Sihirli üç kelimeyi verelim: Otelse butik, yemekse organik, kıyafetse vintage! ‘Butik’ memleket Çeşme’de ‘butizm’ hastalık gibi her yeri sarmış. Oteller kadar ilişkiler de pek butik!
Günün sorusu: Butik, salgınından ne zaman, daha da önemlisi, nasıl kurtulacağız? ‘Butik’ ile aynı kaderi paylaşan içi boş, çiğnenmekten yitirmiş, sözlük anlamı çoktan unutulmuş kavramlar da mevcut. Bknz.: ‘Organik’ ve ‘vintage’in cümle içerisinde kullanış biçimleri. Geleneksel aile pazar kahvaltısında annenin, yüzünde gündemi takip etmenin verdiği gururlu bir ifadeyle sarfettiği “Böyle organik bir kahvaltı dışarıda bulamazsın. Salatalık bahçeden, nane ve fesleğen saksıdan... Yumurtayı da yufkacı köyde getiriyormuş” gibi sözler, Hisar’da yan yana dizilmiş kahvaltılık yerlerin en manavcı ağzıyla “Gel gel, organik kahvaltıya gel” nağmeleri durumun vahimliğini gösteren örneklerden birkaçı. Her el işi, göz nuru yetişen sebze meyve organik olmadığı gibi her 6-8 odalı, özenle dekore edilmiş, şirin, ufak, evinizde gibi hissedeceğiniz pansiyondan bozma konaklama yerine ‘butik otel’ etiketi yapıştırılmamalı. Butikliğin suyunu çıkarıp her olguyu, partiyi, eşyayı, hatta kişiyi ‘çok butik’ diye tarif edenlere ise bir sözlük ve ‘butizm terapisi’ tavsiye edilmeli.
SEASIDE’DA SILA, BIANCO’DA HED KANDI
Peki, butik otel nedir/ ne değildir? Teyzenizin yazlığına gelmiş gibi, temiz havlusu, çarşafı ve yeni şampuanıyla size misafir odası hazırlanmışçasına, yan odada kalan evin diğer fertleri sizi ha duydu ha duyacak endişesiyle diken üstünde yatıp kalkacağınız bir otel olmamalı. Alaçatı’daki son ‘butik otel’ deneyimi bundan ibaret. Sokaklar daha da tuhaf. Burada aşklardan yemeklere her şey ‘çok butik’! Sokaklar, kimisi birkaç günlüğüne İstanbul’dan gelmiş, kimisi söz konusu dar sokaklarda yeşermiş, zeytinyağına banılmış, tütsü kokularına bürünmüş, salatasında kekiği kahvaltısında gazetesi bol, hafif meltem esintili butik aşklardan geçilmiyor.
Alaçatı plato köyü andırıyor
Aşkın butik hali iyi güzel de lokasyon Alaçatı olunca beliren poz verme, binlerce kişiyle dip dibe nefes alma ve makyajlara bürünme arzusuyla işin büyüsü bozuluyor. Butik otellere, yemeklere, aşklara ev sahipliği yapan Alaçatı’nın son hali, kendi halinde bir balıkçı köyünün butik bir tatil beldesine dönüştürülme projesi uğruna harcanan, ruhu bedeninden sökülmüş bir plato köyü andırıyor. Biz bu filmi görmüştük. Aynı senaryo, farklı cast... Peki, önceki başrol oyuncusunu hatırlayan?
Alaçatı’da bu sene geçen seneki Babylon’un yerini Alaçatı Seaside; Otto’nun yerini Bianco almış. Geçen haftaki Çeşme turunda Alaçatı Seaside’da Sıla konseri, Bianco’da Binboa’nın Hed Kandi partisine denk geliyoruz. Sıla konseri teklifini ‘No, no, no almayayım / başkası alsın / tarzımız değil / üstü kalsın’ nağmeleriyle reddedince konsere gidenlerden duyma, ‘mış’ ‘muş’ larla idare ettik: Alaçatı Seaside’da konserin halk konserinden farkı yokmuş, Sıla iyiymiş güzelmiş, sokaklar şöyleymiş, ağaçlar böyleymiş... Bianco’da ise Otto havasını hâlâ hissetmek mümkün.
Türkçe parçada, ortalık toz duman
Adı gitmiş, ruhu kalmış, geçen yaz nerede kalmıştık? Her zamanki köşede içkiler içilsin, arada nefes almak için merdivenlerden süzülüp alt kısımda, kayalıkların yanında, romantik Çeşme’nin tadı çıkarılsın. Binboa sponsorlu partide bol bol votka & limonata içiliyor, Hed Kandi setleriyle hafif hafif salınıyor. Kandi sonrası, gecenin dördüne doğru arka arkaya gelen Tarkan’lar, Sertab’lar, Ajda’lar sonrası meşhur tez bozulmuyor: Yabancı DJ saatlerce çalınca ‘tık’ yok, Türkçe parça, ortalık toz duman!