Kalbin, oksijenden zengin kanı vücuda pompalayan odasının (sol karıncık) dışarı açılan kapısı her kalp atımında ardına kadar açılır, kan ana atardamara (aorta) fışkırır gibi atıldıktan sonra da hemen kapanır. Sıkı sıkıya kapandığı için, aort içindeki kanın bir damlası bile geriye kaçmaz. Hayatımız boyunca milyarlarca kere, hiç yorulmadan açılıp kapanan bu kapının adı aort kapağıdır.
Normal aort kapağı
Aort kapağının üç yaprağı vardır. İncecik bir kumaştan yapılmışa benzeyen bu yaprakların bir yanından ışık tutsanız öbür yanından görürsünüz. Üçgene benzeyen bu yapraklar, aort büyük atardamarıyla sol karıncık sınırında duvara bağlıdır. Bu bağlantı yerini kapının kasasına benzetebiliriz. Kapak açıldığında, ardına kadar açılmış bir kapının kanatlarının duvara yaslandığı gibi, yapraklar da aort duvarına parallel hale gelirler. Tam olarak açılmış kapağın açıklığını ölçersek 4-5 santimetrekare olduğunu görürüz.
Son 50 yılda ögrendiğimiz en önemli gerçeklerden biri, kalp hastası olma riskimizin davranış biçimimize bağlı olduğu. Sağlıklı yemeyi, düzenli egzersiz yapmayı, kilo almamayı, sigara içmemeyi benimsersek, kalp krizi ve inme riskimizi ciddi biçimde azaltacağımızı biliyoruz. Bu bilgilerle donanmış bireyin, yaşamında yapacağı değişikliklerle kendisine karşı sorumluluğunu yerine getirip, sağlıklı ve uzun yaşam çizgisinde epeyce yol alacağından şüphe yok. Ama iş kişisel çabayla bitmiyor. Sağlıklı yaşamı olanaklı kılan ortamın yaratılabilmesi için, değiştirmemiz gereken bir çok toplumsal alışkanlığımız var. Tek başına ıssız bir adada yaşamıyoruz. Kalp damar sağlığımız, kişisel çabaların yanı sıra toplumsal tedbirleri de gerektiriyor. İş yerimizde, otobüste, lokantada fosur fosur sigara içiliyorsa, biz sigara içmiyor olsak bile sigarayı bırakmış sayılır mıyız? Sporun faydasına inansak da, kaldırımlarımız park etmiş otomobillerden geçilmiyorsa, yola çıktığımızda hava kirliliğinden genzimiz yanıyorsa, sabah yürüyüşümüzü nerede ve nasıl
Tuzun tarihi, neredeyse insanlık tarihi kadar eski. İsa’dan 6000 yıl önce Çin’de paylaşılamadığı için tuz yüzünden savaşıldığı biliniyor. Mahatma Ghandi’nin, sonunda Hindistan’ı bağımsızlığına kavuşturan pasif direnişinin başlangıcı, haksız tuz vergisine dayanıyor. Dünyanın en ünlü klasik müzik festivaline ev sahipliği yapan, Mozart’ın kenti Salzburg, ‘tuz şehri’ demek. Mark Kurlansky’nin, “Tuz, Bir Dünya Tarihi” adlı kitabını okuyunca, tuzun insanlık tarihinin hemen her alanının ayrılmaz bir parçası olduğunu görüyorsunuz. Canlılar için tuz olmazsa olmaz. Vücudun her yerinde, gözyaşından idrara kadar tüm sıvılarında var. Kaslarımızın kasılması, beynimizdeki hücrelerin birbirleriyle haberleşebilmesi, kalbimizin atması için tuz şart. Tuzsuz kalırsak, tansiyonumuz düşer, önce baş ağrısı, halsizlik sonra baş dönmesi, bulantı ve koma gelir.
Tuzun içindeki maddeler: sodyum ve klorür
Tuzun içinde sodyum ve klor adında iki farklı madde vardır. Bir çay kaşığı tuzun yarıya yakını sodyumdan, yarıdan biraz fazlası klorürden oluşur. Sodyumun kimyasal adının kısaltması Na, klorürünki ise Cl dir. İki simgeyi birleştirirsek ortaya çıkan NaCl (sodyum klorür), tuzun bilimsel yazılışıdır.
Geçen hafta otobüs durağında bayılıp hastaneye kaldırılan Hadiye Hanım’a kalp bloğu tanısı konmuştu. Nedeni kalbin kendisinden değil de, dışardan aldığı bir madde olabilir mi diye aldığı tüm ilaçlar gözden geçirildi. Altta yatan, düzeltilebilecek bir kalp hastalığı var mı diye incelemeler yapıldı. Örneğin kalp damarlarında tıkanma var mı diye bakıdı. Olsa, ya stentle ya da ameliyatla tedavi etme yoluna gidilecekti. Blok yapan neden ortadan kaldırılınca kalp hızı normale dönerse, pile gerek kalmayacaktı. Çoğu zaman olduğu gibi düzeltilebilecek bir neden bulunamadı. Çok yavaş olan kalp atımlarının yarattığı yakınmalar devam ettiği için kalbine pil takılmasına karar verildi.
Kalp pili nedir?
Kalbi dışarıdan elektrikle uyarma fikri 100 yıl öncesine dayanır. Lakin, kalp pilinin yaygın olarak kullanılımı son 50 yılda gerçekleşti. Başlangıçta epeyce büyük olan pilleri yerleştirmek için ameliyat gerekiyordu. Geçen süre içindeki teknolojik ilerlemeler sayesinde kalp pili kibrit kutusundan küçük boyuta ulaştı.
İlk yıllarda kalp pillerinin tek bir işlevi vardı; istenilen hızda uyarı çıkarmak. Pilden çıkan uyarı bir telle sağ karıncığa ulaşır ve kasılmayı başlatırdı. Bu ilkel
Otobüs durağında beklerken birdenbire fenalaşıp yere yığılan Hadiye Hanım’ı taksiye koyup acil polikliniğe getirmişler. Hadiye Hanım, ne oldu diye soran doktora, durakta başının döndüğünü ama sonrasını hatırlamadığını, gözlerini takside açtığını söyledi. Son haftalarda, zaman zaman baş dönmesi ve bayılma hissi olduğunu ekledi. O sırada çekilen elektrokardiyo-gramına (EKG) bakan acil servis doktoru, hemen kardiyoloji nöbetçi hekimine haber verilmesini istedi. Hadiye Hanım’a dönüp kalbinde blok olduğunu ve pil takılması gerektiğini söyledi.
Kalbin elektrik kabloları
Kalbin kasılıp içindeki kanı vücuda atabilmesi için her vuru için uyarılması gerekir. Bir kıvılcım gibi olan elektrik uyarısı, kalbin sağ üst katının tavanına yakın bir bölgesinden çıkar. Kalbin aküsü denilebilecek yerden çıkan uyarı, özel kablolar aracılığıyla üst kat duvarlarını uyarıp iki kat arasındaki dağıtım merkezine gelir. Burada biraz durakladıktan sonra kalın bir kabloyla aşağı kata doğru yol almaya başlar. Kısa süre sonra sağ ve sol karıncığın kaslarına gitmek üzere ayrılan iki kablodan ilerlemeye başlar. Böylece elektrik uyarısı özel kablolar tarafından kalp kasına ulaştırılır. Bu kablolar incelir
“Kalbi delik doğmuş” dendiğinde ilk akla gelen soru, deliğin nerede ve ne kadar büyük olduğudur. Beraberinde başka bozukluklar var mı diye de araştırılması gerekir. Ancak bu özellikleri bilirsek, hayati tehlike olup olmadığı, tedavinin ne zaman ve nasıl yapılacağı konusunda doğru karar verebiliriz. Kimi delik, uzun seneler kalbe hiç zarar vermeyebilir, bazıları ise hayatın ilk gününde yenidoğanın ameliyatını gerektirebilir.
Kalp denilen ev
Kalbin yan yana bitişik iki evden oluştuğunu düşünelim. Evler iki katlı ve iki ev arasında ortak bir duvar var. Sağdaki evde oturan aileye mavi aile, soldakine ise kırmızı aile diyelim. Bitişik evlerde otursalar da bu iki ailedeki insanlar evlerine girip çıkarken ve evde otururken, ne birbirlerini görürler, ne de birbirlerine gidip gelip görüşürler. Çünkü hem iki ev arasında duvar vardır, hem de iki evin giriş ve çıkış yolları birbirlerinden tamamiyle ayrıdır.
Kalbin sol aşağı odası oksijenden zengin kanı–kırmızı aileyi-vücüda atar. Oksijenini verip maviye dönen aile, sağdaki evin üst sonra da alt katına gelir. Buradan akciğerlere atılır. Oksijenle dolup kırmızıya döner. Buradan sol ve alt kata gelir. Kırmızı ve mavi aile hiç karşılaşmaz.
Kus
Son 50 yılda tıptaki gelişmeler belki de en çok kalp hastalarına yaradı. Kalp krizi geçiren hastada, tıkanmış damarı açmak için çeşit çeşit yöntemlerimiz, kalp yetmezliğini hafifletmek için türlü türlü tedavilerimiz var. Ama bu hastalığın yarattığı psikolojik sorunları çözmekte aynı başarıyı gösterdiğimiz söylenemez.
Son yıllarda birbiri ardına yayınlanan çalışmalardan anlıyoruz ki, kalp krizlerinden sonra depresyon hem sık görülüyor hem de iyileşmeyi zorlaştırıyor.
Kalp hastasında depresyon
Kalp hastalığı tanısıyla hastaneye yatınca veya kalp ameliyatı geçirince üzgün ve kederli olan hastaları sıkça görürüz ama bu durum uzun sürüp normal yaşama dönüşü geciktirir veya önlerse o zaman daha ciddi bir sorun var demektir. Her türlü kalp hastalığı depresyona yol açabiliyor. Kalp krizi geçiren her beş kişiden birinde major depresyon dediğimiz tablo ortaya çıkıyor.
Depresyon kalp krizinden sonra ölümü bir kaç kat artırıyor. Kalp yetmezliği, kalbin atım düzenindeki bozukluklar ve pıhtı oluşumu depresyonu olanlarda daha sık görülüyor. Kalp ameliyatı geçirenlerde de durum aynı. Depresyon belirtisi olanlarda yaraların iyileşmesi gecikiyor, enfeksiyon riski yükseliyor.
Depresyondan
Yüksek kan basıncını, halk arasındaki adıyla tansiyonu o kadar sık duyuyoruz ki, bir çok kişi bunu bir hastalık değil de saçımızın beyazlaşması, cildimizin kırışması gibi yaş ilerledikçe herkesin başına gelen, hayatın arzu edilmeyen ama kaçınılmaz bir parçası olarak kabullenmiş durumda. Yüksek kan basıncı yurdumuz için de önemli bir halk sağlığı sorunu. Bilim ilerledikçe görüyoruz ki artık bu yaygın hastalığı ciddiye almanın zamanı geldi. Türkiye’de yapılan TEKHARF adlı araştırma, yaş ilerledikçe kan basıncının arttığını gösterdi. 50 yaşındaki kadınlarımızın yarıdan fazlası yüksek tansiyonlu, erkekler de pek onlardan geri kalmıyor.
Sessiz katil