Cenevre’den iyi haberler geldi, ama Donetsk’ten gelen haberler kötü.
Ukrayna krizini çözmek ve ilk aşamada ülkenin doğusundaki bölgelerde çatışmaları durdurmak için Cenevre’de önceki akşam varılan uluslararası anlaşmaya, ayrılıkçıların ele geçirdikleri Donetsk kentinden dün verdikleri yanıt, umut kırıcı. “Donetsk Halk Cumhuriyeti” adı altında bağımsızlıklarını ilan eden isyancılar “illegal” diye nitelendirdikleri Kiev’deki hükümet istifa etmediği sürece, kendilerinin silahları bırakmayacaklarını ve bölgedeki işgal operasyonlarını sürdüreceklerini açıkladılar...
Oysa ABD, Rusya, AB ve Ukrayna dışişleri bakanlarının Cenevre’de 7 saatlik maraton müzakerelerden sonra vardıkları anlaşma, Doğu bölgesinde günlerden beri süren ve Rusya ile Batı’yı da karşı karşıya getiren gerginliği giderecek bir dizi tedbir öngörüyor.
Aslında önemli olan, Cenevre zirvesi ile uluslararası camianın Ukrayna krizini diplomasi yolu ile halletmek istediğini ortaya koymuş olmasıdır. Rusya’nın şimdiye kadar meşruiyetini tanımadığı Ukrayna Hükümeti ile müzakere masasına oturmaya razı olması da ayrıca önem taşıyor.
Prensipler iyi ama...
Müzakerelerde alınan kararlara gelince, ilk adım olarak
Ukrayna’da iç çatış- maların kızışması ve krizin Rusya ile Batı arasındaki gerginliği tırmandırması, Türkiye için sıkıntılı bir durum yaratıyor.
Bu meselede şimdiye kadar mesafeli ve dengeli davranmaya çalışan Türk diplomasisi, kriz büyüdükçe bu tutumu sürdürmekte daha da zorlanacak.
Bu nedenle Ankara’nın dileği, bu anlaşmazlığın en kısa zamanda bir çözüm yoluna girmesi, bölgede bozulan istikrarın sağlanmasıdır. Ne var ki, şu sırada olayların akışı pek bu yönde görünmüyor... Ve açıkçası Türkiye’nin de bu konuda yapabileceği fazla bir şey yok.
Ankara bu krizin başından itibaren “ilkesel” bir tutum sergilemiş, Kırım’da Rusya’nın desteğindeki ayrılıkçı hareket patlak verdiği günlerde de, Ukrayna devletinin toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin korunması gerektiğini savunmuştur. Bu Batılı müttefiklerin tutumuna uygun, fakat Moskova’nın politikasına karşı bir pozisyondu.
Ancak hızla gelişen gelişmeler, Kırım’ın Ukrayna’dan kopması ve Rusya’ya bağlanması ile sonuçlandı. “Toprak bütünlüğü” ve “egemenlik” gibi prensipler havada kaldı! Şimdi Doğu Ukrayna’nın da Kiev’den ayrılması gündemde...
Taraf olmuyor
Ünlü Amerikalı gazeteci Seymour Hersh’un Türkiye’nin Suriye’deki kimyasal silah saldırısında parmağı bulunduğunu iddia eden yazısının tepkileri devam ediyor. Son olarak tanınmış İngiliz Ortadoğu uzmanı David Hirst’in “Independent” gazetesinde yayınlanan ve bu iddiayı destekleyen haber-analizi ile, konu uluslararası platformda gündemde kaldı.
Durup dururken ortaya atılan iddiayı kısaca hatırlatalım: Suriye’de 2013’te Guta bölgesinde 1300 kişinin trajik bir şekilde ölmesine yol açan kimyasal silah saldırısının Esad’ın ordusu tarafından değil, Suriyeli muhalif güçler tarafından kullanıldığı iddia ediliyor. Daha vahimi, bu güçlere kimyasal silahların temini konusunda Türkiye’nin yardımcı olduğu gibi çok ağır bir suçlama yapılıyor.
Ankara bu iddiaları kesinlikle yalanladı. Washington da iddiaların doğru olmadığını açıkladı.
Ama buna rağmen bu iddiaların etrafında Türkiye’yi töhmet altında tutan spekülasyonlar devam ediyor.
Aslında bu iddianın gerçek dışı olduğunu doğrulayan birçok güçlü argüman var. Türk hükümetinin böyle çılgın bir davranışta bulunmasına ihtimal dahi vermek, en büyük akılsızlık ve sorumsuzluktur.
İşte biz burada bu iddia hakkında yapılan spekülasyonları
Ukrayna geçici Cumhur- başkanı Oleksandr Turçinov, ülkenin Doğu’sundaki kentlerde Rus kökenli ve Moskova yanlısı silahlı militanların polis merkezlerini ve kamu binalarını işgal etmeleri üzerine yaptığı konuşmada, Kiev yönetiminin “Kırım senaryosunun tekrarlanmasına asla izin vermeyeceğini” söyledi. İsyancılara bir ültimatom veren Ukraynalı lider, işgale son verip silahlarını bırakmamaları halinde, ordu birliklerinin müdahale edeceği uyarısında da bulundu.
Şimdi gelinen noktada sorulan soru, yeni durumun Ukrayna ordusu ile Rus kökenli isyancılar arasında kanlı çatışmalara yol açıp açmayacağıdır. Diğer bir soru da, böyle bir çatışma halinde Rusya’nın ne yapacağı, Ukrayna sınırında toplanan 40 bin Rus askerinin “Rusları korumak” gerekçesiyle müdahale edip etmeyeceğidir.
Son günlerde Ukrayna’nın Doğu bölgesinde Rus militanlarının başlattığı hareket, gerçekten Kırım’daki senaryoyu hatırlattı. Ne var ki Kırım’daki ayaklanma ve işgal, Kiev yönetiminin -ve Ukrayna ordusunun- müdahalesi olmadan kansız şekilde gerçekleşti. Referandumdan sonra Rusya kolaylıkla -tek bir kurşun sıkmadan- yarımadayı ilhak edebildi.
Doğu Ukrayna’da olaylar aynı şekilde cereyan edecek gibi görünmüyor.
Halen Japonya’da bulunan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Nikkei Asian Review” dergisine verdiği demeçte, “Ukrayna krizinin Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgede bir ‘domino etkisi’ yaratmasından kaygılandığını” söyledi. Örnek olarak da Ukrayna’nın başına gelenlerin -yani Kırım’ın bağımsızlık ilan edip Rusya’ya bağlanmasının- “Trans-Dinyester, Abhazya, Dağlık Karabağ gibi bölgeleri de” aynı yola sürükleyebileceğini belirtti.
Bakan bu nedenle herkesin komşu ülkelerinin toprak bütünlüğüne saygılı olması gerektiğini vurguladı ve bu “donmuş sorunlar”ın zorlama ile değil, diplomasi ile halledilmesini istedi...
Bakanın Ukrayna krizinin bir “domino etkisi” yaratabileceği görüşü doğrudur. Nitekim şu sırada Rus askeri birliklerinin toplandığı Ukrayna’nın doğu sınırlarına yakın bölgede ayrılıkçı hareket, Kırım örneğini uygulamak çabasındadır.
Bu coğrafyada ayrılıkçılık veya bölücülük trendi yeni bir şey değil. Kafkasya’da Güney Osetya ve Abhazya Gürcistan’dan kopup bağımsızlık ilan ederek Moskova’nın güdümü altına girmediler mi? Balkanlarda Kosova Batı’nın (ve Türkiye’nin de) desteğiyle Belgrad’dan ayrılıp bağımsızlığını ilan etmedi mi?
Mikro-milliyetçilik
Gerçek şu ki
Avrupa’ya ne oluyor? Burada sınırları çoktan belirlenmiş, kök salmış devletler, ayrılıkçı hareketlerle bölünmek tehlikesiyle karşı karşıya.
Bu tür akımların henüz ulus-devlet yapısının tam oturmadığı Afrika’da ve Asya’da yayılması doğal karşılanabilir. Ama aynı fenomenin günümüzde yaşlı kıtada görülmesi gerçekten şaşırtıcı...
Halen Avrupa’nın üç köklü ülkesi, eşzamanlı olarak “bölücü hareketlere” sahne oluyor: İspanya’da Katalonya, İtalya’da Venedik, Britanya’da İskoçya, bağımsızlığa kavuşmak peşinde...
Üç olayın kendilerine özgü ulusal özellikleri olmakla beraber, birbirlerine çok benzeyen yanları da var.
***
İspanya’dan başlayalım.
Ülkenin doğusundaki Katalonya bölgesi aslında geniş bir özerkliğe sahip. Barselona’nın içinde bulunduğu bölgenin kendi yerel meclisi ve hükümeti var. Katalonca burada ikinci resmi dil. Buradaki çoğu insan güçlü bir Katalon kimliğine sahip.
Türkiye’nin dış politika alanındaki en büyük avantajlarından biri tarih boyunca hep jeo-stratejik konumu olmuştur. Ülkenin Ortadoğu’dan Balkanlar’a, Karadeniz’den, Akdeniz’e kadar dünyanın en nevraljik bir bölgesinde yer alması, uluslararası camianın kendisine özel bir önem vermesini sağlamıştır.
Türkiye çoğu zaman bu imtiyazlı konumundan yararlanmış, dış ülkeler ihtilaflı hallerde dahi, onu kaybetmemeye veya yanlarına çekmeye gayret etmiştir.
Ama coğrafyanın avantaj sağlamadığı, aksine sıkıntı yarattığı haller de var. Bunun nedeni dünya siyasetindeki olumsuz konjonktür ya da izlenen yanlış politika olabilir.
Halen bu bağlamda yaşanmakta olan bazı örnekler var.
Bunlardan biri Suriye ile ilgili.
Suriye fiyaskosu
Bundan 10 yıl önce “akil adamlar” diye adlandırılan Avrupa’nın saygın devlet adamları, Türkiye-AB ilişkileri üzerinde “tarafsız ve rasyonel” çalışmalarda bulunmak üzere bir “Bağımsız Türkiye Komisyonu” kurmuşlardı. Başlarında eski Finlandiya Cumhurbaşkanı -ve 2008 Nobel Barış Ödülü’nün sahibi- Martti Ahtisaari’nin bulunduğu bu komisyon, AB Komisyonu’ndan bağımsız olarak, Türkiye’nin AB serüvenini yakından izlemeye ve üyelik sürecine katkıda bulunmaya başladı. Komisyon ilk raporunu 2004’te, ikinci raporunu da 2009’da yayınladı.
Avrupa Birliği’nin yürütme organı olan AB Komisyonu, bilindiği gibi her yıl ekim ayında Türkiye’deki gelişmeleri kapsayan bir İlerleme Raporu yayınlar. Bu rapor AB yetkililerince dengeli ve objektif bir belge olarak sunulsa da, Türkiye’de çok tartışılır ve genelde resmi çevrelerde eleştirilere hedef olur.
Bağımsız Türkiye Komisyonu, adının da belirttiği gibi, bağımsız bir kuruluş. Buna mensup olanlar, Türkiye’nin AB üyeliğinin her iki taraf için yararlı olacağına inanan kimseler. Ahtisaari’nin yanı sıra, Michel Rocard, Emma Bonino, Hans van den Broek, David Miliband gibi...
Olayların fotoğrafı
Bağımsız Türkiye Komisyonu son 5 yılı kapsayan 2014