Türkiye ile ABD arasında IŞİD’e karşı ortak mücadeleye ilişkin varılan mutabakatta bazı boşlukların veya muğlak hususların bulunduğu anlaşılıyor.
Bunlardan biri, Suriye’nin kuzeyinde bir “güvenli bölge”nin kurulmasıyla ilgili.
Bu konuda Ankara’da ve Washington’da son günlerde yapılan açıklamalar, görüş ayrılıklarının sürdüğünü gösteriyor.
Ankara’nın öteden beri Türk sınırı yakınında bir güvenli bölgenin oluşturulmasını istediği ve özellikle ABD’yi bu yönde ikna etmeye çalıştığı malum.
Hükümetin bu konudaki ısrarının çeşitli nedenleri var: Son zamanlarda sıkça dile getirilen sebep “göçmen akını” ile ilgili. Böyle bir bölge oluşturulursa, Türkiye’ye sığınmak isteyen Suriyeli mülteciler, kuzeydeki kendi topraklarında geçici olarak yerleşecek, Türkiye’nin karşılaştığı bu ağır sorun da hafiflemiş olacak.
Diğer bir neden de Türkiye’nin sınır boyunca, IŞİD ve diğer terör gruplarını görmek istememesidir. Bu aynı zamanda Ankara’nın arzulamadığı “oldubitti”lerin de önünü kesecektir.
Bizler maalesef her gün yurdun çeşitli yerlerinden gelen terör saldırıları, çatışma ve ölüm haberleriyle yatıp kalkıyoruz.
Ancak bu olaylar öyle boyutlara ulaştı ki aynı haberler dış medyada da yer alıyor, yabancı yetkililer ve analistler tarafından dikkatle izleniyor.
Ne yazık ki bu kara haberler dış dünyada Türkiye hakkında hiç de iyi bir imaj yaratmıyor. Aksine, bu şiddet dalgası kaotik ve istikrarsız bir Türkiye algısına yol açıyor.
Ekonomik etki
Endişe verici nokta, bu olayların şimdiden siyasal ve ekonomik yansımalarının hissedilmesidir.
Bunun en belirgin izdüşümü ekonomi alanında görülüyor.
Tırmanan şiddet görüntüleri (bu arada İstanbul’daki ABD Başkonsolosluğu’na karşı girişilen saldırı) turizme ağır bir darbe indirecek nitelikte. Nitekim bazı yabancı hükümetlerin kendi vatandaşlarına Türkiye’ye seyahat etmemelerini tavsiye ettikleri anlaşılıyor.
Bu huzursuzluk ve belirsizlik daha böyle sürerse, dış yatırımların da bundan etkilenmesi ve bir durgunluk aşamasına girilmesi endişesi de var.
Kuzey Suri- ye’deki kaotik ortamda, Kürt siyasi hareketi PYD’nin durumu, IŞİD’e karşı mücadelede el ele veren Türkiye ve ABD için bir ikilem oluşturuyor.
Aslında Ankara’nın ve Washington’un PYD’ye (Demokratik Birlik Partisi) ve onun askeri kanadı YPG’ye (Halk Koruma Birlikleri) karşı görüşleri birbirlerinden oldukça farklı. Ancak son olarak artan IŞİD tehdidi karşısında, iki müttefik İncirlik hava üssünün kullanımını da kapsayan yeni mutabakatın PYD ile ilgili pozisyonlarında bir “ince ayar” yapmış bulunuyorlar.
Temel pozisyonlar
ABD’nin şimdiye kadar PYD-YPG karşısında takındığı tavrı belirleyen, “IŞİD faktörü” olmuştur.
PYD, Esad rejiminin Kuzey Suriye’deki boşluğundan yararlanarak bölgede kendi kantonlarını kurma stratejisinde, IŞİD güçleriyle karşılaşmıştır. IŞİD’in gücünü kırmayı amaçlayan ABD, bu durumda PYD-YPG’yi kendi doğal müttefiki olarak görmüş ve cihatçılara karşı savaşan Kürt güçlerine hava bombardımanı dahil her türlü desteği sağlamıştır. ABD şimdi de Kuzey Suriye’yi IŞİD’den temizleme stratejisinde, savaş alanında (yani karada) başarı gösteren YPG’ye güveniyor.
Türkiye’nin PYD-YPG karşısındaki tutumunu ise, esas “PKK faktörü” belirliyor. PYD-YPG’yi PKK’nın bir uzantısı
Bu ayın başında Cumhur-başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 29 Temmuz’da Çin’i ziyaret edeceği bildirildiği sırada, Türkiye’de Çin’e karşı Uygur Türklerine dini baskılar uygulandığı gerekçesiyle yoğun bir kampanya yürütülüyordu. Gösterilerde Çinli sanılan Koreli veya Uzakdoğulu turistlere saldırıldığı da herkesin hatırındadır.
Tabii Çin makamları bu manzaradan hoşlanmamış ve karşı atağa da geçerek Türkiye’nin bazı Uygur militanlarının Suriye’de IŞİD’in saflarına katılmalarına yardımcı olduğunu öne sürmüştü.
Bir ara böyle bir gerginlik içinde Erdoğan’ın ziyaretinin gerçekleşemeyeceği söylentileri de dolaşmıştı.
Ancak Cumhurbaşkanı bu kez yatıştırıcı demeçler vermiş, Şincan Uygur Özerk Bölgesi’ne gönderilen Anadolu Ajansı muhabiri de ramazanda iddia edildiği gibi oruç ve ibadet özgürlüğünün kısıtlanmadığını bildirmişti.
Sonuçta tansiyon düşmüş, Cumhurbaşkanı rahat bir havada gezisini yapmıştır.
Hassas konu
Cumhurbaşkanı Türkiye’deki Uygur Türkleriyle ilgili duyarlılığa rağmen “sorun”un Türk-Çin ilişkilerini gölgelememesine özen göstermiştir. Böylece Türkiye stratejik bir değer atfettiği bu ilişkilerde, bir “reel politik” -yani gerçekçi bir politika- örneğini vermiştir.
Ankara açısından bu ilişki
Türkiye bugünlerde Suriye sınırı boyunca yer yer tel örgülü, elektronik donanımlı duvarlar örüyor, derin hendekler kazıyor... Amaç Suriye’den Türk topraklarına özellikle IŞİD teröristlerinin sızmasını engellemek.
Oysa son yıllarda Türkiye Suriye ile “açık kapı” politikasını uyguluyordu. Ankara ile Şam arasındaki balayı döneminde sınır kavramı neredeyse kalkmıştı. İki komşu ülkenin liderleri bakanlarıyla birlikte buluşup ortak Hükümet toplantıları yapıyor, iki halk da adeta kâğıt üstünde kalan hududu rahatça aşıp karşılıklı ziyaretlerde bulunuyordu.
Daha da yakın geçmişe dönelim: Suriye krizi Ankara’daki iktidar ile Esad rejimini düşman haline getirdikten sonra da Türkiye sınırını gene açık tuttu. Bu kez Suriye’deki zulümden ve iç savaştan kaçan mülteciler rahatça Türkiye’ye geçiş yapabildiler. Hükümet Türkiye’ye sığınmak isteyen “Suriyeli kardeşlere” her türlü kolaylığı gösterdi. Türk halkı da onlara kucak açtı.
Baştaki yaklaşım
Bir hükümet yetkilisi o zaman sınırların daha ne kadar açık tutulacağı sorusuna “Sığınmacı sayısı yüz bini bulunca düşünürüz” diye cevap vermişti. Mülteci akını o sayıyı hızlıca aştı ama Ankara aynı âlicenap yaklaşımıyla sınırları açık tuttu.
Türkiye’nin IŞİD ve PKK’ya karşı iki cephede birden giriştiği askeri harekâta paralel olarak yürüttüğü diplomatik kampanya başarılı sonuçlar vermiş görünüyor.
Uluslararası diplomatik girişimlerin amacı, müttefikler dahil, dünyaya sürdürülmekte olan askeri operasyonların nedenlerini anlatmak ve geniş bir destek sağlamaktır. Ankara bunu yaparken, her iki cephedeki savaşını, günümüzde bütün ülkelerin önemsediği “terörle mücadele” çerçevesi içinde anlatmaya özen göstermektedir.
Operasyonların başlamasından bu yana çeşitli dünya liderleriyle yapılan telefon görüşmeleri bu konuda genel bir anlayış olduğunu gösterdi. Resmi açıklamalara göre bu bağlamda 120’den fazla devletten destek geldi. Buna ayrıca dün olağanüstü toplanan NATO’nun desteğini de eklemek lazım.
İki cephe farkı
Türkiye’nin bu başarılı sonucu elde etmesinde, IŞİD’e karşı savaş açma kararının başlıca rolü oynadığı açık. ABD ve Batılı müttefikler Türkiye’nin IŞİD’e karşı aktif olarak devreye girmesini sanki dört gözle bekliyordu!
Ne var ki Türkiye’nin PKK cephesindeki atağının bazı çevrelerde aynı derecede destek görmediği açıkça seziliyor. Almanya Şansölyesi Merkel’den İngiltere Başbakanı Cameron’a ve Irak
Türkiye’nin köklü bir pozisyon değişikliğiyle IŞİD’e karşı açtığı savaşın boyutları veya daha doğrusu “sınırı” Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun son beyanıyla açıklık kazandı.
Başbakan’ın bu bağlamda söylediklerinde iki önemli unsur var: (1) Türkiye Suriye ile sınırı yakınında artık IŞİD’i görmek istemiyor. Dolayısıyla, onun oradan çıkıp gitmesi için başlattığı askeri operasyonlarını sürdürecek. (2) Türkiye bu amaçla Suriye topraklarına kara kuvvetlerini göndermeyecek. Yani operasyonları, sınırı aşmadan tank veya topçu ateşiyle ve hava bombardımanıyla gerçekleştirecek.
Bunun anlamı şudur: Ankara’nın IŞİD’in Suriye’deki varlığının yok edilmesi gibi iddialı, stratejik bir hedefi yok. Hele bu mücadele için Mehmetçiği Suriye topraklarına göndermek niyeti de hiç yok.
Diğer bir deyişle, IŞİD’e karşı halen devam etmekte olan askeri müdahale, sadece sınır bölgesini içeren “sınırlı” bir eylemdir.
Nasıl olacak?
Bu plan sınır bölgesinin IŞİD’den “arındırılması”ndan sonra, “ılımlı unsurları”n kontrolü altına geçmesini öngörüyor. Böylece Türkiye’nin öteden beri istediği sınıra yakın bir “güvenli bölge” de fiilen oluşmuş olacaktır. ABD’nin de şimdi planı benimsediği ve bu umudu paylaştığı anlaşılıyor.
Anca
Menfur Suruç katliamı, IŞİD’in Türkiye için oluşturduğu ciddi tehdidi gözlerin önüne serdi.
Bu olayın anlamı, Türkiye’nin artık sınır bölgesinde ve yurt içinde, biri PKK, diğeri IŞİD olmak üzere, iki cephede birden mücadele etmek durumuna geldiğidir.
Bir bakıma Türkiye her iki cephede hem Suriye’deki birbirine iki düşman güçlerin yeni çatışma alanı, hem de ikisinin de direkt hedefi oluyor.
Aslında IŞİD’in Suruç’taki saldırısı, Türkiye’yi zor duruma düşüren her iki amaca da yönelikti. Terör örgütü böylece bir yandan PKK’nın uzantısı olan PYD’ye bir darbe vurmak ve Türkiye’deki sempatizanlarına gözdağı vermek, diğer yandan da Türkiye’ye de eylemlerini bu topraklarda yürütebilecekleri mesajını iletmek istemiştir.
Cihatçıların ve Kürt güçlerinin niyet ve taktikleri ne olursa olsun, gerçek şu ki sınırın öbür tarafındaki şiddet, artık Türk topraklarına da sıçramış durumda.
Bu ise, Türkiye’nin güvenliği ve istikrarı açısından, IŞİD’in PKK’dan daha az tehlikeli olarak görülmemesinin şart olduğunu gösteriyor.