İki hafta önce sözünü ettiğim gibi, mitral kapağı, kalbin sol üst ve alt katları arasındaki kapıdır. Bu kapı iyi kapanmadığı zaman, aşağı oda - sol karıncık - kasılıp kanı aortaya atarken, bir kısım kan, aralık kalan kapıdan üst odaya - sol kulakçık - kaçar. Geriye kaçan kan çoksa, kalp bir zaman sonra yorulup genişlemeye başlar, nefes darlığı, çarpıntı gibi şikâyetler ortaya çıkar. Bu durum daha da uzun sürerse açık kalp ameliyatı ile tedavi gerekebilir.
En iyi ameliyat yöntemi, mitral kapağını kesip biçip onarıp kullanır hale getirmektir. Ama bu mümkün olmazsa, o zaman bozulmuş kapağı yerinden çıkarıp yeni bir kapak yerleştirmek gerekir. Eski kapının çıkarıldıktan sonra geride kalan kapı kasasının içine yeni kapının yerleştirilmesi gibi, hasta mitral kapağı da kesip çıkarılır ve kapağın oturduğu halkaya yeni kapak, çepeçevre dikilerek yerleştirilir. Yerleştirilen yapay kapakların birçok çeşidi olsa da, genel olarak, metal olanlar ve hayvan dokusundan yapılanlar olarak ikiye ayrılırlar.
Metal kapaklar
Mekanik kapak da denilen bu kapaklar, kolayca açılan, çift veya tek kanatlı ince metal kapılara benzer. Milyarlarca defa kusursuz bir biçimde açılıp kapanacak kadar
Aspirin benzeri etkileri olan ilaçlar 3 bin yıl önce bilinmekteydi. Hipokrat, söğüt ağacı kabuğundan yapılan bir ilacın -günümüz aspirinine benzeyen bir madde- ağrılara iyi geldiğinden söz eder. İlk defa 1898’de piyasaya çıkan modern aspirin, uzun yıllar ağrı kesici olarak kullanıldı. 1940’larda California’da bir doktor, ağrıları için aspirin verdiği hastalarının kalp krizi geçirmediğini gözledi. Bu olumlu etkinin ne yolla gerçekleştiğinin anlaşılması ise 25 yıl aldı.
Trombositler
Kalp krizine damarın içinde oluşan pıhtı neden olur. Pıhtı oluşmasındaki ilk yapı taşları, trombosit denilen kan hücreleridir. Kanımızda üç farklı hücre vardır; oksijeni taşıyan ve kana kırmızı rengini veren alyuvarlar; bizi mikroplara karşı koruyan akyuvarlar; pıhtılaşmayı başlatan trombositler.
Alyuvarlar en ağır hücre oldukları için akan kanın merkezine yakın yerdedirler; akyuvarlar dışarda; en hafif olan trombositler ise damar duvarına en yakın yerlerde dolaşırlar. Vücudumuzda pıhtı oluşmasını gerektirecek bir durum yoksa, trombositler kanın içinde sakin, sessiz, durmadan dolaşırlar. Bir yerimiz kesildiğinde duvara yakın gezen trombositler hemen yırtılmış duvara yapışır ve bir değişimdir başlar.
Kalbin odalarının giriş çıkışında yer alan kalp kapakları, birbiri ardından, belli bir düzen içinde, durup dinlenmeden, açılıp kapanan kapılardır. Dört kalp kapağının da şekli ve büyüklüğü birbirinden farklıdır ve her birinin işleyişi kendine hastır. Bugün, bunlardan bir tanesini inceleyeceğiz.
Mitral kapağı
Kalbi, ortak bir duvarı paylaşan, iki ayrı iki katlı evden oluşan dört odalı bir bina gibi düşünelim. Sol taraftaki iki odanın, yani üst kattaki sol kulakçıkla alt kattaki sol karıncığın arasındaki kapağa “mitral” denilir. Şekli piskoposların giydiği “mitre” denilen küllaha benzediği için bu ad verilmiştir. İki kanatlı bir kapıya benzer; bir ön, bir de arka yaprağı vardır.
Bu büyük iki kanatlı kapının, içine oturduğu bir de kasası vardır. Mitral kapağı da kasaya benzer bir dokuya tutunur. Yaprakların birbirine bakan serbest uçları ise kalp kasının uzantılarına ince iplerle tutturulmuştur. Mitral kapağı denince sadece incecik bir ipek kumaşa benzeyen ön ve arka yaprağı değil, kapağın oturduğu bağ dokusundan yapılmış kasayı, iplikleri ve bu ipliklerin bağlandığı kalp kasının uzantılarını da kastediyoruz.
Nasıl çalışır?
Sol kulakçık akcigerlerden gelen temiz kanla dolunca,
Hava kirliliğinden yakınmayanımız yoktur. Bazı kış günlerinde sokağa çıkınca, hele yoğun trafiğin olduğu bir yola yakınsak, genzimizin yandığını hissederiz. Akciğerlerinden hasta olanların böyle zamanlarda artan nefes darlığı şikâyetleriyle acil servislere koştuklarını duyarız. Ama hava kirliliğinden söz ederken kalp hastalığı pek aklımıza gelmez. Oysa kirli hava, damar sertliğinin ilerletip kalp krizi hatta ölüme neden olmasına yol açabilir.
Havayı kirli yapan ne?
Karbonmonoksit gibi gazların yanı sıra gözle görünmeyen, havada asılı kalan küçük parçacıklar da havayı kirletir. Boyları, şekilleri, kimyasal bileşimleri birbirinden farklı olan bu parçacıklar, kalp ve akciğerlerimizin baş düşmanıdır. Isınma amacıyla yaktığımız odun, kömürden, sanayinin atmosfere verdiği atıklarından ve otomobillerin egzosundan havaya yayılan bu parçacıklar çeşitli büyüklüktedir. Çapı 10 mikrondan (1 mikron bir milimetrenin binde biri) küçük olan parçacıklara PM10; 2,5 mikrondan küçük olanlara ise PM2.5 denir. PM harfleri, parçacık halindeki maddelerin ingilizce karşılığı olan “particulate matter” in baş harflerinin kısaltmasıdır.
Hava kirliliği nasıl zarar veriyor?
Çok küçük olan PM2.5 soluduğumuz
Hekimler tarih boyunca korudukları otoriter konumlarını kullanarak insanlara sağlıkları için sık sık yasaklar getirmişlerdir. Yasakların nedenini anlayıp kabullenirsek onlara uymamız da daha kolay olur. Bu nedenle çağdaş bir insan olarak toplumsal yaşamımızdaki yasakları sorguladığımız gibi, bize tavsiye edilen tıbbi yasakların da neden konulduğunu irdeleyip anlamalıyız. Tıbbi kısıtlamaların altında yatan nedenleri, hangi yollarla sağlığımıza yararlı olduklarını anlamalı, yasakların dayandığı bilimsel kanıtlar nedir bilmeliyiz ki bu kuralları gönül rahatlığı ile günlük yaşamımıza geçirebilelim. İşte yıllardır tartışılan yumurta konusuna bu açıdan yaklaşmak istiyorum.
Yumurtanın suçu ne?
Önce yumurtanın niye suçlu sandalyesine oturtulduğuna bakalım. Kalp krizlerinin, ani ölümlerin altında damar sertliğinin (ateroskleroz) yattığını biliyoruz. Aterosklerozun oluşmasında ve ilerlemesinde, kolesterolün, özellikle kötü kolesterolün (LDL kolesterol) rolü de herkesce kabul ediliyor. Yumurta sarısında bolca kolesterol olduğunu düşünürsek, doktorların neden yumurta yemeyin dediği anlaşılır. Ama bu ilişki, yasağın bilimsel olarak kanıtlanmış bir doğru olduğu anlamına gelmez. Konu
Birdenbire göğsünün içinde bir kuş çırpınıyormuş gibi çarpıntıya tutulan hasta soluğu acil serviste alır. Hastanın derdini dinlerken bir yandan da nabzını tutan doktor, kalbin hızlı olduğu kadar düzensiz de attığını fark eder. Bu iki özellik atriyal fibrilasyon denilen çarpıntının işaretidir. Acilen çekilen EKG teşhisi kesinleştirir.
Elektroşok
Bundan sonra atılacak adımın ne olacağı, çarpıntının hastada yarattığı sıkıntının derecesine, hayati bir tehlike yaratıp yaratmadığına bağlıdır. Eğer kan basıncı düşükse veya yetersiz kan dolaşımına bağlı bitkinlik, yarı baygınlık hali varsa bir an önce kalbi bu kargaşaya benzer ahenksizlikten kurtarmak gerekir. Bunun da en kestirme yolu kalbe elektroşok uygulamaktır.
Damardan yapılan ve çok kısa sürede etkisi geçen bir ilaçla uyutulan hastanın göğüs veya sırtına iki elektrot yerleştirilir. Verilen doğru akım tüm kalbe yayılıp elektriki kargaşayı durdurur. Bir benzetme yapacak olursak, her kafadan bir ses çıkan, öğretmenlerinin sesini bastıran bir sınıfa gelen okul müdürünün gür sesiyle herkesi susturup öğretmenin yeniden sesini duyurup kontrolü ele almasını sağlamasına benzer.
Elektroşok yalnız acil durumlarda değil, planlı
İnme en korktuğumuz hastalıktır. Her dertle baş edebileceğimizi düşünürüz de inme kara bir kâbustan daha korkutucu gelir çoğumuza. Haksız da sayılmayız doğrusu. Bir anda vücudumuzun bir yanının tutmaması ya da isteyip de basit bir kelimeyi bile söyleyememe ihtimali içimizi karartır. Beynin bir bölgesinin yeterli kan alamaması sonucu oluşan inme, her zaman gürültülü bir tabloyla kendini göstermeyebilir. Belirti vermeden oluşan küçük inmeler hafıza zayıflıklarına, kavrama ve muhakeme güçlüklerine hatta bunamaya yol açabilirler. Son yıllarda inme tedavisinde büyük ilerlemeler sağlanmış olsa da inmenin oluşmasını önlemek çok daha yararlıdır. Yüksek tansiyonun ve kolesterol düzeyinin kontrol altına alınması beyin sağlığımız için çok önemlidir. Başta gelen inme nedenlerinden bir diğeri de geçen haftaki yazımda değindiğim atriyal fibrilasyon denilen kalp çarpıntısıdır.
Kalpte pıhtı nasıl oluşur?
“Çarpıntı” bize kalp atışlarıyla ilgili olarak bir şeylerin yolunda gitmediğini bildiren histir. Çoğunlukla, çarpıntı deyince anlaşılan kalp atışlarının hızlanması olsa da, her zaman bu doğru olmayabilir. Koşarken hissettiğimiz çarpıntı, tahmin ettiğiniz gibi kalp atımının normal olarak hızlanması sonucu oluşur. Bazen bu his erken vuru dediğimiz, normal kalp atımları arasında gelen ek atımlara bağlı olabilir. Birçok hastada ise çarpıntı, kalbin hızlı ve de normal ahenginin dışında atması sonucu oluşur. Yani, kalbin ritmi bozulmuş, aritmi oluşmuştur. Bunlar arasında en sık rastlananı, atriyal fibrilasyon adı verilen çarpıntıdır.
Atriyal fibrilasyon nedir?
“Atriyal” demek, kulakçık dediğimiz kalbin üst odalarından atriyumlardan- kaynaklanan demektir. Fibrilasyon ise titreşimdir. Dolayısıyla “atriyal fibrilasyon” kalbin üst odalarının kasılma yerine titreştiği anlamına gelir. Kalbimiz normalde bir saat gibi şaşmadan ahenkli olarak (normal ritim) çalışır. Bunun için sağ kulakçığın tavanındaki aküden çıkan elektrik kıvılcımları düzenli olarak, önce kulakçıkları, sonra üst ile alt kat arasındaki trafodan geçip karıncıkları uyarır. Elektrik akımının yayılımını EKG çekip