Sihirli üç kelimeyi verelim: Otelse butik, yemekse organik, kıyafetse vintage! ‘Butik’ memleket Çeşme’de ‘butizm’ hastalık gibi her yeri sarmış. Oteller kadar ilişkiler de pek butik!
Günün sorusu: Butik, salgınından ne zaman, daha da önemlisi, nasıl kurtulacağız? ‘Butik’ ile aynı kaderi paylaşan içi boş, çiğnenmekten yitirmiş, sözlük anlamı çoktan unutulmuş kavramlar da mevcut. Bknz.: ‘Organik’ ve ‘vintage’in cümle içerisinde kullanış biçimleri. Geleneksel aile pazar kahvaltısında annenin, yüzünde gündemi takip etmenin verdiği gururlu bir ifadeyle sarfettiği “Böyle organik bir kahvaltı dışarıda bulamazsın. Salatalık bahçeden, nane ve fesleğen saksıdan... Yumurtayı da yufkacı köyde getiriyormuş” gibi sözler, Hisar’da yan yana dizilmiş kahvaltılık yerlerin en manavcı ağzıyla “Gel gel, organik kahvaltıya gel” nağmeleri durumun vahimliğini gösteren örneklerden birkaçı. Her el işi, göz nuru yetişen sebze meyve organik olmadığı gibi her 6-8 odalı, özenle dekore edilmiş, şirin, ufak, evinizde gibi hissedeceğiniz pansiyondan bozma konaklama yerine ‘butik otel’ etiketi yapıştırılmamalı. Butikliğin suyunu çıkarıp her olguyu, partiyi, eşyayı, hatta kişiyi ‘çok butik’ diye tarif
“Sadece arkadaşız” söylemleri çoktan tedavülden kalktı, yerini masumane ‘takılmacalara’ bıraktı. İşte ‘takılması bol’ bir geceden izlenimler...
Gece sosyalleşmelerinde alkolle harmanlanıp tavan yapan ilişki muhabbetlerinde özne, yüklem ve ‘gizli’ özne birbirine girmiş durumda. Yanınızdaki şahısla tanıştırmaca, yoksa nasıl tanıştığınızdan, beraber vakti geçirdiğinizden, seviştiğinizden ‘kısaca’ bahsetmece ve sonrasında gelen o klişe soru: “Arkadaş mı sevgili misiniz?” Yeni cevap şu: “Sadece takılıyoruz!” Yani, ne arkadaş ne sevgili olma durumu. İki arada, bir derede aklı hep çelişkide olan ilişkiler. Sınırları kalın çizgilerle çizilmemiş bu ilişkilerde sevişme dünyalara bedel, muhabbet baldan tatlı olsa da bir adım öteye gidip ‘ilişki’ etiketi yapıştırmaktan korkuluyor, çekiniliyor. Kimisine göre sebep büyünün bozulması, sorumluluk duygusuyla gelen kasvetli durum, kimine göreyse özgürlüğünün kısıtlanması, daldan dala konmaların sonlanması. Sebebi, sonuçu, psikolojik, sosyolojik çıkarımları bol konuyu biz de tıpkı ‘sadece takılanlar’ oluruna bırakalım. Bildiği gibi aksın, yolunu bulsun. Yarını düşünmeden anı yaşayalım. “Hayat kısa tadını çıkarmaya bakın. Kategorize
Nouvelle Vague bu gece Babylon Aya Yorgi’de. Sesine, soluğuna, iç geçirmesinden, muzip dans hareket- lerine tepeden tırnağa hastası olduğumuz topluluğu defalarca dinleseniz, yine yetmez
Hafta sonunu Çeşme’de geçireceklere birkaç ‘ajan’ önerisi: 7800’de bu gece Tarık Koray çalacak. Bu yaz, Tarık Koray’a dair dizilmedik methiye bırakmadık. Söz bitsin, Tarık’ın parti setleri konuşsun. Alaçatı Bianco ise chill out makamının meşhur ismi Hed Kandi’yi ağırlıyor. Bianco’daki partide, Binboa’nın yazlık tatlarına bakılacak, Kandi’nin son albümü ‘Destroy the disco’ ile pisti yıkım denemelerine girilecek. Kandi’nin müziği kadar meşhur albüm kapaklarıyla bu köşenin tematik ‘çakma’ Bond gecelerinde. Fotoğrafını yan yana koyun, aradaki sekiz benzerliği bulun. Kandi’den parça isterken, bir adet de yeni ‘parti ajanı’ fotoğrafı istemek lazım!
Modeller kurdeşen dökecek
Bir Babylon klasiği Nouvelle Vague da, bu gece Babylon Aya Yorgi’de. Sesine, soluğuna, iç geçirmesinden, muzip dans hareketlerine tepeden tırnağa hastası olduğumuz Fransız topluluk Nouvelle Vague’u defalarca dinleseniz, yine yetmez. Bu kez geçen ay çıkardıkları ‘best of’ albümü bahane edip, tası tarağı
Uzun süre yazmaya elimin gitmediği, gönlümün varmadığı, gecikmiş bir Nu Teras hikayesi
Bir ön itirafla durumu netliğe kavuşturalım: “En çok aşık olduğum mekan” olması Nu Teras’ı özel bir yere koyuyor. Havasından mıdır, manzarasından mıdır bilinmez kışın Nu Club’un, yazın Nu Teras’ın böyle bir etkisi var. İnsanlar, müzik her şey başka bir şeye dönüşüyor sanki. Malum, “İçeri girmenin en zor olduğu mekan” olarak namı önden yürüyor. Zaman zaman ‘kırıcı’ olan kapısıyla defalarca küstük, barıştık. Her o kapıdan geçtiğim an ilk girişimizi hatırlıyorum. 8-9 sene önceydi.
Burada kendimi bulmuştum
İlk denemede, günün popüler deyimiyle ‘kapıdan sekiyoruz’. Her Türk gencinin yurt dışındaki klas bir kulübe alınma taktiğine başvuruyoruz: Listeden birinin ismini söylemek. Adımın önündeki listeye göz ucuyla bakılır, cüssemize uygun bir isim seçilir ve “Filancayım. Adım listede var.” denir. O ilk gece başka bir isimle girmeme rağmen, Nu Teras’a girmemle kendimi bulmuştum. Kendi kimliğimi, kendi ismimi, kendi kulübümü... Yıllar geçti, Nu Teras’ta, Kuruçeşme hattında/Taksim’in ara sokaklarında görmediğiniz kendine has bir ‘kemik’ kitlesi oluştu. Nu Teras’ın kardeş işletmesi M.A.C.’la
Türkiye’de de hız kazanan dergi partilerinin gelecek program mönüsünde neler var? Global de ise kazanan sürpriz bir isim: I Like My Style!
Dergilerde rakamlar sustu, partiler konuşuyor. ‘Kim kaç sattı?’ karşılaştırmaları yerini ‘Kimin partisi daha havalıydı? Partide kimler vardı?’ gibi dedikodusu bol sorulara bıraktı. Tüm dünyada dergiciliğin geldigi nokta ayrı bir tez konusu. Biz, ‘parti ajanı’ çerçevesinde dergiler arasında yaşanan parti savaşlarına bakalım.
Elle’in ritüel ‘Elle Weekend’ partileri, Vogue Türkiye’nin lansman şerefine Paris çıkarması, W’daki FHM; Wan-na’daki Marie Claire partisi, Tempo’nun İsmail Cem Ödülleri sonrasında verdiği ‘after-party’ bir çırpıda akla gelenler. Gelecek programda ise Elle’in ‘Style Awards’ gecesi, Vogue’un ‘Fashion Night Out’u var.
İki sene önce New York’ta tam ortasında düştüğüm ‘Fashion Night Out’ta ortalık mahşer yerine dönüyor. Krizin en derinden hissedildiği günlerde ekonomiyi canlandırma çabasıyla tüm moda camiasının el verip kırmızı düğmeye basmasıyla gerçekleşen ‘Fashion Night Out’ta alışveriş tutkusu parti havasıyla bütünleşiyor. Soho’dan Beşinci Cadde’ye şehrin farklı atardamarlarındaki mağazalar, gecenin geç saatlerine
Türkbükü’nde ‘golden’ fanteziler, Boğaz’dan ‘kız kıza’ eğlence manzaraları, Cem Mirap’tan reklamlar... Sırada yaza dair “oh be”ler var
“YOK ARTIK” DEDİRTENLER
Cem Mirap’ın reklam kokan demeçleri: Diğer adıyla ‘Lucca Cem’, basının sevdiği bir isim. Ne zaman şehirdeki eğlence hayatına, yeni trendlere dair haber yapılsa ‘bilirkişi’ kontenjanından kendisi aranıyor, halı hatırı, konuya dair fikirleri soruluyor. Ve nedense cevap hiç değişmiyor. “Şehirde en iyi şarap mönüsüne sahip restoran?” “Lucca.” “Akşamüstü içkisi için en iyi yer?” “Lucca.” “En iyi tapas nerede yenir?” “Tabii ki Lucca’da.” Hangi gazetenin, derginin eğlenceye dair haberine göz atsanız bir adet Cem Mirap fotoğrafı ve yine aynı cevap: Lucca, Lucca, Lucca! Mirap’ın yaratıcı önerileri, özgün demeçleri en son Monocle’daydı. Son sayısında İstanbul ile ilgili geniş bir izlenim yazısına yer veren dergi, eğlence ve şehir hayatıyla ilgili Mirap’a da sorular yöneltmiş. Cevap özünde aynı olsa da Monocle hatırına yeni bir şeyler söylemiş: “Lucca’dan sonra tüm Bebek’i küçük Lucca’lar sardı.” Birinin Mirap’a bu tarz soruların kendi reklamını yapması için değil, özgün fikirlerinden, sunabileceği alternatif önerilerinden
İstanbul gece hayatındaki farklı renklerden, alternatif eğlencelerden oluşan zengin mönü en büyük gurur kaynağımız. Farklılığın gerçekten de farkında mıyız? Tüm halkı geçtim, şu nüfusu on bini, on beş bini geçmeyen ‘24 saat parti insanlarının’ bile kaçı bu zenginliği dibine kadar yaşıyor? Sayı kaç elin parmaklarını geçer? Kültürümüz itibariyle mekanda ‘yolcu’ değil ‘hancı’ olmaya meyilli, bilindik yoldan, aşina yüzlerden şaşmamaya programlı gibiyiz. Üstüne bir de şu hayatı kolaylaştırma pahasına yapılan etkileme, kategorize etme çabaları eklenince iş mekan üzerinden insan tahlili yapmaya gidiyor: Çapa cumhuriyeti insanları, Reina’cı gençlik, Tünel/Asmalı tayfası. Oysa bizi biz yapan arada hicaz arada caz nefesler vermemiz, her duruma müsait olmamız değil miydi? Var olan durumun tersini savunmak, “Yok kardeşim böyle bir şey” demek için aralarında birkaç adım olmasına rağmen, kesişim kümelerinden yoksun üç farklı konser/şov/performans arasında gidip geliyorum. Sonuç şaşırtıcı.
Grace Jones üstü Van Buurden
İlk durak, Grace Jones konseri. Jones için fazla söze ne hacet. Konser değil görkemli bir şovun, şarkıcı değil gerçek bir sanatçının varlığına şahitlik ediyoruz. Amazon kadın
Yeni ‘ortak paydamız’ Hüseyin Çağlayan olabilir mi? Moda Tasarımcıları Derneği duymasın, Modern Sanat’taki sergi açılışı ve Münferit’te verilen özel partiden çıkan sonuç şu: İçimizdeki Çağlayan aşkı bambaşka
Önce taksiden inip yolun karşı tarafına geçerken benimle aynı doğrultuda seyreden iki kadına takıldı gözüm. Biri alabildiğine sarışın, diğeri esmerlikte son nokta iki kadın aynı dertten muzdarip: Abartılı makyajlarını tamamlayan dar elbiseleri içinde sivri topuklarla yürüme çabası. Bir süre çarpık yürüyüşlerinden önce ne yöne gittiklerini çözemedim. Bir sağa bir sola sallanırken, cep telefonuyla tüm sokağa kuaförde yaşadığı talihsizliği ve ne kadar geç kaldığını naklen yayın yapmalarından ‘fotoğrafı’ çektim. Evde kalmış yaşı geçkin teyze ya da ‘olgun çıtır’ abla kontenjanından ikinci dereceden yeğen düğününe gittiklerine o kadar inanmışım ki, gözüm düğün takısı niyetine irice bir altın arıyor. Aynı yere gittiğimiz belli oldukça çarpıntım arttı. Ve aynı giriş kapısında arka arkaya sıralandık. Yer: İstanbul Modern Sanat. Sebebi ziyaretimiz Hüseyin Çağlayan’ın sergi açılışı.
Moda tasarımcıları neden yoktu?
Düğün ablaları konusunda henüz 'nasıl yani?' aşamasındayken en