Altın binlerce yıldır takı ve süs aracı... Sadece Anadolu medeniyetlerinde değil, Mayalar, Aztekler, İnkalar, Mısırlılar, Hintliler, Çinliler, kısaca dünyanın tüm medeniyetlerinde en yaygın takı ve süs aracı olarak kullanılmış ve kullanılmakta.
Altın ilk defa MÖ 550 yıllarında Lidyalılar tarafından bir ödeme aracı olarak kullanılmaya başlanmış, daha sonra gümüş ve nihayetinde kâğıt paranın ödeme aracı olarak yaygınlaşması sonucu, bu özelliğini yitirmiştir.
Bugün ise takı ve yatırım aracına dönüşmüştür. Endüstride, ilaç sanayiinde, hatta beş yıldızlı otellerin yılbaşı menülerinden tanıdığımız gibi, yemeklerde de kullanıldığına rastlanmaktadır. Geçenlerde bir İtalyan teşebbüsün 30 bin euro’dan başlayan fiyatlarla altın işlemeli ayakkabı imal edip pazarladığını da gördük.
Neden orada tutuluyor?
Altını takı ve mücevher olarak kullananlar dahi, sıkıştıklarında bunu bozdurup bir nebze sıkıntılarını aşabileceklerini bilir. Bir nebze diyorum, çünkü süs eşyası takıların alış ve satış fiyatları arasında “işçilik ücreti” altının ne oranda “fantezi” olup olmadığına göre yarı yarıya fark edebilir.
Bu durum altının ince işçilik gerektirmesi ve işlenirken vereceği fireden kaynaklanır. Bozdururken
Bir hususu öğrenme ile tebligat, farklı hukuki eylemlerdir. Öğrenme, haberdar olma her yolla olabilir; arkadaşlardan, muhatap olunan bir başka belgeden, yazışmalardan, faks, e-mail, kısa mesaj, hatta WhatsApp, Facebook gibi sosyal medya ortamlarında bir şeyden haberdar olmak mümkün...
Tebligat ise mutlaka ya PTT ya da memur aracılığıyla yapılır. 2013 yılından beri bir de elektronik tebligat var, buna biraz sonra değineceğim.
Tebligatın en önemli sonucu, sürelerin başlamasına neden olması. Bazı süreler vardır ki, kaçırılmasının sonucu çok büyük hak kaybına neden olmaz. Örneğin bize karşı açılan bir davada, dava ve dava dilekçesi tebliğ edildikten sonra iki haftalık yasal cevap verme süresini kaçırırsak, cevap verememiş, karşı delil gösterememiş oluruz, ama davayı kabul etmiş olmayız. Dava dilekçesindeki olayları inkar etmiş sayılırız.
Buna karşılık icra müdürlüğü tarafından gönderilen bir ödeme emrine tebliğ tarihinden itibaren 5 veya 7 günlük süre içerisinde itiraz etmez, süreyi kaçırırsak, ödeme emri kesinleşmiş olur.
Bunun sonuçları ise çok ağırdır, borcumuz olmayan bir parayı ödemek zorunda kalabiliriz. Çok can sıkıcı bir şey... ‘Bunun neresi adalet...’ dediğinizi duyar gibi
Soruyu şöyle de sorabiliriz; bankalar müşterileriyle sözleşme yapmak zorunda mı? Örneğin vadeli veya vadesiz hesap, tüketici veya ticari kredi sözleşmeleri gibi, verdikleri hizmetlerle ilgili sözleşme yapmaya zorlanabilirler mi?
Liberal ekonomilerdeki, en yalın anlatımıyla, piyasa koşullarını piyasanın kendi dinamiklerinin belirlemesi prensibinin, özel hukuka yansıması, sözleşme özgürlüğüdür.
Herkes kiminle sözleşme yapacağına, sözleşmenin içeriğinin nasıl olacağına kendisi karar verir. Sözleşme yapma mecburiyeti istisna, özgürlüğü ise kuraldır. Bunun tersi, sözleşme yapma zorunluluğudur.
Bankalar da, bazı istisnalar dışında, diledikleri kişiyle sözleşme yapma özgürlüğüne sahiptirler. Sözleşme yapma zorunluluğuna istisnaların birisi; maaş hesabı sözleşmesidir.
Beş ve daha fazla kişi çalıştıran işverenlerin işçi maaşlarını banka üzerinden ödeme hukuki zorunlulukları vardır. Bir çalışan istediği bir bankaya gidip maaş hesabı açmak istediğinde, bankanın haklı bir gerekçe olmadan hesap açmayı reddetmesi hukuka aykırı olur.
Maaş ve kira örneği
18/11/2008 tarihli ve 27058 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ücret, Prim, İkramiye ve Bu Nitelikteki Her Türlü İstihkakın Bankalar Aracılığıyla
Şirketleri ellerinde tutan ve yöneten büyük ortaklarla küçük ortaklar arasında şirketin yıllık net kârının dağıtılıp dağıtılmayacağı her zaman sorun olmuştur.
Şirketi yöneten ortaklar şirket kârının dağıtılmamasını, şirkette kalmasını isterler. Onların menfaatleri kârın dağıtılmaması yönündedir. Azınlık ortaklar ise koydukları sermayeye karşılık şirketten almayı umdukları kârı büyük bir ümitle beklerler.
Bütün şirketlerin tek bir amacı vardır; gelir elde edip, kâr elde edip bunu ortaklara paylaştırmak. Gelirin, kârın paylaşılması, şirketleri kooperatiflerden, dernek ve vakıflardan ayıran en önemli özelliktir. Bu sebeple, eğer bir şirket yıllardır kâr elde etmesine rağmen hiç kâr dağıtmıyor, sürekli kârın yedek akçelere ayrılmasına karar veriyorsa, şirketin kuruluş amacına aykırılık söz konusu olur.
Türk Ticaret Kanunu’na göre, şirket kârının dağıtılıp dağıtılmamasına genel kurul karar verir. Genel kurul isterse, diğer koşullar da varsa, yıllık kârın tamamının isterse bir kısmının dağıtılmasına karar verebilir. Dağıtılmayan kârlar, yedek akçelere ayırılır. Şirket cari yılda net kâr elde etmemiş olsa da, geçmiş yıllardan yedek akçelere ayırdığı paraları yine de kâr payı olarak
Genel kurul anonim ve limited şirketin en üst karar organıdır. Çünkü bütün hissedarların, ortakların katılma ve oy kullanma hakkına sahip olduğu tek organ genel kuruldur. Şirketin önemli malvarlığının toptan satışı, başka şirketlerle birleşmesi, bölünmesi, taşınması, yöneticilerinin seçilmesi veya görevden alınması, onların ibrası gibi esasa ilişkin bir çok konuda karar alma yetkisine sahiptir.
Ortaklar, haklarını şirket genel kurullarında kullanırlar, orada söz alıp şirket yönetimi ile ilgili görüşlerini belirtirler. Bu sebeple genel kurul özellikle yönetime giremeyen azınlık ortaklar için çok önemlidir.
Bizde TBMM kanunları yaparken koyduğu bazı kuralların uygulanmasının zorunlu olduğunu da belirtir, başka da bir şey demez. Muhtemelen milletvekillerimiz hukuka en üst düzeyde uyulacağını düşündükleri için, kanuna uyulması zorunlu demiş isek vatandaşlarımız buna uyar, başa bir şeye gerek yok diyerek, uymamanın yaptırımını öngörmezler.
Hem anonim, hem de limited şirketlerin genel kurulları her faaliyet yılından sonra ilk üç ay içerisinde olağan toplantısını yapmak zorundadır. Zorunlu olmasına rağmen, birçok şirket yıllarca genel kurul toplantısı yapmadan faaliyetini sürdürür. Çünkü
İster yatırım amaçlı isterse sadece başımızı sokacak bir konut sahibi olma amacıyla olsun, henüz temelden bir konut satın almanın en büyük riski, müteahhidin, inşaat şirketinin inşaatı tamamlayamadan iflas etmesidir. Hayalleri bu şekilde hüsranla bitmiş binlerce insan vardır.
En sağlamı, tamamlanmış konut satın almaktır. Ama satın alınan konutun yatırım olabilmesi için onu projeden, ya da halk deyimiyle “temelden” satın almak daha iyidir. Bitmiş konutların fiyatları, proje halindeki fiyatına göre bazen yüzde 100 artış gösterir. İşte o zaman geçekten kârlı bir “yatırım” olur.
İnşaatların tamamlanamamasının en büyük nedeni, projenin finansmanının özkaynaklardan sağlanmaması, finansmanı garanti olmadan projeden satış yapılmasıdır. İnşaat şirketlerinin konut projelerini tamamlayamamalarına yöneticilerinin kusurlu ve hatalı kararları neden olur da denilemez. Ekonomik şartlardaki olumsuz değişiklikler, maliyetlerde olağandışı artışlar, taşeron şirketlerden kaynaklanan olumsuzluklar gibi bir çok dış etkenlerde vardır.
İnşaatı tamamlanmış konutların peşin veya taksitle satın alınmasında bir risk yok. Bir konutu henüz projeden ya da “temelden” peşin veya taksitle satın alındığında, inşaatın
İşadamlarının en büyük şikâyetlerinden birisi de, ticari davaların uzun sürmesi. Davanın bir an önce sona ermesi herkesin menfaatine. İşadamı haklı mı haksız mı, alacaklı mı borçlu mu olduğunu bir an önce bilmek ve gelecek planlarını ona göre yapmak ister.
Şirketlerin büyüklüğüne göre, davanın ekonomik maliyeti de ağır olur. 50 bin TL değerindeki bir dava büyük bir şirket için önemsiz gelebilir ama küçük bir şirket için yıkıma neden olur.
En azından, dava sürdükçe, borçlu için temerrüt faizi işlemeye devam eder. Kâr marjı yüzde 15 civarında seyreden bir sektörde, misal, yüzde 16 oranında akdi temerrüt faizi ödemenin işletme için maliyeti ağırdır.
Davaların hızlı ve az maliyetli çözülmesinin makro ekonomik düzeyde de faydası olur. Hiç kimse tek başına ticaret yapmıyor. Belirsizliğin bir an önce çözülmesi, haklı ile haksızın, alacaklı ile borçlunun bir an evvel mahkeme kararı ile tespit edilmesinin, davalı ve davacı ile iş yapanlar için de sonuçları olur.
Ticari davalar yaklaşık 2 - 3 yıl arasında sürüyor. Bütün ticaret mahkemesi başkan ve üyeleri, davaların uzun sürmesinin sebebi olarak ticaret mahkemelerinin bu günkü yapısını gösteriyorlar. Herkes ticaret mahkemelerinin şu anki
Herkes bir yerde, bir kişide olan alacağını unutabilir. Bankalardaki mevduat veya katılım hesaplarındaki paralar da aslında banka müşterisinin bankaya karşı sahip olduğu bir alacaktır. Mevduat sahipleri bankadaki alacaklarının peşine düşmüyorlarsa, bütün alacaklar gibi, belirli bir sürenin geçmesiyle mevduat da zaman aşımına uğrar. Örneğin, kira alacağı beş yıl geçince zamanaşımına uğrarken, bankadaki mevduat on yıl geçince zaman aşımına uğrar.
Eğer bir bankada mevduatını varsa ve bu mevduatla ilgili son işlemi en son on yıl önce yapmışsanız, acele etmeniz gerekiyor, yoksa paranız zaman aşımına uğrayacak ve devlete, daha doğrusu TMSF’ye geçecek. Neden? Devlet diyor ki sen bankadaki paranla on yıl hiç ilgilenmiyorsan, o para artık benim olur!
Peki, sırf ben bankadaki paramı on yıl boyunca unuttum diye, paramın TMSF’ye geçmesi hukuka uygun mu? Bankacılık Kanunu’nun 62’nci maddesine uygun. Ama mülkiyet hakkının dokunulmazlığını düzenleyen Anayasa’nın 35’inci maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1. Protokol, Ek Protokol’ün 1’inci maddesine aykırı. Çünkü bu düzenlemeler mülkiyet hakkının ancak ve ancak kamu yararına sınırlandırılabileceği, kişilerin mal ve mülklerinden ancak