Türkiye’deki sanat dünyası, özellikle Batılı anlamdaki plastik sanatlar söz konusu olduğunda, dünyadaki gelişmeleri yakından takip eder ve adeta onun bir şubesi gibi hareket eder. Maalesef kendi özgün düşüncesine ve hareket tarzına sahip olan sanatçı, sanat mekanı, galeri ve müzemiz yok denecek kadar azdır. Bu özgünlükte olanlar da diğer baskın tarafın etkinlik alanının geniş olması nedeniyle görünmezliğe mahkumdur.
Son zamanlarda peş peşe büyük kurumlardaki “kadın sanatçı”lara ait retrospektif sergilere bu şekilde yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Batı’da kadın sanatçıların haksızlığa uğradığı, görmezden gelindiği konusu uzun zamandır büyük kurumların gündeminde. Bunun temelinde sanat tarihi yazımının büyük etkisi var. Çizgisel olarak yaklaşılan sanat tarihinde birçok önemli sanatçı görmezden gelinmiş durumda.
İstiklal Caddesi’nde yer alan Meşher’de yer alan “Ben,Sen, Onlar” isimli sergiyi ziyaret etmeye giderken aklımda bu düşünceler vardı. Serginin alt başlığının “Sanatçı Kadınların Yüzyılı” olması sadece kadın sanatçılara yer veren bir serginin Türk sanat tarihi yazımının neresine düşeceğini merak ediyordum.
Bulmaca gibi sergileme
Sergiyi gezmeye sosyal medyada sıklıkla karşıma çıkan en üst kattaki bulmaca gibi sergileme alanıyla başlayıp alt katlara doğru devam ettim. Hiç tanımadığım, hakkında bir şey bilmediğim bazı sanatçılarla karşılaşmak heyecan vericiydi. Serginin küratörü Deniz Artun’un muazzam şekilde hazırladığı katalogta yer alan “Onlarca Ben” başlıklı yazısında da belirttiği gibi “Serginin ve kataloğun künyelerinde kadın”ların yalnızca doğum ve ölüm yılları belirtilmiştir. Bu, ilk elden yaşam öykülerine çoğu zaman erişilememesindendir…Bazı hataları tekrar etme pahasına yine de bu iki temel tarihi not etmemizin nedeni, yaklaşık da olsa bir döneme gönderme yapabilmektir.” Sergide farklı kesimlerden kadınların eserlerine yer verilmiş. Gene Deniz Artun’un aynı yazısından alıntılarsam “siyahi ve kadın, gayrimüslim ve kadın ya da yaşlı ve kadın olmak gibi “eş” olmanın da kadınların ötekileştirilmesini derinleştiren sosyolojik bir ölçüt olduğunu önerir.”
Yaklaşık üç yıllık bir araştırmanın neticesi olan sergide beni şaşırtmayan bir eksiklik fark ettim. Sergide yer alan sanatçılardan “muhafazakar” kesimden hiçbir sanatçıyla karşılaşamadım. Burada akıllara gelen ilk soru şu olabilir? Muhafazakar kadın sanatçı var mı? Bu soruya verilmesi gereken cevap ise kanatimce şudur: Mutlaka olmalı. Eğer ki yoksa, bu yokluğun da serginin bir parçası olması gerekir. Erkeklerin ön plana çıkartıldığı sanat tarihi yazımına bir alternatif olarak sunulan bu serginin bence en büyük eksikliği bu konuyu tamamen görmezden gelmesi.
Son olarak niçin 1850-1950 yılları arasında yaşamış sanatçıların yer aldığını tam olarak anlayamadım.