Geçen salı (30 Haziran) gece yarısı, IMF’ye 1.6 milyar euro’luk borucunu ödemesi gereken Yunanistan için olduğu gibi, P5+1 grubu ile nükleer anlaşmaya varması beklenen İran için de kritik bir saatti...
Yunanistan yükümlülüğünü yerine getiremedi, kriz daha da vahim bir aşamaya girdi.
İran ile muhatapları arasındaki müzakereler, verilen süre içinde tamamlanamadı; ama süreç kesilmedi, taraflar “uzatma”ya gitmeyi tercih etti. Yeni -ve son- tarih: 7 Temmuz Salı günü.
Tesadüfen Yunanistan’a ve İran’a anlaşmaya varmaları için verilen süre aynı anda doluyordu. Ama açıkçası dünyanın gözü kulağı iflasın eşiğine gelen Atina’ya çevrilmişti. İran’la müzakerelerin yapıldığı Viyana’dan gelen bir haftalık uzatma haberi ise rahatlatıcı idi...
Ama bu, 13 yıldır devam eden ve zaman zaman bir savaş tehlikesini yaratan İran krizinin daha az önemli olduğu anlamına gelmiyor...
Taslak hazır
Aslında ortada P5+1 ile İran arasında geçen nisan ayında varılmış olan bir anlaşma “taslağı” var. Son pazarlıklar bu çerçeve içinde, teknik birtakım detaylar üzerinde cereyan etti. Şimdiki “uzatma”da da bunlar tartışılıyor.
Geçen nisanda Lozan’da parafe edilen mutabakat, aslında krize son verecek temel unsurları içeriyor. Gen
Yunanistan için gün ülkeyi kimin veya hangi nedenlerin bu feci haline getirdiğini tartışma günü değildir.
Artık gelinen noktada Yunanistan’ı kimin nasıl kurtaracağını soğukkanlılıkla değerlendirmek lazım.
Şimdi hem Yunanlılara hem de onlara yardım eden örgütlere ve ülkelere düşen başlıca sorumluluk, inatlaşmayı bırakmaktır.
Evet, son günlerde iki tarafın sergilediği inatlaşma çözüm yolunu tıkadı.
Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’den oluşan “kreditörler”, Yunan Başbakanı Aleksis Çipras’ın sunduğu “kemer sıkma” programını yetersiz bulup reddettiler. Onlara göre, Yunanistan’ın ekonomisini toparlaması -ve astronomik dış borçlarını ödeyebilmesi- için, kemerlerini çok daha fazla sıkması şart. Bu fikirle kreditörler çok acı bir reçete içeren bir planı kabul ettirmek istediler. Ama bu kez de Çipras restini çekti ve müzakerelere son verip halk oylamasına başvuracağını ilan etti.
Halk “ohi” derse...
Dünyanın üç kıtasında geçen hafta gerçekleşen “kanlı cuma”, IŞİD kaynaklı terörün hiç sınır tanımadığını gözlerin önüne serdi.
IŞİD bu eylemleriyle dünyanın çeşitli yerlerine ulaşacak kapasitede olduğunu kanıtladığı gibi, hedeflerinin çok farklı olduğunu -ve böylece küresel bir tehdit oluşturduğunu da- göstermiş oldu.
Geçen cuma günkü hedeflerden biri Müslüman bir ülke olan Tunus’un Sus kentindeki yabancı turistlerdi. Diğer bir hedef gene Müslüman bir ülke olan Kuveyt’te, azınlıktaki Şiilere ait bir camiydi (hem de ramazanda). Nihayet üçüncü hedef de nüfusunun büyük kısmı Hıristiyan olan Fransa’da, Lyon kenti yakınlarındaki bir sanayi tesisiydi...
Saldırıları -ve kafa kesme gibi vahşetleri- daha çok Irak ve Suriye’de görülen IŞİD’in son zamanlarda eylemlerini giderek dünya çapında yayması artık herkes için bir kâbus oluyor. Bu korkunun bir nedeni de hangi ülkede, kimin saldırılara hedef olacağının kestirilememesidir.
Amaç ne?
IŞİD’in bu stratejiyi uygularken, benimsediği ideolojik bir inanç ve belirlediği bir amaç var tabii. Örgüt Asya’dan Kuzey Afrika’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada halifelik -ve kendi koyduğu adıyla bir İslam devleti- kurmak istiyor. IŞİD
IŞİD’in Kobani’ye karşı giriştiği beklenmedik saldırı hakkında dışarıda yapılan değerlendirmeler özellikle şu iki nokta üzerinde odaklanıyor:
1) Son günlerde Kuzey Suriye cephesinde bazı kayıplara uğrayan IŞİD, buradaki varlığını ve gücünü göstermek için böyle sansasyonel bir baskını gerçekleştirdi. Kobani’nin aylar süren çatışmalardan sonra Kürt YPG güçleri tarafından IŞİD işgalinden kurtarılmış ve “Kürt gücü”nün bir sembolü haline gelmişti. IŞİD bu kez farklı bir yöntemle saldırdığı Kobani’nin hâlâ erişebileceği bir hedef olduğunu kanıtlamayı amaçlamıştır.
2) IŞİD Kobani baskınında çoluk çocuk, sivil halkı hunharca vurmakla, gelmiş geçmiş hemcinslerinden daha vahşi ve acımasız olduğunu gözlerin önüne serdi. IŞİD bu niteliğiyle de bölge ve insanlık için bir tehdit ve bela oluşturuyor... Ne var ki ne bölge ülkeleri ne de dış dünya bu tehditle baş edecek halde değil. Bu alışılagelen, klasik bir savaş türü değil. Sınırlı bir şekilde sağlanan uluslararası işbirliği de maalesef bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya yetmiyor.
***
IŞİD’in Kobani baskınına ilk tepkiler arasında, saldırganların o bölgeye Türkiye’den gizlice sızdıkları iddiası yer aldı. Ankara bu haberleri anında yalanladı ve haksız
Son günlerde Kuzey Suriye cephesinden gelen haberler PYD’nin askeri kanadı YPG’ye mensup Kürt savaşçılarının IŞİD’e karşı kazandığı zaferlerden söz ediyordu.
YPG güçlerinin stratejik Tel Abyad kentini IŞİD’in elinden alması, 6 ay önce Kobani’yi kurtarmasından sonra sağladığı ikinci büyük askeri başarı sayılıyordu. Şimdi bu güçler, IŞİD’in kalesi sayılan Rakka kentine doğru ilerliyordu. PYD/YPG’nin sahadaki bu kazanımları sonunda Kuzey Suriye’de oluşan Kürt kantonlarının birleşeceği ve bölgede bir özerk Kürt varlığının ortaya çıkacağı söyleniyordu...
Böyle bir ortamda dün cepheden gelen haberler, IŞİD’in son zamanlarda uğradığı bazı yenilgilere rağmen karşı saldırıya geçmek gücüne sahip olduğunu gösterdi.
Kobani şoku
En büyük sürpriz -ve Kürtler açısından en ciddi şok- IŞİD militanlarının -YPG kılığına girerek- Kobani’ye sızmaları ve orada patlattıkları bombalarla çok sayıda insanı öldürmesi ve yaralaması oldu. Geçen yılki cesur direnişiyle adeta bir sembol olan Kobani’nin tam normal yaşama dönmek üzere iken IŞİD’in hedefi olması bu cephede kazanılan askeri zaferlerle de huzur ve istikrarın tam sağlanamadığını ortaya koydu.
IŞİD bu cephede geri çekilmek zorunda kaldığında dahi, farklı
İflasın eşiğine gelen Yunanistan’ın son dakikada sunduğu 11 sayfalık bir plan, havayı değiştirdi. Başbakan Aleksis Çipras’ın Avrupa Birliği’nin ve Uluslararası Para Fonu IMF’nin dahil olduğu kreditörlere ilettiği yeni reform programı sayesinde, ekonomik çöküntüden kurtulacağa benziyor.
AB ülkeleri liderleri ve IMF yöneticileri şimdi bu planın esasları üzerinde varılabilecek teknik anlaşmanın ayrıntıları üzerinde çalışıyorlar.
Bu anlaşmanın gerçekleşmesi halinde Yunanistan IMF’ye bu ayın son günü ödemesi gereken 1.6 milyar euro’luk borç taahhüdünü yerine getirebilecek.
Aslında Yunanistan’ın IMF’ye şu sırada borcunu ödeyecek takati yok. Yunan hazinesi tamtakır, Yunan halkı perişan. Çipras hükümeti “borcunu borçla ödemek” zorunda.
Borcu borçla ödemek
Yunanistan Almanya’nın ve diğer bazı Avrupa ülkelerinin başını çektiği kreditörlerden bu dönem için 7.2 milyar euro’luk bir borç dilimi konusunda anlaşmıştı. Ancak Yunan ekonomisinin son zamanlarda hiçbir düzelme kaydetmemesi, aksine giderek uçuruma doğru sürüklenmesi karşısında kreditörler bu fonu “serbest” bırakmamayı ve Çipras yönetiminin daha sıkı tasarruf politikaları uygulamasını beklemeyi kararlaştırdılar.
Bu arada
Türkiye’de siyaset bugünden itibaren “sıcak bir yaz”a giriyor.
7 Haziran seçiminde dört partiden seçilen 550 milletvekilinin bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde törenle yemin etmesinden sonra, Meclis Başkanlığı için turlar başlayacak. Adaylar arasındaki bu 5 günlük yarışın ardından Cumhurbaşkanı yeni başbakan adayını yeni hükümeti kurmakla görevlendirecek. Bunun gerçekleşmesi için öngörülen 45 günlük sürede, yeni yönetim için çeşitli ortaklık seçenekleri üzerinde yoğun pazarlıklar cereyan edecek...
Son genel seçimler Türk siyasetine “koalisyon gerçeği”ni getirmiş bulunuyor. Aslında Türkiye demokrasilerde sıkça görülen koalisyonlara pek yabancı değildir. Ne var ki geçmiş yıllarda bu alanda yaşanan deneyimler çoğu zaman sıkıntılı olmuştur.
Ancak bir genelleme yaparak koalisyonlara hep olumsuz bakmak ve bu tür ortaklıklarla ülkenin yönetilemeyeceğini sanmak da yanlıştır. Pek çok demokratik ülkenin bu konudaki tecrübesi de bunu doğruluyor.
Fırsat da olabilir...
Türk siyasetinin son seçimlerden sonra geldiği nokta, koalisyonu zorunlu hale getirdi. Bundan korkmamak lazım. Aksine, bu sistemi başarılı kılmak ve demokratik olgunluğu sağlamak için, bir “koalisyon kültürü” geliştirmek gerek.
Bu
Seçimlerden sonra Türkiye’nin dış politikası ne olacak? Bu alanda bazı değişiklikler beklenebilir mi?
Yabancı diplomatlar ve analistler şimdi bu soruya yanıt arıyorlar.
Konu Türkiye ile ilişkilere değer veren Batılı veya Doğulu pek çok hükümet için olduğu kadar, yabancı yatırımcılar için de büyük önem taşıyor.
Bütün bu çevreler sağlıklı bir tahmin yapmak için zamanın henüz erken olduğunun farkında. Çok şey gibi, bu da Ankara’da nasıl bir hükümet kurulacağına, kimin kiminle bir koalisyon oluşturacağına bağlı.
Ancak konunun genel çizgileri üzerinde bazı değerlendirmeler yapmak mümkün. Nitekim bunu yapan yabancı çevrelerin şimdiden dile getirdikleri bazı beklentiler var.
Üslup farkı