Türkiye, İran’la uzun müzakerelerden sonra nükleer silah yapımını yasaklayan ve aynı zamanda ona karşı ekonomik yaptırımları kaldıracak olan anlaşmaya varılmasından memnunluk duyan ülkeler arasında yer alıyor.
Nitekim bu olayın Türkiye’deki çeşitli çevrelerde yeni umutlar yarattığı görülüyor. Bunların başında gelen de ekonomik çevrelerdir.
Kuşkusuz İran’ın ambargodan kurtulması ve ekonomisini güçlendirmesi, onu ticaret ve yatırımlar için potansiyel bir iş ortağı haline getiriyor.
Türkiye’nin İran’la ticari ilişkileri, son yıllarda yaptırımlar dolayısıyla istenen düzeye erişemedi. Ama şimdi yaptırımların kalkmasıyla bir patlama bekleyenler var. Aynı şekilde Türk girişimcilerinin İran’da katılabileceği büyük yatırım projeleri için de olduğu gibi...
Hızlı ve kolay olmayacak
Bu tür değerlendirmeler kulağa hoş geliyor. Gerçekten Türkiye, İran’ın önde gelen bir ticaret partneri olabilir. Ama bunun anlaşmanın yürürlüğe girmesiyle birlikte hemen gerçekleşmesini beklememek lazım...
İran’la varılan nükleer anlaşmanın ardından dünyada hararetle tartışılan soru, bunun Tahran’ın iç ve dış politikalarını nasıl etkileyeceğidir.
Bu konuda iki düşünce ekolü var.
İyimser düşünceye göre, nükleer anlaşma İran’a dünyayla bütünleşmek imkânını verecek.
Ekonomik alanda, yaptırımların kalkmasıyla İran kalkınma hamlelerine girişecek ve halkın yaşam düzeyini yükseltebilecek.
Siyasi alanda, Tahran Batı ve ABD ile yakınlaşacak, bölgesel bir güç olarak ortaya çıkacak. Bu da kendisine özellikle Ortadoğu’da daha aktif roller oynama fırsatını sağlayacak.
Bu görüşü savunanlar, İran’ın dünya ve özellikle Batı ile entegre olmasının iç politikasında da değişikliklere yol açacağı kanısındalar. Bu durum Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin birtakım siyasi reformlar gerçekleştirmesi için elini güçlendirecek, yani İran’da rejim yumuşayacak, halk rahatlayacak...
İran’da bu konuda güçlü bir umut ve inanç var. Nitekim anlaşma haberi üzerine Tahran ve diğer kentlerde büyük kalabalıkların sokaklara dökülüp bu olayı coşkuyla kutlamaları da bunu gösteriyor.
Ve nihayet anlaştılar...
P5+1 grubu ile İran Dışişleri Bakanlarının 22 ay süren nükleer görüşmeler sürecinin son 17 gününde geceli gündüzlü yaptıkları çetin pazarlık, toplam 180 sayfalık bir belgeye attıkları imzalarla noktalandı.
Bu tarihi anlaşma, her şeyden önce, diplomasinin bir zaferidir. Nükleer kriz nedeniyle çatışmanın eşiğine gelen ülkeler, uzun müzakerelerde gösterdikleri kararlılık ve sabırla, en kritik uluslararası sorunların üzerinde uzlaşmanın mümkün olduğunu gözlerin önüne serdiler.
Bu anlaşma ile ilk kez bir devlet nükleer silah üretmeye yönelik herhangi bir çalışma yapmayacağını taahhüt ediyor. İran gibi yıllar boyunca Batı’ya ve dünyaya meydan okuyan bir ülkenin böyle bir angajmana girmeye razı olması, önemli bir olay. Tabii böylece rahat bir nefes alan dünya için de...
İran bu tavizi, çok önemsediği bir şart karşılığında verdi: O da ülkenin belini büken ekonomik ambargonun (yani yaptırımların) kaldırılması... Viyana’da imzalanan anlaşma İran’ın nükleer silah yeteneğini geliştirmekten vazgeçmesi ile, ona karşı uygulanan mali ve ticari kısıtlamalar arasında bir denge kuruyor.
Kazan-kazan dengesi
Bu bağlamda anlaşma, diplomatik deyimiyle, bir
Euro bölgesi ülkeleriyle Yunanistan arasında Brüksel’de 17 saat süren çetin müzakerelerden sonra varılan anlaşmanın Yunan tarafı için anlamını şu tek kelime ile ifade edebiliriz: Teslimiyet...
Gerçi dün sabaha kadar görüşmeleri yürüten Avrupalı liderler, varılan sonucu karşılıklı anlayışa dayalı bir uzlaşma olarak nitelendiriyorlar, ama gerçek, başta Almanya olmak üzere Euro bölgesi ülkelerinin esas talep ve şartlarını Başbakan Aleksis Çipras’a empoze ettiğidir. Diğer bir deyişle, eli mahkûm olan Yunan lideri, Avrupalı ortaklarına (ve müzakerelere katılan IMF’ye) teslim olmuştur.
Gelinen çok kritik noktada Yunanistan’ın gerçekten yapacağı fazla bir şey kalmamıştı.
Çipras bir hafta önce, referandumda halkına “hayır” dedirttiği kemer sıkma şartlarına bu hafta sonu “evet” dedi. Ama bu dahi kreditörleri tatmin etmedi. Onlar için önemli olan, Yunanistan’ın muhakkak mevcut borçlarını ödeyeceğini garantilemekti. Bu da sadece Yunanistan’a yeniden borç vermek veya Yunan halkını bazı yeni fedakârlıklara zorlamakla olacak bir iş değildi.
Bu yüzden Çipras’ın referandum’dan sonra geri adım atması yetmedi. Sonunda Atina, hiç hesapta olmayan çok ağır şartlara boyun eğdi.
Düyun-u
Çin’in Şincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan Türk ve Müslüman kökenli halkın etnik ve dinsel ayrımcılığa ve baskılara maruz kaldıkları gerekçesiyle Türkiye’de düzenlenen protestoların yarardan çok zarar getirdiği görülüyor.
Bir kere sokaklara dökülenlerin giriştikleri eylemler tam bir rezillik. Çinli sanıp Koreli turistleri tartaklamak, sahibi Türk olan Çin lokantasına saldırmak, fahri Konsolosu Türk olan Tayland’ın İstanbul’daki konsolosluğu basmak gibi...
Bu saçmalığın bedeli şu: Çinli ve Koreli turist bu şartlarda Türkiye’ye gelmez... Ekonomik ilişkiler bundan zarar görür... Türkiye’nin dış itibarı sarsılır...
Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu ay sonunda Çin’e yapması beklenen ziyaret öncesinde bu eylemler, bu ülke ile önemsenen ilişkileri de gölgeliyor. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanının ziyareti arzulandığı kadar rahat gerçekleşmeyebilir.
Oysa Ankara Çin’le işbirliğine, askeri alanda dahil, stratejik bir boyut kazandırmak arzusunda... Şimdi durup dururken Türkiye’de “Uygur sorunu”nun gündeme getirilmesi ve şiddete varan protestoların düzenlenmesi, zamanlama olarak da çok ters...
Şincan’da durum
Yunanistan krizinin geldiği kritik nokta, sadece bu ülkenin değil, Avrupa’nın da geleceği konusunda ciddi kaygılara yol açıyor.
Bu kaygıların biri ekonomik, diğeri siyasal iki yönü var.
Ekonomik bakımdan Yunanistan’ın astronomik (toplam 323 milyar euro) dış borçları ve gene çok büyük miktarda yeni yardım talebi özellikle AB’yi ve onun içindeki Euro grubunu bir açmazla karşı karşıya bırakıyor. Kreditör ülkeler ve kurumlar artık Yunanistan’a bir “dipsiz kuyu” gözü ile bakıyorlar. Yeni yardımlar konusunda ciddi tereddütleri var.
Üstelik karşılarındaki Çipras hükümeti de alacaklıların veya kreditörlerin şartlarını da kabul etmek istemiyor.
Bu durumda Yunanistan kendi haline terk edilirse, Euro bölgesinden çekilmek ve drahmi’ye dönmek zorunda kalabilir. Bu ise “Avrupa projesi için çok ağır bir darbe olur. Bu bir “domino etkisi” ile İspanya, Portekiz gibi ülkeleri de peşinden sürükleyebilir.
Bu da AB’de ekonomik-mali entegrasyona ve tek para birimine umutlarını bağlayanlar için acı bir yenilgi olur.
Hani dayanışma?
İşin siyasal yönüne gelince: Yunanistan’ın yardım ihtiyaçlarının karşılanmaması, AB’nin ve Euro grubunun dayanışma ilkesinin rafa kaldırılması anlamına gelir. Yunanistan’ın esas soru
Yunanis- tan’daki referan- dum’dan çıkan sonucun anlamı açık: Halk Avrupa’nın kendisine dite etmeye çalıştığı yeni kemer sıkma tedbirlerine karşı çıkıyor ve kreditörlere meydan okuyor.
Aslında referandum Yunanlılara iki ucu pis bir değnek olarak sunuyordu: “Ohi” (hayır) da dense, “Ne” (evet) de dense, ülke iflasın eşiğinden kolay dönemeyecek, halkın perişan hali devam edecekti.
Bu nedenle önemli bir çoğunluk, “ne olacaksa olsun, bari onurumuzu kurtaralım” düşüncesiyle hareket itti ve sonuçta bir “Ohi” çekmeyi tercih etti. Oysa referandum öncesi yapılan nabız yoklamalarında “hayır”larla “evet”ler başa baş gidiyordu. Sandıklar açıldıktan sonraki röportajlarda pek çok kişinin “kendimizi asla ezdirmeyeceğiz” deyip “ohi”den bir gurur payı çıkardıkları görüldü.
Yunanlılar bu referandum’da ister hisleriyle veya ister akıllarıyla tercihlerini kullanmış olsunlar, gerçek şu ki, bu sonuç ülke için -ve aynı zamanda Avrupa Birliği için- belirsizliklerle dolu yeni bir dönem başlatıyor.
Zor süreç
Şimdi mesele bu süreçte tarafların nasıl hareket edeceği ve sonuçta bir uzlaşmaya gidip gitmeyeceğidir.
Çipras referandum’da kazandığı zaferle elini güçlenmiş hissedecektir. Son beyanlarına bakılırsa, şimdi
Yunan halkı “Ohi” (hayır) ile “Ne” (evet) arasında kutuplaşmış durumda.
Yarınki referandum konusunda yapılan nabız yoklamaları, kararsızlar dışında çoğunluğun neredeyse eşit derecede bölündüğünü gösteriyor.
Kısaca hatırlatalım: “Evet” diyenler AB’nin en son önerdiği “kemer sıkma” programını kabul etmiş, “Hayır” diyenler de bunu reddetmiş olacaklar.
Ama halkta kafalar karışık. Yunanistan’ın euro bölgesinde kalmasını, AB ile işbirliğini sürdürmesini isteyen pek çok Yunanlı var. Ama bunların önemli bir kısmı da AB’nin empoze etmeye çalıştığı “kemer sıkma” şartlarına karşıdırlar.
Başbakan Çipras bütün ağırlığını “Ohi” için ortaya oydu. Ona göre AB’nin kabul ettirmek istediği plan, Yunanlılar için aşağılayıcı ve haysiyet kırıcıdır... Halk bunu reddederse, kendisi AB’yi kabul edilebilir bir anlaşma için ikna edebileceğini umuyor. Buna karşılık, sandıktan “evet” çıkarsa, hükümetin istifa edeceği uyarısında bulunuyor.
Birbirinden beter
Aslında Yunanistan birbirinden beter iki seçenekle karşı karşıya. “Evet” derse, AB’nin çok ağır şartlarını yerine getirmek zorunda kalacak. Halk zaten son zamanlarda kemerleri epeyce sıktı; bundan böyle kemerde (yer kalmışsa) yeni delikler