Türkiye’deki sanat dünyası, özellikle Batılı anlamdaki plastik sanatlar söz konusu olduğunda, dünyadaki gelişmeleri yakından takip eder ve adeta onun bir şubesi gibi hareket eder. Maalesef kendi özgün düşüncesine ve hareket tarzına sahip olan sanatçı, sanat mekanı, galeri ve müzemiz yok denecek kadar azdır. Bu özgünlükte olanlar da diğer baskın tarafın etkinlik alanının geniş olması nedeniyle görünmezliğe mahkumdur.
Son zamanlarda peş peşe büyük kurumlardaki “kadın sanatçı”lara ait retrospektif sergilere bu şekilde yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Batı’da kadın sanatçıların haksızlığa uğradığı, görmezden gelindiği konusu uzun zamandır büyük kurumların gündeminde. Bunun temelinde sanat tarihi yazımının büyük etkisi var. Çizgisel olarak yaklaşılan sanat tarihinde birçok önemli sanatçı görmezden gelinmiş durumda.
İstiklal Caddesi’nde yer alan Meşher’de yer alan “Ben,Sen, Onlar” isimli sergiyi ziyaret etmeye giderken aklımda bu düşünceler vardı.
Sanatçı Gökçe Erhan’ın Trabzon Sürmene’de ikâmet ettiği ev, henüz bilinmeyen bir nedenle, yandı. Gökçe Erhan, Çamburnu sahiline yapılması planlanan kültür balıkçılığı tesislerine karşı bir mücadele yürütüyordu. Yapacağı açıklamaya saatler kala evinin yanması, ki evde çocukluğundan beri yaptığı çizimler ve diğer sanatsal çalışmaları yer alıyordu, onu planladığı basın açıklamasını yapmaktan alıkoymadı. Sosyal medyada ya da haberlerde Gökçe Erhan’ın yaptığı açıklamaya mutlaka denk gelmişsinizdir. Erhan’ın açıklama yaparkenki durumu sanatçının, sadece ürettiği/üreteceği sanat eserleriyle değil eylem ve davranışlarıyla da var olduğunu göstermesi bakımından son derece çarpıcı, sarsıcı bir örnekti. En çaresiz hissedilen bir anda bile inanmışlığın insana nasıl bir kuvvet verdiğini gösteriyordu. Empati duygusuna sahip hiç kimsenin bu görüntülere kayıtsız kalmayacağını düşünüyorum. Sanatçıya bir kez de buradan geçmiş olsun
Uzun zamandır beklenen an geldi ve Atatürk Kültür Merkezi, 29 Ekim akşamı görkemli bir törenle kapılarını açtı. Yıllar boyunca birçok tartışmaya neden olan bina geçmişin izlerini taşıyan yeni tasarımıyla sadece Türkiye’nin değil inanıyorum ki tüm dünyanın en önemli kültür-sanat merkezleri arasında yer alacak.
AKM’nin açılışıyla birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı Beyoğlu Kültür Yolu projesini de hayata geçirmiş oldu. 30 Ekim- 14 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek olan proje heyecan verici.
Festival kapsamında 1000’den fazla sanatçı, 64 farklı mekânda, 40’a yakın sergi ve özel proje, 75 konser, çocuklar ve gençlere de hitap eden 45 atölye çalışması, 25 sanat ve edebiyat söyleşisi, video mapping gösterimleri yapılacak.
Nerede ne zaman hangi etkinlik var diye merak edenler için özel olarak geliştirilen mobil uygulama sayesinde size en yakın etkinliğe hızlıca ulaşmak mümkün.
İstanbul’un tarihi binalarının ve çağdaş yapılarının yer aldığı festival
Bütün sanatçılar bilinir olmayı arzular. Ben de arzularım. Sanat dünyası günlerdir Ahmet Güneştekin’in Diyarbakır’da açılan “Hafıza Odası” isimli sergisini konuşuyor. İlk birkaç gün büyük bir sessizlikle ne olduğunu anlayamayan sanat dünyası İsmail Küçükkaya’nın Twitter üzerinden paylaştığı videodan sonra olayın gerçek boyutunu fark etti. Bu videoda Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, İsmail Saymaz’la birlikte halay çekiyordu.
Öncelikle şunu söylemem gerekiyor normal şartlar altında bizzat görmediğim bir sergi hakkında yazı kaleme almıyorum. Ama Güneştekin’in sergisi söz konusu olunca bu yaklaşımımı bir kereliğine kenara bırakmam gerektiğini düşündüm. Çünkü karşı karşıya kaldığımız tabloda yer alan sorun işin sadece sanatsal boyutu değil. İşin sanatsal boyutuyla alakalı şu hususu da belirtmem gerekiyor. Ahmet Güneştekin uzun zamandan beri takip ettiğim bir sanatçı. Güneştekin, Andy Warhol’un sanatın pazarlama yöntemleri üzerine yaklaşımını
Bir sanatçı düşünün. 1936 yılında İstanbul’da dünyaya geliyor. 1954-57 yıllarında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde(yani bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde) resim bölümünde, 1957-59 yılları arasında seramik bölümünde eğitim alıyor. Malzemeyi tam tanıyabilmek için 1959-60 yıllarında İstanbul Üniversitesi’nde Kimya Bölümü’nde kil araştırmaları yapıyor. Burada Türkiye’nin hemen her bölgesinden gelen toprakları ve minarelleri araştırıyor. Burada aldığı eğitimi de yeterli görmeyip Eczacıbaşı Seramik Fabrikası’nın Sanat Atölyesi’nde çalışıyor. Türkiye’de daha fazla bir şey öğrenemeyeceğini düşünüp Amerika’nın yolunu tutuyor. Orada Rochester Teknoloji Üniversitesi’nde öğrenim görüyor. Daha sonra 1963’te Amerikan El Sanatları Okulu’nda Seramik Bölümü’de Bauhaus Okulu’ndan gelen, Kandinski’yle Klee’yle dostluğu olan bir hocanın yanında eğitim alıyor. Ve ilk solo sergisini
Geçen sene yaşadığımız pandemiden dolayı son derece sönük geçen, önce sanal ortamda gerçekleşen sonra da fiziki olarak eserlerin sergilendiği Contemporary İstanbul bu sene yeni mekânında sanatseverlerle buluştu.
İstanbul’un en güzide mekânlarından biri olan Haliç kıyılarında yer alan Tersane İstanbul projesinin inşaatı halen devam ediyor. Ama restorasyonu tamamlanan yaklaşık 600 yıllık tersane binaları bugünlerde çağdaş sanatın kalbi niteliğinde. 16. kez düzenlenen fuar önceki yıllara nazaran daha sanatsal bir mekânda yer alıyor. Açılacak olan yeni müzelerle Haliç, İstanbul’un yeni cazibe merkezlerinden biri haline gelecek. Yakınlarda inşaatı bitecek olan Galataport’la birlikte sahillerin tekrar geniş kitlelerin erişimine sunulacağını düşünüyorum.
Fuar benim nazarımda bu sene pek parlak değildi. Beni heyecanladıran çok fazla eserle karşılaşmadım açıkçası. Ama yeni mekânın oluşturduğu heyecanla hem ziyaretçilerde hem de basından çıkan haberlerde sıkça karşılaştım. Sıklıkla Venedik’teki
Geçtiğimiz günlerde İstiklal Caddesi’nde yer alan Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi’nde 27 Şubat 2022 tarihine kadar açık kalacak olan “Burası” isimli sergi açıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık iş birliğiyle hazırlanan sergi dikkate değer unsurlar barındırıyor.
Sergiyi gezerken ilk dikkatimi çeken çağdaş sanat örneklerinin hangi koleksiyona ait olduğuna dair bir ibarenin bulunmaması oldu. Sanatseverler rahatlıkla bu eserlerin tamamının İstanbul Büyükşehir Belediyesi sanat koleksiyonuna ait olduğu izlenimine kapılabilirler. Serginin ücretsiz dağıtılan 250 sayfalık son derece hacimli kataloğunda buna dair bir açıklamaya maalesef rastlayamadım. Sergide yer alan çağdaş sanat eserlerinin İBB koleksiyonundan olmadığını ise küratör Kevser Güler’den öğrendim.
Kentin paydaşları
Ekrem İmamoğlu yönetimindeki İBB geçtiğimiz günlerde Müze Gazhane’nin kapılarını açınca sanat dünyasından büyük takdir topladı ama aynı sanat dünyası aylardır kapalı olan
Polisiye romanlarıyla son yıllarda adını sıklıkla duyduğumuz İsveç’in bu alandaki en önemli ismi hiç şüphesiz Henning Mankell’di. Mankell, Afrika’ya büyük önem verirdi. 6 ay Afrika’da, 6 ay İsveç’te yaşardı. Dünyada yaşanan haksızlıklara karşını sesini hep yğkseltirdi. O yüzden İsrail’in Filistin halkına yaptığı zulümlere itiraz için yola çıkan Mavi Marmara gemisinin de yer aldığı Gazze filosu gemileriyle özgür Filistin hareketine destek olmuştu. Polisiye alanında açtığı yolda daha sonra Stieg Larsson tarafından yazılan “Ejderha Dövmeli Kız” serisi ortaya çıktı. Hatta bu serinin İsveç filmleri Mankell’in ortağı olduğu Yellow Bird isimli yapım firması hayata geçirdi. Son günlerde Mankell’in efsanevi karakteri Wallender’in gençlik yıllarını anlatan “Young Wallender” dizisi de aynı firmanın yapımı.
“Görüyorum uzakta seni
Duman okyanusundan yükselirken
Ağırbaşlı bükümlü giysiler içinde
Sen görmüyorsun beni
Ama ben, Ey yabancı!
Be