Geçen sene yaşadığımız pandemiden dolayı son derece sönük geçen, önce sanal ortamda gerçekleşen sonra da fiziki olarak eserlerin sergilendiği Contemporary İstanbul bu sene yeni mekânında sanatseverlerle buluştu.
İstanbul’un en güzide mekânlarından biri olan Haliç kıyılarında yer alan Tersane İstanbul projesinin inşaatı halen devam ediyor. Ama restorasyonu tamamlanan yaklaşık 600 yıllık tersane binaları bugünlerde çağdaş sanatın kalbi niteliğinde. 16. kez düzenlenen fuar önceki yıllara nazaran daha sanatsal bir mekânda yer alıyor. Açılacak olan yeni müzelerle Haliç, İstanbul’un yeni cazibe merkezlerinden biri haline gelecek. Yakınlarda inşaatı bitecek olan Galataport’la birlikte sahillerin tekrar geniş kitlelerin erişimine sunulacağını düşünüyorum.
Fuar benim nazarımda bu sene pek parlak değildi. Beni heyecanladıran çok fazla eserle karşılaşmadım açıkçası. Ama yeni mekânın oluşturduğu heyecanla hem ziyaretçilerde hem de basından çıkan haberlerde sıkça karşılaştım. Sıklıkla Venedik’teki Arsenale’yi ansımsattığı fikri herkesin diline pelesenk olmuş. Bir mekânı, bir eseri olduğu gibi değerlendirmek niçin bu kadar zor diye düşünmekten kendimi alamadım. Halbuki Tersane İstanbul tamamlandığında özgünlüğü herkes tarafından kabul görecektir diye düşünüyorum.
Fuardaki uluslararası galeri oranı ümit verici seviyedeydi. Neredeyse galerilerin yarısı Türkiye dışından katılım sağlamıştı ki içinde bulunduğumuz salgın koşulları göz önüne alındığında bu oranın son geleceğe daha ümitle bakmamıza dair önemli bir veri olduğunu düşünüyorum.
Küratoryal düzenleme
Fuarın yeni mekânda düzenlenmesi ziyaretçilerin kafalarını biraz karıştırabiliyor. Nerede ne var, acaba bir bölümü atladım mı endişesini yaşayan çok kişiyle karşılaştım. Fuar yerleşim planına daha kolay erişim sağlanması bu sorunu rahatlıkla çözebileceğini düşünüyorum.
Büyük bir heyecanla İlhan Koman sergisini görmek istiyordum. Ama karşılaştığım manzara açıkçası beni hayal kırıklığını uğrattı. Bu sergide Koman’ın çok az sayıda eseri yer alıyor. Ayrıca vadedildiği gibi İlhan Koman’ın efsanevi yatı Hulda da gelmemişti.
Yaşadığım bir diğer hayalkırıklığı ise Yıldız Holding standında oldu. Burhan Doğançay ve Ekrem Yalçındağ gibi Türk resim tarihinin iki önemli sanatçısının eserlerini bir arada görme fikri beni heyecanlandırmıştı. Özellikle Doğançay’ın “Mavi Senfonisi”yle tekrar karşılaşmak önemliydi. Lakin standın tamamında Ekrem Yalçındağ’ın desenlerinin yer aldığı arka plan uygulamasını açıkçası anlayamadım. Küratoryal düzenlemeyi kimin yaptığını, standın hiçbir yerinde yazmadığı için, bilemiyorum ama ne Yalçındağ’ın ne de Doğançay’ın eserlerini bu şekilde sergilemenin doğru olmadığını anlamak için sanat uzmanı olmaya gerek yok.
Son olarak bu kadar büyük bir alana yayılan sergide mescit olmamasını ise garipsedim. Küçük bir mescit yapmak zor olmasa gerek.
Tüm bu aksaklıklara, eksiklikler rağmen sanata dair bir merakınız, ilginiz varsa mutlaka ziyaret etmeniz gerektiğini düşünüyorum.