Sanatseverlerin daha çok yaptığı Mardin resimleriyle tanıdığı İsmet Yedikardeş bundan çok daha fazlasıdır. O esasında son derece başarılı bir seramik sanatçısıdır lakin onun bu özelliği maalesef pek bilinmez. Kazlıçeşme Sanat Merkezi’nde açılan “FORMREFORM” başlıklı retrospektif niteliği taşıyan küratörlüğünü Mehmet Lütfi Şen’in yaptığı sergi sanatçının her döneminde ürettiği eserleri ele alıyor. 6 Mart’a kadar sanatseverleri bekleyen sergi sanatçının daha geniş kesimler tarafından bilinirlik kazanacağını düşünüyorum.
1947 yılında Mardin’de dünyaya gelen İsmet Yedikardeş, kuşağının en yaratıcı sanatçılarından biri olmasına rağmen aynı şekilde tanınmaz. Bunun çeşitli nedenleri var. Birazdan değineceğim. Henüz ilkokul 2. sınıf öğrencisiyken yaptığı resim öğretmeni tarafından keşfedilince “Oğlum sen ressam olacaksın” sözlerini işitir ama ressam ne demektir bilmez çünkü Türkçeyi ilkokulda öğrenmiştir. İsmet Yedikardeş, Arapça konuşulan bir evde doğup
Geleneksel formları, özellikle hat sanatını çağdaş sanatla buluşturan nadir isimlerden biri olan Murat Morova’nın "Â’mak-ı Hayal" başlıklı sergisi Galeri Nev İstanbul’da 12 Şubat’a kadar devam ediyor. Sanatçı, serginin başlığını Filibeli Ahmed Hilmi’nin aynı isimdeki kitabından alıyor. Morova’nın sanat yolculuğunda nasıl ilerlediğini, kendi görsel ikonografisini ilerleyen zamanda nasıl geliştirdiğini, arada hangi değişik yolları denediğini deneyimlemek açısından son derece önemli bir sergi. Sergide sanatçının uzun yıllar boyunca tasavvufla ilgilenmesinin, buradaki geleneği ve İslam estetiğini kaynağından almasının eserlerine yansımasını görmek mümkün. Tabii bunu yaparken her çağdaş sanatçıda olduğu gibi kendi kişisel tecrübelerini, çelişkilerini ve gündemini de eserlerine yansıtıyor.
Uzun yıllarca bilginin yegâne kaynağı olan yazma eserler, artık bu amaçla kullanılmasa da, sadece biçimiyle değil içeriğiyle de eski rağbeti görmese de, Morova tarafından araçsallaştırılarak bugünü yorumlamak için
Sanat dünyasını bu yıl 2021’e nazaran daha hareketli bir dönemin beklediğini düşünüyorum artık müzeler, fuarlar, galeriler, sanat kurumları pandeminin getirdiği koşullara uyumu sağladı. Birçok sanat etkinliği artık hibrid modelle planlanıyor. Hatta bazen sanal dünyanın avantajları ve imkânları da başarılı bir şekilde kullanıldığı etkinliğin sanal versiyonu fiziki versiyonuna göre daha cazip, daha etkileyici olabiliyor. Bu konu üzerinde sanat eleştirmenlerinin, küratörlerin, sosyologların ve psikologların kafa yorması, düşünmesi ve bu yeni “gerçekliğe” dair yön gösterici, açıklayıcı metinler kaleme almasının zamanı geldi de geçiyor.
Şüphesiz bu yılın en çok beklenen etkinliği sonbaharda gerçekleşecek İstanbul Bienali olacaktır. Geçen yıl salgından dolayı düzenlenemeyen sergiler bu yıl sanatseverlerle buluşacak. Ayrıca 2007 yılından bu yana İKSV tarafından düzenlenen Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nda bu yıl Füsun Onur yer alacak. Arter’de Emre Baykal küratörlüğünde 20
Bir yılın daha sonuna geldik. Bu yıl da geçen yıl olduğu gibi salgının gölgesinde geçti. Aşının yaygınlaşması sayesinde normalleşme hızlansa da hâlâ salgın öncesi durumdan hâyli uzaktayız.Bu yıl kayıpların yılı oldu sanat, edebiyat, düşünce ve sinema dünyasından bir çok önemli insan maalesef bu yıl vefat etti.
Mehmet Genç, Şaban Teoman Duralı, Şafak Tavkul, Sezai Karakoç, Alaeddin Yavaşça, Sezai Aydın, Selma Gürbüz bu isimlerden bazıları. Her biri alanında yerleri doldurulamayacak eserler bıraktı. Şimdi onların eserleriyle yetineceğiz, yeni eserlerine kavuşamayacağız maalesef. Hepsini mekânı cennet olsun. Varlıkları asla unutulmayacak son derece önemli isimlerdi.
Bu yıl aynı zamanda açılışlar yılı oldu. 2020’in son günlerinde açılan Ankara Resim ve Heykel Müzesi ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası binası düzenlenen konserler ve sergilerle 2021’de Ankara sanat dünyasına önemli katkılarda bulundu. İstanbul’da ise bence hâlâ tam olarak kıymeti anlaşılamamış olsa da Beykoz Cam ve Billur Müzesi,
İpek Duben’in sanat üretiminin 40 yılını kapsayan “Ten, Beden, Ben” sergisi sayesinde sanatçının sanat serüvenini görmek, anlamak daha kolay. Sergi mekânına girişte sizi karşılayan “duvar” sanatçının adeta bir özeti, serginin tanıtımı gibi düşünülmüş.
İpek Duben’in sanatına baktığımızda bazı temalar ön plana çıkıyor. Göç, toplumsal cinsiyet eşitliği, tüketim kültürü bu temaların başında geliyor.
İpek Duben’in Amerika’dan döndükten sonra Türkiye’de yaptığı ilk seri olan “Şerifeler” 1980-1981 yılları arasına üretilir. Bu erken dönem işlerinde sanatçı figüratif resim yapmak ister. Lakin kendisine poz verecek bir model bulamaz. Ablasının evine temizliğe gelen Şerife isimli kadına kendisine rol vermesini teklif eder ama Şerife bunu kabul etmez. Bunun üzerine Duben pazardan aldığı elbiseleri doldurup canlı model yerine kullanır. Böylece vücudu olmayan sadece bir elbiseyle temsil edilen bir Şerife çıkar karşımıza. Ötekileştirilmenin, kadının
Türk düşünce dünyası önemli bir hocasını kaybetti. Teoman Duralı yerli ve milli duruşuyla, ortaya koyduğu teorileriyle ve “evrim”e yaklaşımıyla müstesna bir yere sahipti. Bu müstesnalık nedeniyle son yıllarda büyük bir ilgiye mazhar olsa da bu ilginin hocanın ilmi eserlerine değil verdiği röportajlara olduğunu söylersem abartı olmayacaktır. Teoman Hoca eserlerinin yeterince anlaşılmadığının farkındaydı ve bu yüzden kırgındı. 2019 yılında verdiği bir röportajda kırgınlığını şu sözlerle haykırıyordu: "Söylemesi çok zor ve ağır bir şey söyleyeceğim şimdi. Kişiler gibi milletlerin de yatkınlıkları vardır. Çok kısa özet olarak söyleyeyim. Bizim felsefeye yatkınlığımız yok. Üç aşağı beş yukarı, sıfıra sıfır elde var sıfır. Milliyetçiliğim dile dayalıdır benim. Dil milliyetçisiyim. Ve hemen hemen bütün eserlerimi, bir kitabım hariç onu da Malezya’da yazmıştım, Türkçe yazdım. Bunları gömseydim daha iyi olurdu. Hiçbir etkisi sonucu olmamıştır. Olacağı da yok.”
Ama son yıllarda Teoman
Uzun zamandır Ankara’ya gitmiyordum. Oldum olası Ankara’yı pek sevmem. Bana hep soğuk ve yapay bir şehir olarak gelmiştir. Ülkemizin başkenti olmasına rağmen trafik sorununun yok denecek kadar az olması en sevdiğim özelliklerinden. Bir günde birden fazla programa katılma imkânı veriyor bu rahatlık. Ben de İskender Pala’nın senaryosundan hayata geçen “Derviş” isimli oyunun prömiyerine katılmak için Ankara’ya gittim. Gitmişken sadece bu oyunu görmeyeyim diye düşünürek uzun zamandır aklımda olan bazı mekânlara uğrama imkânı buldum.
İlk durağım yenilenen Ankara Resim ve Heykel Müzesi oldu. 1. Ulusal Mimarlık Dönemi’nin en nadide örneklerinden biri olan bina Türk Ocakları Genel Merkezi olarak 1927-30 yıllarında inşa ediliyor.
Çağdaş müzecilik
Bugün Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren müze 2019 yılının aralık ayında kapsamlı bir restorasyon sürecine giriyor ve bugünkü halini alıyor. Bugünkü hali diyorum ama binada restorasyon sürecinde son derece
Türk şiirinin üstadı Sezai Karakoç, 88 yaşında hayata gözlerini yumdu. Çokça tekrar edilen şiirindeki gibi “dünya sürgünü” sona erdi. Sezai Karakoç sadece bir şair değildi aynı zamanda büyük bir düşünürdü. Diriliş adını verdiği millete değil ümmete bağlı bir medeniyet tasavvuru vardı. Bu tasavvurunun alt yapısını oluşturan onlarca kitap kaleme aldı. Sembolik de olsa bu yolda yürümek için partiler kurdu.
Mehmet Akif’ten başlayıp, Necip Fazıl’la devam eden hem şair hem de İslamcılık düşüncesinin büyük bir temsilcisiydi. Üstadı olarak kabul ettiği, ilk şiirlerini yayımlayan Necip Fazıl’ın Sezai Karakoç üzerinde büyük etkisi vardı. Ondan aldığı, öğrendiği Büyük Doğu fikrini Diriliş düşüncesine dönüştürerek “büyüklüğünü” göstermiş oldu.
Röportaj vermeyi, fotoğraf çektirmeyi, görüntüsünü alınmasına müsade etmezdi. Görünürlük onun sürekli olarak