İlkokuldan beri sürekli günlük yazan biriydim, sonra o günlükleri kardeşim okur, beni tehdit eder ve bütün harçlığımı alırdı. Üniversitedeyse bu kez de ev arkadaşım kirayı ödemem için günlüğü çalıp beni tehdit etti
Hah işte hal böyle iken, üniversite bitti, ben birine aşık oldum, evlenme hayalleri kurdum, işe başladım falan fişmekan, hoppaa adam beni terk etti. Ben bir depresyona girdim, öyle böyle değil.
İnternet sitesi açayım da o adamı rezil edeyim, beni nasıl terk edermiş diye gaza geldim. Yanlışlıkla blog açtım, sonra “Bu işin davası var, gelip topuklarıma sıkması var, kadın cinayetleri var zaten bir kişi bile gelip bakmadı” diyerek orada günlüğümü yazmaya başladım. Bir ‘blog dünyası’ varlığından haberim bile yoktu, hatta yorum geldiğini bile aylar sonra fark etmiştim. Sonra blogları gezmeye başladım, herkes çok mutlu, herkes çok zengin, herkesin sevgilisi bir numara, herkes çok dürüst ve herkesin ailesi hayat bilgisi kitaplarından fırlamış gibi mükemmel. Lan dedim, bi tek ben miyim şuursuz, çirkin, şişko, aldatılan, terk edilen, yalancı, işine geldiği zaman sinsi, işine geldiği zaman saf olan. Biraz moralim bozuldu açıkçası ama hiç istifimi bozmadan
Bisiklet sürmesini bilmiyorum. Evet, bilmiyorum ne yani, o bisikletin üzerinde ne zaman otursam her seferinde dizlerim parçalanmış bir şekilde ayağa kalkıyorum
Çocukken milletin karne hediyesi bisiklet oluyordu, babamda kapının önünde bir bisikletle çıkıp gelmişti. Aylarca bana o bisikleti kullanmasını öğretmeye çalıştı ama ne zaman elini bıraksa ben yerde süründüm. En son adam cinnet getirip bisikleti paramparça etmişti. Sonra ben kıyameti koparınca üzülüp bu kez bana gitar almıştı, iki gününü aldı o gitarı başkasına vermesi. En son ağlıyordu “Yalvarıyorum şarkı söyleme, lanet olsun şunun şu tellerine” diye.
Ardından belki keman benim için daha iyidir diyerek kursa yolladı, hocamın da beni oradan göndermesi iki gününü almadı, “Müzik kulağı yok” diyerek. Spora yönlendirmek için yüzme kursuna yolladı, kardeşim ödül üzerine ödül aldı, ben sadece kantinde oturup hamburger yedim. Çünkü sudan ölesiye korkuyordum. Babam için yeteneksiz bir kızdım yani ama benim için sorun yoktu, “Bisiklet bir daha ne zaman karşıma çıkacak paten moda olmuştu, kemanı nerede çalacağım, denizi sevmem bile kumsalda yatarım” dedim durdum.
Sevgilinin yaptığına bak
Ta ki geçen güne kadar...
Sosyal medya şöhretleri denilince akla gelen tek şey; aforizma yazıp takipçi toplayan, markaların düzenlediği partilerde fink atarak onların reklamlarını yapan kişi. Ama bu son Van depremiyle anlaşıldı ki kazın ayağı öyle değil
Twitter’da yapılan trend topik olayları bana hep hava civa geliyordu, gideceği nokta bile yok diye düşünüyordum. Depremzedeler için bir anda toplanıp, organize olunduğunu görünce resmen kendi dediğimi yuttum diyebilirim. Moda bloggerları bir yandan, Styleboom’u, Koray Caner’i, tutup Van’a giden Deniz Eslek’i; Kutup Zencisi’nden tut, Ege Bamyası’na, CeriLevis’inden, Ferdi Carrefour’a, Evrim Güvenç, Zodyaklı ve rumuzunu sayamayacağım binlerce insan, orada günlerce o kadar çırpındı ki yardım etmek için. Ve onca uğraş işe yaradı, en güzeli de bu oldu. Sadece parti parti dolaşıp popomuzu göstermiyormuşuz yani markalara. Haa hâlâ var onlardan ama onları da ben adam yerine koymadığım için sorun değil.
Şişli Belediyesi çok çalıştı
Evde kışlık namına ne var ne yoksa kalın kazakları, montları hatta yeni kitap için hazırladığım eşantiyon battaniyelerimi kolileyip, Şişli Belediyesi’ne götürdük. Mustafa Sarıgül sağ olsun, çok iyi karşıladı, her gelenle ayrı
Sevgilileriyle ön sevişmeye ramak kala olan pozlarını profil resmi yapanları da altına yazılan aptal yorumları da sevmiyorum. Biri gerçeği yazmaz mı? Ben bir kere yazayım dedim, kız beni listesinden sildi. Yorumum gayet usturupluydu, ama sevişen o, terbiyesiz ben oldum
İnternet hayatımıza girdi gireli birçok ilişkiyi, kuran, yöneten, yaşayan insanlarla aynı anda takip edebiliyorum. Sadece selamımın olduğu adam manitasından ne zaman ayrıldı, neden ayrıldı hepsini en ince ayrıntısına kadar farkında olmadan öğrenebiliyorum.
Belli yaşa gelmiş ilişkisi olan insanların internette vıcık vıcık olmalarından tiksiniyorum. Sevgilileriyle ön sevişmeye ramak kala olan pozlarını profil resmi yapanları hiç sevmiyorum. Haa, bi de bunun altına yorum yazanları, “Böbüşümm çok tatlısınız yaa”,”Ayy enişteme bak maşallah”, “Siz bana aşkın var olduğunu gösterdiniz” tarzı aptal yorumları sevmiyorum.
Biri gerçeği yazmaz mı? Ben bir kere yazayım dedim, kız beni listesinden sildi, selam vermiyor şimdi. “Resmin ana fikri sevişiyoruz sanırım, gerdeğinizi videoda izlemek dileğiyle” demiştim. Gayet usturupluydu yani, ama sevişen o, terbiyesiz ben oldum. Bi de bu çiftlerin Twitter olaylarına da
Beni tanıyanlar arasında bir anket yapsalar, en fazla oyu “Başı beladan hiç kurtulmaz” ve “Her şey onun başına gelir” seçenekleri alır
Banyoda pantolonumu çıkartmaya çalışırken, bir anda bana bir haller oldu, başım acayip dönmeye ve gözüm kararmaya başladı, sonra da ağır bir kedi sidiği kokusuyla uyandım. Kot pantolonum aşağı sıyrılmış, bacaklarım kardeşimin omuzlarında banyoda yatıyorum. “Lan lan lan bana ne yaptın?” diye olayları anımsamaya çalışıyorum. Anımsayamadım, tek hatırladığım çenemin delice ağrıyor oluşuydu. Ben daha ne oldu ne bitti anlamadan evin içine anoraklı insanlar girdi, aynı anda hopp başımda üç kişi belirdi. Ve altımda hâlâ bir şey yok!
Birkaç saniye “Ne oluyor, neresi burası?” tantanasından sonra alt tarafımı fark ettim. En büyük korkum gerçek olmuştu işte. “Aman yavrum donunu temiz tut, hastaneye falan düşersin. Ne pis kızmış bu derler sana bakmazlar, orada ölürsün” diyen sevgili babaannemi hatırladım. Ağda yapmadan dışarı çıktığım anlarda, “Böyle sokağa çıkıyorum ama araba çarparsa, bacağımı Mahsun Kırmızıgül’ün bacağı zannedebilirler. Allah’ım sen beni arabalardan koru” diye dua ediyorum. Sevişirken bile, “Ne olur deprem olmasın, anadan doğma
Yaz bitti hâlâ utanmadan evlenen insanlar var, hatta evlenmekle kalmayıp o lanet olası düğünlerine beni davet edip çileden bile çıkarıyorlar
Yine bir hafta sonumu sırf “Hınımın hınısı evleniyor, aman ayıp olmasın” diye gittiğim düğünlerden birinde geçirdim. Dolabımda o kadar çok abiye kıyafet oldu ki yarın öbür gün şarkıcı olsam, halk konseri verirken giyecek sıkıntısı hiç çekmem. Düğünde, benim gibi oraya zorla getirilmiş hatunlardan biriyle salonun en köşesine geçip, milletin dedikodusunu yapıp kendi çapımızda eğleniyorduk ki, eski arkadaşlardan kod adı ‘fosgüven’ olan kişinin bize doğru yanaştığını fark ettik. Yanımdakine, “Kaç kaç kaç, masa altına gir hatta” dedim ama artık iş işten geçmişti. Kız bizi aşağılar bakışlarıyla karşımızdaydı.
En son 1997 yılında gördüğüm bordo ruju, kapkara tenine yakıştırdığı kızıl saçları, pırlanta küpeleriyle tepemizde dikilip kendisinin ne kadar güzel olduğunu anlatmaya başladı. Ve ben sadece onu dinleyerek onay verdim. Çünkü ben böyle bir insanım, karşımdaki kendisiyle ilgili anlattıklarına inanıyorsa ben onu daha çok gaza getirebiliyorum. Önceki hayatımda büyük ihtimalle Hitler’in manitası Eva’ydım. Dünyanın en iyi gaza getiren,
‘Bize iyi kalbin gerek’ projesi için blogger Styleboom, “Sevgilin ve senin fotoğraflarını çekeceğiz, metrolarda sergileyeceğiz” dedi. “Oleyy, her tarafta fotolarımız olacak, sonunda ünlü oluyorum” diyerek kabul ettim teklifi
Hepimiz çiftleşiyoruz. Neslin üremesi için harekete geçen hormonları cinsellikle dizginliyoruz. Hal böyle olunca karşımıza çıkan kişiler konusunda hata yapabiliyoruz. Neticede hormonları tarafından yönetilen varlıklarız. Hayatımızın geri kalanını etkileyeceğini hiç bilmeden kim bilir kaç prize dokunmak, kaç sosisli ısırmak istiyoruz. Ama işte kazın ayağı öyle değil, öyle prezervatifsiz, korunmasız olaya atlarsak belki de hayat boyunca ona ayak uydurmak zorunda kalacağımız bir durumla karşılaşabiliriz. Üstelik sadece cinsellikle değil, alelade seçilmiş bir kuaför salonunda steril olmayan manikür aletleri; “Bu adam bizi hangi iğneyle boyayacak?”ı incelemeden yaptırılan dövmeler HIV tehlikesi taşıyor.
Olayın farkına sonradan vardım. Zaten hiç sevmediğim ‘İncir Reçeli’ filminin baştan sona kadar yanlış olduğunu söylediler, bir sürü bilgi verdiler. Film boyunca kız her “Aşkooıım” dediğinde dudaklarına banyo terliğiyle vurasım geliyordu, boşuna değilmiş.
İlişkimizin dokuzuncu ayına girmişken adam doğal olarak beni ailesiyle tanıştırmak istiyor. Bense “Böyle iyiyiz yaa, akraba girmesin araya” derdine düştüm
“Evlenelim, evlenelim” diye aylarca herifin bütün beyin kıvrımlarına çatalla baskı yapıp durdum. Şimdi sıra geldi aileyle tanışma faslına ama ben hiç istemiyorum bunu. İlişkimizin başlarında, “Hadi bizimkilerin yazlığına gidelim, hadi akşam yemeğe gidelim, hadi onları bir görmeye gidelim” diyip diyip duruyordu. Hepsine bahane buluyordum ama şimdi iş ciddiye biniyor ve ben evde üç buçuk atıyorum.
Hiç istemiyorum yaa, evleneceksek biz evlenelim işte, akrabasız, ailesiz falan ne var yani. Anne babayla tanışmak zorunda mıyız ki? Bu nasıl bir stres, nasıl bir baskı bilmiyor mu? Ben onu babamla tanıştırıyor muyum? Düğün yaparsam, ki büyük ihtimal çok altın gelsin diye stadyumda yapacağım, ama bir tane akraba istemeyeceğim. Zaten benim akrabam da yok, bir babam bir de bana ve bütün dünyaya uyuz olan halalarım var. Onlar da azcık altın getirirler zaten... Evet, üzerimde gelinliği hayal ediyorum ama o gelinliğin yanında onlarca akrabayı hayal edemiyorum. Hayalim kuyruklu gelinlikle bitiyor.
Beni hiç sevmediler
Bir de