Aslında Bireysel Emeklilik Sistemi’nin (BES) terim olarak “emeklilik” ile bir ilgisi yok. Katılımcılar hiç çalışmadan veya gerçekte çalıştıkları kurumdan emekli olmadan da BES’ten emekli olup düzenli olarak maaş bağlanmasını isteyebilir.
Kavram kargaşasına yer vermemek için ben de “emeklilik” terimini kullanacağım.
BES’ten emekli olanlar, bireysel emeklilik hesabındaki birikimlerinin bir program dahilinde ödenmesini, veya tamamının defaten ödenmesini ya da yıllık gelir sigortası sözleşmesi çerçevesinde maaş bağlanmasını talep edebilirler.
BES’e katılma gönüllük esasına dayalı. Ancak 1 Ocak 2017 tarihinde 45 yaş ve altı olan çalışanlar istemeseler de BES’e otomatikman katılmış oldu.
İlginç olan, BES’e otomatik katılmanın sadece sigortalılar için öngörülmüş olması. Örneğin bir avukat sigortalı olarak çalışıyorsa BES’e otomatikman katılacak, serbest meslek icra ediyorsa, istisnası olacak. “4b” olarak da bilinen “Bağ-Kur”lular zorunlu BES’e tabi değil.
BES’e katılım bundan sonra çalışmaya başlayacaklar için otomatikman gerçekleşse de, kalmak zorunlu değil. İki ay içerisinde BES’ten çıkmak mümkün.
BES’te en az 10 yıl kalma şartı var. BES’e gönüllü katılmış olanlar ayrıca 56 yaşını tamamlama
687 sayılı KHK ile 2.1.2017 tarihinden itibaren usulüne uygun kredi kullandırma bankacılık zimmet suçu olmaktan çıkarıldı.
Suç olmaktan çıkarılan, banka yönetici ve mensuplarının banka kaynaklarını kendi veya başkalarının zimmetine geçirmeleri veya banka hakim ortaklarının menfaatlerine kullanarak bankayı tehlikeye düşürmeleri değil.
Zimmet suçu olmaktan çıkarılan eylem, bankacılık usul ve prensiplerine uygun olarak kredi kullandırılması, kullandırılmış kredilerin yeniden yapılandırılmaları, sürelerinin uzatılması, ek kredi kullandırılması, teminata bağlanması gibi işlemlerdir.
Bankacılık usul ve prensiplerine göre kredi kullandırmak, eskiden neden ve nasıl zimmet suçu oluyordu? Bunun sebebi, banka mensuplarının emrinde çalıştıkları banka patronlarının şirketlerine teminatsız olarak kredi kullandırmaları halinde onların da suç işlemiş olmaları gerektiğine dair TMSF’nin acımasız kulisidir. Şimdi bunun suç olmayacağına dair özel bir hüküm getirildi. Mevzuatta başka bir değişiklik yapılmadı.
Mart sonunda belli olur
Bence, usulüne uygun kredi kullandırmayı zimmet suçu olmaktan çıkarmak bankaların kredi tahsislerinde belirgin bir artış sağlamayacaktır. Çünkü eskiden de usulüne uygun kredi
26 Ağustos 2016’da yürürlüğe giren 6741 sayılı Kanunu’nda 2 kurum düzenlendi.
1 Ayrı bir malvarlığından oluşan, tüzel kişiliği sadece kendisine devredilen hakların mülkiyetini kazanma ve bunun için şart olan tescil işlemleri ile sınırlı olan Türkiye Varlık Fonu (TVF).
2 Onu yönetecek olan Türkiye Varlık Fonu Yönetimi AŞ. Fon Yönetim Şirketi’nin sermayesi 50 milyon TL olup, toplam 50 milyon paya bölündü. Payların tamamı nama yazılı ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na ait. Yani Fon Yönetim Şirketi’nin bir tek hissedarı var, o da Özelleştirme İdaresi Başkanlığı. Bu şu demektir: Fon Yönetim Şirketi’nin kârının tamamı hisseleri kısmen başkasına satılmazsa - Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na ait olacak...
Fon Yönetim Şirketi’nin sermayesi 50 milyon TL olsa da, bu şirket 150 - 200 milyar dolar değerine ulaşması planlanan TVF’nin malvarlığını yönetecek.
Uygun görürse, TVF’ye dahil varlıkları ayırarak, bunları kapsayan alt Fon’lar kurabilecek. Fon Yönetim Şirketi her ne kadar profesyonel yönetim ilkelerine göre yönetilmek üzere kurulsa da, kendisinin hazırlayacağı ancak Bakanlar Kurulu’nca Anayasa değişikliği kabul edildiğinde Cumhurbaşkanı’nca - onaylanacak 3 yıllık stratejik yatırım
Daha önce de yazmıştım, iflas ertelemesi, iyiniyetli borçluların işletmelerini devam ettirmelerine yarayan, çalışanlarının işsiz kalmasının önüne geçen bir kurumdur.
Bunun için borçlunun iyiniyetli olması yetmez, şirketin iflastan kurtulma projesinin de inandırıcı ve gerçekleşebilir olması gerekir. İflas erteleme kararı verilmesi olağanüstü hal süresince yasaklandığından, şu anda 1000’in üzerinde şirket iflas tehdidi altında faaliyetlerini sürdürmeye çalışmaktadır.
Ancak, beklemenin “ecel”e faydası yoktur. Madem ki iflas erteleme yasağının kalkması belirsiz bir süre ertelenmiştir, kanaatimce bu şirketler artık en uygun yol olan konkordato çaresine başvurabilir. Konkordato, alacakların belirli bir yüzdesinden vazgeçilmesi halinde mümkündür. Konkordatoda borçlu, alacaklılarına borcunun tamamını değil, belirli bir oranını ödemeyi teklif eder.
Bu teklif, alacaklıların yarısını ve alacakların üçte ikisini aşan bir çoğunluk tarafından imza edilmiş ise borçlunun konkordato teklifi kabul edilmiş sayılır.
Şartları nedir?
Konkordato teklifinin kabul edilmesi için aranan çifte yetersayı şöyle bir örnekle açıklanabilir:
10 alacaklı varsa en az altı alacaklı konkordato teklifine evet demeli, bu altıs
Uluslararası derecelen-dirme kuruluşları Türkiye’nin “not”unu yatırım yapılabilir ülke olmanın altına düşürdüler. Aslında bu kuruluşların bir ülkenin ekonomisi hakkında derecelendirmelerini “not verme” olarak adlandırmak bana itici geliyor. Türkiye bu kuruluşlar tarafından bilgisi ölçülen öğrenci değildir.
Fitch, Moody’s, Standard & Poor’s gibi derecelendirme kuruluşlarının “not verme”sinden değil, İngilizce’deki gibi (rating), “derecelendirmesi”nden söz edilebilir.
Sorumlulukları var
Bu kuruluşların bir ülkenin ekonomisini derecelendirmelerinde objektif olmamaları, denetlenebilir gerekçelere dayanmayan değerlendirmeler yapmaları sonucu meydana gelen kamu ve özel sektör zararından sorumlulukları olacaktır.
Derecelendirme kuruluşları, bir ülke ekonomisini ve geleceğini derecelendirecek bilgi birikimine sahip uzman oldukları iddiasındadır. Bir çok uluslararası yatırımcı, sermayedarları ile pozitif derecelendirme almayan ülke ekonomilerine yatırım yapılmamasını öngören anlaşmalar imzalar. Uluslararası derecelendirme kuruluşları bu durumu çok iyi bilirler. İnsanlar gibi kurum ve kuruluşlar da yetkilerini kötüniyetli olarak kullanabilirler ve objektif ve tarafsız ekonomik değerlendirme
Aile şirketleri kuruldu-ğunda işler önce iyidir. Zamanla, insanoğlunun tabiatı gereği, şirkete hâkim olma, şirket yönetimini ele geçirme, söz sahibi olma istekleri belirleyici olmaya başlar.
Buna bir de gelinlerin ve damatların perde arkasından eşlerini yönlendirmeleri eklenince, şirket yönetilemez hale gelir. Her büyük şirketin yönetim vitrin yüzü bir tanedir. Birden fazla yönetici ön plana çıkmak istediğinde, sorun çıkmaması mümkün değildir.
Aile şirketlerindeki anlaşmazlıklar, babayı oğulla, kardeşi kardeşle, anneyi damatla düşman yapar. Bazen damatlar ayrı bir grup, çocuklar ayrı bir grup olarak, bazen de herkes kendi başına hareket eder.
Nihayetinde, akraba sevgisi olmayan, herkese şüpheci yaklaşan, her şeyin altında bir çapanoğlu arayan şirket ortakları ve yöneticileri oluşur.
Türkiye’nin bir çok ünlü ve büyük şirketi kurucuları öldükten sonra aile için anlaşmazlıklar yüzünden çalışamaz hale gelmiş ve kapanmıştır. Milli ekonomiye zararları, Devletin vergi kaybı, çalışanların işsiz kalması nedeniyle meydana gelen sosyal sorunlar saymakla bitmez.
Türkiye’de yüzyıldan daha eski ve halen çalışır olan şirket sayısı onu geçmez. Şirket kurucusu, kendisi hayattayken çocukları arasında
Dolardaki artış baş döndürüyor. Bir yükseliyor, bir düşüyor. Ancak genel tecrübeler gösteriyor ki, dolar zirve yaptıktan sonra düşse de, orada uzun süre kalmıyor, önceden yapmış olduğu zirveyi sonradan geçiyor.
Bir çok işletme dövizle borçlandığından, dövizdeki ortalama yüzde 25 artış, o işletmenin tüm karını bir anda sıfırlıyor. Bugünkü ekonomik koşullarda özellikle sanayi sektöründe kâr marjı yüzde 10 - 15 arasına kadar düşmüş durumda. Dövizle borçlanan işlemeler, zarar edip işletmelerini kapatmamak için, mecburen dövizdeki kur artışını iç piyasadaki satış fiyatlarına yansıtıyorlar.
Dövizle borçlanan işletmeler borçlarını dövizle ödemek zorundalar mı? Dövizle borçlanmalarına rağmen borçlarını TL olarak ödeyebilirler mi?
Dövizle borçlanılan bir sözleşmede aynen ödeme veya bu anlama gelen bir ifade bulunmadıkça borç, ödeme günündeki rayiç üzerinden TL ile de ödenebilir. Buna göre, döviz üzerinden borçlanan bir kimsenin borcunu TL olarak ödeyebilmesi için, sözleşmede açıkça “aynen döviz olarak ödenecektir” veya bu anlama gelen bir ifade yazılı olmalıdır. Aksi takdirde borçlu döviz borcunu TL üzerinden ödeyebilir. Ödeme günündeki rayiç kura göre hesaplama yapılır.
Döviz alacaklısı ve
Fiyat istikrarını sağlamaktan hukuken sorumlu olan kurum Merkez Bankası’dır. Fiyatların istikrarlı olması demek, elbette fiyatların hiç değişmemesi anlamına gelmez. Enflasyon oluşturacak şekilde genel fiyat seviyesindeki uzun süren artışın veya deflasyon olacak şekilde düşüş eğiliminin önlenmesi temel amaçtır. Böylelikle Türk lirasının satın alım gücü ve dolayısıyla bir para birimi olarak güvenilirliği korunmaktadır.
TL’nin dolar ve euro karşısındaki değer kaybı maalesef devam ediyor, dolar bir yıl önce 2.98 TL iken bu gün 3.61 TL civarında. Enflasyon beklentilerin üzerinde çıktı, TÜİK Yurt içi üretici fiyat endeksi aylık yüzde 2.98 arttığını ilan etti.
Hemen belirtelim ki, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu’nun verdiği görevi yerine getirmediği iddiası ile, enflasyon veya döviz kurlarındaki artış nedeniyle Merkez Bankası’na bireysel tazminat davası açılamaz.
Keza fiyat istikrarını ve TL’nin alım satım gücünü destekleme görevi karşısında bireylere karşı verilmiş sübjektif özel bir hak yoktur. Hiç kimse, Merkez Bankası Kanunu’na dayanarak birey dava açma hakkına sahip değildir. Ama alacağınızı geç ödeyen borçlunuza tazminat davası açabilirsiniz.
‘Aşkın zarar’...
Borçluların, “ne