Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

murat.tuzcu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Son 50 yılda tıptaki gelişmeler belki de en çok kalp hastalarına yaradı. Kalp krizi geçiren hastada, tıkanmış damarı açmak için çeşit çeşit yöntemlerimiz, kalp yetmezliğini hafifletmek için türlü türlü tedavilerimiz var. Ama bu hastalığın yarattığı psikolojik sorunları çözmekte aynı başarıyı gösterdiğimiz söylenemez.
Son yıllarda birbiri ardına yayınlanan çalışmalardan anlıyoruz ki, kalp krizlerinden sonra depresyon hem sık görülüyor hem de iyileşmeyi zorlaştırıyor.

Kalp hastasında depresyon
Kalp hastalığı tanısıyla hastaneye yatınca veya kalp ameliyatı geçirince üzgün ve kederli olan hastaları sıkça görürüz ama bu durum uzun sürüp normal yaşama dönüşü geciktirir veya önlerse o zaman daha ciddi bir sorun var demektir. Her türlü kalp hastalığı depresyona yol açabiliyor. Kalp krizi geçiren her beş kişiden birinde major depresyon dediğimiz tablo ortaya çıkıyor.
Depresyon kalp krizinden sonra ölümü bir kaç kat artırıyor. Kalp yetmezliği, kalbin atım düzenindeki bozukluklar ve pıhtı oluşumu depresyonu olanlarda daha sık görülüyor. Kalp ameliyatı geçirenlerde de durum aynı. Depresyon belirtisi olanlarda yaraların iyileşmesi gecikiyor, enfeksiyon riski yükseliyor.
Depresyondan zarar gören yalnız kalbimiz değil. Beynimiz de tehlikede. Geçen yıl, 55 yaşın üstünde 3 bine yakın hasta üstünde bir araştırma yapıldı. Kalp hastalarında depresyonun inme riskini iki kattan fazla artırdığını ortaya koydu. Depresyon ne kadar ağırsa inme riski de o denli yüksekdi.

Haberin Devamı

Depresyon nasıl zarar veriyor?
Depresyonu olan hastaların ilaçlarını düzenli almadıkları, kötü alışkanlıklarını bırakmadıkları, rehabilitasyon faaliyetlerine katılmadıkları için kalp hastalığı risklerinin yüksek olduğu düşünülürdü. Bu görüşte doğruluk payı var, ama herşeyi açıklamıyor. Depresyondaki beyinin kalp ve damarlarımız üstüne doğrudan olumsuz etkileri olduğuna dair bulgular var. Hem de bu etkileri kalp krizinden hemen sonra ortaya çıkabiliyor.
Altı ay önce bilimsel bir dergide ilginç bir araştırma yayımlandı. 129 hastada, kalp krizinin ilk 72 saatinde depresyon olup olmadığına bakıldı. Depresyon tanısı konanlarda çarpıntı, kalp yetmezliği ve tekrar kalp krizi geçirme riski çok daha yüksekti. Bu hastaların hepsinin hastanede yatmakta olduğunu düşünecek olursak, sonuçları, ilaçları düzenli olarak almamakla veya yaşam tarzıyla açıklayamayız.
Depresyonda, stres hormonu denilen maddelerin salınımı artar. Beynimizin ortasında hipofiz denilen ceviz içi kadar bir gudde vardır. Buradan salgılanan hormon böbrek üstü bezini uyararak kortizon ve benzeri stres hormonlarının salınımını tetikler. Bu hormonlar tansiyonumuzu yükseltir, kalbimizi hızlandırır, damarlarımızı, yangıyla kızgın hale getirir.

Haberin Devamı

Nasıl başa çıkarız?
Biriken veriler, hekimlerin kalp hastalarını tedavi ederken depresyonu unutmamaları gerektiğini gösteriyor. En gelişmiş sağlık sistemlerinde bile depresyonu olan üç kalp hastasından ancak birisinin psikolojik durumu değerlendirilip tedavi ediliyor. Bizim ükemizde daha da kötü olan bu sorunun bir çok nedeni var. Zamanı dar olan doktorların, kalp hastasının fizik bulguları dışındaki belirtilere ayıracak zamanları olmuyor. Olsa da, sorunlara eğilecek uzmanların yeterli olmaması, psikolojik sorunların hala gizlenecek bir dert olarak algılanması tanı ve tedaviyi engelliyor. Halbuki, bu hastalarda depresyon varsa erken teşhis edilip kontrol altına alındığında, kalp hastalığından da iyileşme daha çabuk ve kolay oluyor. Özetle, her türlü laboratuvar testi normal çıksa da depresyonunu tedavi etmeden hastayı iyileştirmiş sayılmayız.