesto çekme şansı olsa...
İkinci yarıda aynı “davetkâr” tavırlar Galatasaray savunmasından geldi. Göztepe’nin oyunu 2-1’e getirdiği dakikalarda skor çok açık
Galatasaray’ın ağır hasarla çıktığı PSG maçından sonra ligde altı maçtır yenilen, bu altı maçta tam 16 gol yiyen, “kolu-kanadı” kırık Ankaragücü ile oynaması, ayağa kalkması, kendini toparlaması, camia ile barışması adına müthiş, hatta bulunmaz bir fırsattı. Galatasaray bunu bile kullanamadı. Rakip 10 kişi kalmışken, üstelik 2-0 önde oynarken, 2-2’ye yakalanmasının anlatılacak, savunulacak, mazeret bulunacak bir tarafı olamaz. Futbolda her sonuç var ama bu yok. Bu kadarı fazla, hatta rezalet...
Maç öncesi ödül almak için Melo sahadaydı. Keşke o Melo ruhunun, o Melo direnişinin kırıntısı bugünün Galatasaray’ında, o şerefli formayı giyen futbolcularda olabilse... Galatasaray tam bir “emekli cenneti” olmuş.
Allah aşkına, oyun 2-0 giderken, rakip bir eksik oynarken, maçın son dakikaları gelmişken, Marcao’nun yaptığı penaltı yapılır mı? Bu kadar acemilik olur mu? Böyle bir penaltıyı bırakın Galatasaray stoperinin yapmasın, iddia ediyorum, amatör bir takımın stoperi bile yapmaz. Vallahi yapmaz, billahi yapmaz.
Maçın 90+1
Galatasaray’ın iştahı ve niyeti iyi olursa, sorun yok, kazanır. Belli ki hafta içinde yedeklerin “Tuzla faciası” kendilerine ders oldu mu bilemem ama, ustaları ciddi şekilde uyarmış olmalı ki, sahaya çıkan 11 iyi bir başlangıç yaptı.
Nitekim daha 5. dakikada bir duran top organizasyonunda Adem’in kafasından gol geldi. VAR’ın ofsayt gerekçesi ile iptal ettiği bu gol, VAR’a rağmen çok su kaldırır. Çok kritik bir pozisyon, “kılpayı” bir pozisyon, VAR’a rağmen çözmenin ve doğruyu bulmanın gerçekten çok zor olduğu bir pozisyondu.
Galatasaray’ın bu istekli başlangıcı, Marcao’nun iyi hamleleri, Nagatomo’nun soldan iyi toplar taşıması ile penaltıya kadar, yani 20. dakikaya kadar devam etti. Sonrası “Eski hamam, eski tas...”
Penaltı demişken, Alanyalı oyuncular bu penaltı kararına niye itiraz ettiler anlamadım. N’Skala iki kolunu açmış “çiftetelli” oynuyor, penaltı daha nasıl olacak?
Bu penaltı sonrası Alanya kendini bulmaya başladı, oyuna bir denge geldi. Fernandes kendine oynamasa, sağ kenarda Efecan biraz daha
Maça Vedat Muriç’ten başlayalım... Adam ekmeğini taştan çıkartıyor... Attığı ilk golde, sanıyorum Toure‘nin tabanına ayağını soktu, topu uzak köşeye bıraktı... Attığı ikinci golü resmen yoktan varetti... Önce yüzde yüz rakbin kontrolünde olan topu çaldı, sonra kaleci Ertaç’ın altından sol ayağıyla ağlara yolladı. Vedat Muriç futbolun ağır işcisi, gol yollarının beleşcisi değil...
İlk gol demişken. Isla mutlak ofsaytta... Ama VAR çizgi bile çekmedi. Meraklandım, Bülent Yıldırım ile Deniz Çoban‘a sordum... “Ofsayt kuralında ‘bilerek oynama’ diye bir madde var. Rakibin hamlesi olunca, ofsayt söz konusu olmuyor... Geçen yıl da İstanbul’da ligin 3. haftasında Antalya‘nın Beşiktaş‘ı 3-2 yendiği maçta Doukara böyle bir gol attı“ dediler ve hakem Ali Şansalan ile yardımcı İsmail Şencan‘ın çok iyi bir uygulama yaptığını belirttiler...
Sanırım, çok uzun yıllar sonra her golü “mükemmel“ olan bir maç izledik. Gençlerbirliği‘ni öne
Sinemaya gidersiniz, filmden önce yarım saat reklamlar oynar… Reklamların biri biter, bir diğeri başlar… Trabzonspor - Galatasaray maçının ilk yarım saatini de kendinizi reklamları izlemiş gibi kabul edin… Çünkü futbol bu yarım saatte sahaya uğramadı…
Hatta ilk yarıda “seninle bir dakika“ diyeceğimiz 43. dakika dışında akılda kalan birşey olmadı… Ama 43’te Pereira’nın kafayla indirdiği pozisyonda Sörloth bir adım geç kalınca boş kaleye topu vuramadı… Dönen topta vuruş ustası Belhanda, kaleci Uğurcan ile karşı karşıya kaldığı pozisyonda kaleyi bulamadı… İlk yarı için hepsi bu…
Ama ikinci yarıda reklamları falan unutun… Sahada kazanmayı amaçlayan iki takım izlemeye başladık… Trabzonspor ilk yarıda az adamla Galatasaray ceza alanı çevresinde görünürken, bu kez daha kalabalık, daha cesur gelmeye başladı…
Sosa duran top kullanıyorsa dikkat kesileceksin… Topu öyle kesiyor ki, rakip savunma adeta çaresiz kalıyor… İşte böyle bir frikik atışında Kuzey‘in yıldızı