MERAK, AJANI ÖLDÜRDÜ!

25 Eylül 2010

Bir açılış, bir parti ve birkaç bar ziyaretinden geriye kalan sorular

Maison Française partisindeyim. 15’inci yaşını doldurmuş. Pera Palas’ta şık bir parti verilmiş. Tasarımcısından mimarına tüm ahali burada toplanmış. Kitle, yaratıcı beyinlerden oluşunca partinin tadı tuzu da farklı oluyor. Pasta sonrası kısa bir video dönüyor. Belli başlı isimlere sormuşlar “Nasıl bilirsiniz bizim dergiyi?” diye. Cevaplar iyi hoş da her mimardan, tasarımcıdan farklı bir dergi ismi çıkıyor: Français, Franses, Fröounsua, Fırançöz. Merak konusu: Bir tasarım dergisi olarak, yeniden açılmış Pera Palas’ta davet verip hazıra konmak yerine daha sürprizli, daha şaşırtmalı, ‘a la maison’ bir yerde tasarım işi bir gece kotarılsa fena mı olurdu?
* * *
Nublu’nın açılışındayım. Eski Lounge, yeni Nublu olmuş. Flypropaganda, Nublu duvarlarını şık işlerle süslemiş. Merak konusu: Bu Nublu, New York’taki Nublu’nun nesi olur? İkinci dereceden kuzen mi üvey kardeş mi? Kan bağını, Nublu’nun bu kış programı belirleyecek.
* * *
Bir galeri açılışındayım. Kocaman ortak bir merak konusu: Basılır mıyız? Bizi de tartaklarlar mı? Bu işin arkasında kimler var? Ah, o 'arkasında kimler var kimler!'

Yazının Devamı

ŞiMDi ŞEHiRLi OLDUK, KULÜPLERi DOLDURDUK

21 Eylül 2010

Mevsim değişikliklerini anlamanın göreceli yolları var. Pikeden yorgana geçiş, gece eğlencesini Çeşme’den İstanbul’a ya da terastan kapalı alanlar taşıma. 11:11 sezon açılış partisinden çıkan sonuç: İstanbul, gece hayatı sezonunu açmıştır. Hayırlı olsun!

11:11 için fazla söze ne hacet! Tepeden tırnağa kulüp olarak bellenen nadir yerlerden biri. Sezonun ilk gecesi herkeste ufak bir heyecan yaratmış. “Kapısında 2 bin - 3 bin kişilik liste varmış” söylentilerini duymazdan gelsem de ardı ardına yapılan “Akşam 11.11’e gidiliyor mu?” konuşmaları beni kaşındırmaya başlıyor. Birkaç saat içinde 11.11’in kapısındayız. İzdiham olmasa da fena bir kalabalık var. Tuvalete giden koridorda sıkışıp kalıyorum. Kımıldama ihtimali sıfır. Yol iki şeride çıkmış, sağ taraf ağır aksak aksa da sol tarafta tık yok. Buz kovası taşıyan arkadaş, ağır taşıt misali köşeyi dönmekte zorlanmış, yolu iyice tıkamış. Saat tuttum. Toplam 7 dakika. Topağacı-Nişantaşı yoluna bedel. İçeride ufak değişiklikler mevcut: Gizli kapı yıkılmış, yerine şeffaf, şık bir loca gelmiş. Dar ama trafiği bol koridora ufak bir bar konmuş. Acil durumlar için? Belki. Füturistik havası ufak detaylarla daha da parlatılmış.

Yazının Devamı

ÇAR ÇUR, HAR VUR, SAÇ SAÇ, DELİ GiBi, AL AL AL

18 Eylül 2010

Alışveriş hastalığına tutulmuş, ‘Deli gibi, deli gibi al al al’ hormonu salgılayan kadın ordusundan oldum olası tırsmışımdır. AVM’de rastlarsam yolumu değiştirir, aynı mağaza içine düşmüşsen mümkünse soyunma kabinine sığınırım. Tecrübeyle sabit, itinayla alışverişe çıkmış kadın ta uzaklardan fişlenir. Gözler büyümüş, kalp atışları hızlanmış, baş dik, kalçalar oynak ve mutlaka elde telefon (kız arkadaşına aldığı/alacağı elbiseden bahsediyor), hedefi gözüne kestirmiş, uygun adım marş marş mağazadan mağazaya koşturur. Alışveriş için bahanesi çoktur: Sevgilisinden ayrılan ya da yeni manita yapan, işte tatsız bir gün geçiren ya da terfi eden bir bakmışsınız şık mağazalardan birinde soluklanır. Kredi kartının pos makinesinden her geçişinde ufak çaplı bir orgazm yaşar. Günlerden perşembe, gecelerden “Fashion’s Night Out” olunca bir huzursuzluk çöküyor üzerime. Hiçbir gece öncesi tedirginlik, korku ve endişe bu kadar had safhada olmamıştı. “Ezilme tehlikesi geçirir miyim? Mecburen annesiyle güne gelmek zorunda kalmış sekiz yaşındaki oğlan misali etraftaki yüksek östrojen baskısına dayanmayıp ağlama krizlerine girer miyim?” gibi gibi sorular dönüyor kafada. Gece, kadınlar arasında ‘boy

Yazının Devamı

DUBLIN’DE BONO iLE SEAN PENN’iN DOĞUM GÜNÜNÜ KUTLAMAK

7 Eylül 2010

U2 konserini ıskalamış olsam da sorarım size: Var mı Dublin’de Bono ile Sean Penn’in doğum gününü kutlamak gibisi?


Dublin günlüklerine devam. Tarih, 16 Ağustos, Sean Penn’in doğum gününü gösteriyor. U2’nun memleketi, Dublin’de geçen üç haftanın ardından bu satırları yazarken siz dev konser öncesi kupon biriktirip sahip olduğunuz U2 DVD setini, “Fırsat bu fırsat” diyerek bir kez daha piyasaya sürülmüş U2 3D filmini, gazetelerde çarşaf çarşaf çıkan U2 haberlerini, Bono demeçlerini, konser izlenim yazılarını yalamış yutmuş olacaksınız. Ancak ben sizden önce davrandım!

Bono ve Penn’in aile saadeti
Yer: Samsara. La Stampa Oteli’nin barı/kulübü olarak açılmış Samsara, şehrin nadir ‘görme ve görülme’ mekanlarından. Biraz oryantal biraz ortadoğu havası var. İçeride uçuşan tanıdık havaya rağmen, DJ bildiğinden şaşmıyor, koyuyor Coldplay’leri, U2’ları peşi sıra. Dublin’in en güzel kalabalığı burada. Yine de umutlarınız yükselmesin. Tuhaf bir şekilde Dublin’in erkeği daha her daim yaşlı, kadını daha kilolu gösteriyor. İçeri girmemize beraber sol bölümdeki, zincirlerle birbirinden ayrılmış, loca bölümünü süzüyorum.
Birkaç ‘tanıdık’ yüz. Önce Bono’yu fark ediyorum. Yanında

Yazının Devamı

BU DiSKODA ‘ÇIT’ ÇIKMIYOR

31 Ağustos 2010

DJ’in olmadığı, içerisinin sus pus olduğu bir kulüp düşünün. Böyle bir kulüpte, dünyanın en sıkı partisini vermek mümkün mi?
Dublin’in havalı, meşhur kulüplerinden ‘Dissey’deyiz. Kapıda sıramı beklerken bir tuhaflık seziyorum. İçeriden ne müzik sesi geliyor, ne de çılgın eğlence sesleri. Yanımdakilere, “Parti olduğundan emin misiniz?” diye soruyorum. “Bekle ve gör” diyorlar. Kapıda asılı, ‘Bu gece: Sessiz disko partisi’ afişi bile, hiçbir şey uyandırmıyor. Girişte retro havalı, rengarenk, devasa kulaklıklar dağıtılıyor.

Sessiz ama sakin değil
Kulaklığın ucunda kemere takılabilir, cebe sokuşturulabilir bir çeşit kumanda var. Kulaklığı takıyorsunuz, dinlemek istediğiniz kanalı açıp partiye bağlanıyorsunuz. DJ yok, dans pistinde kendi dünyasında dans eden yüzlerce insan var. Massive Attack ile transa geçmişken karşınızda robot dansı yapan kız, 50 Cent figürleriyle ortalığı yıkan bir genç ve Beyonce’nin meşhur kalça figürleriyle coşan kız grubu var. Sessiz diskonun en keyifli yanı etrafı kolaçan etmekte. Eğlenceli kısım, insanları dans figürlerine göre tahlil etmek, dinledikleri müziği tahmin etmek.
Beraber dans etmek de mümkün. Arada insanlar birbirine el hareketleriyle “iki,

Yazının Devamı

BEN O GÖRDÜĞÜN COOL ADAM OLAMADIM

24 Ağustos 2010

Ey Türk gençliği, yakın bir dostunu kulübün ortasında dudaklarından öpecek kadar cool musun? Söyle bakalım, bugün cool olmak için neler yaptın?

Geçen haftalarda magazin sayfalarına düşmüş Bora Uzer&Kenan Doğulu öpüşmesi (üstelik, sahnede. Üstelik, iki kez. Hem de alkışlar eşliğinde, şok şok şok) ve şahitlerin durumu ‘cool’ olarak tanımlamasının ardından önce soru gelsin, ardından şu ‘cool’luk meselesi masaya yatırılsın: Ey Türk gençliği, yakın bir dostunu kulübün ortasında dudaklarından öpecek kadar cool musun? Söyle bakalım, bugün cool olmak için neler yaptın?
“Yeni Babylon nasıl olmuş?”
“Cool”
“Tünel’den ev tuttum.”
“Cool’muş!”

Yazının Devamı

TÜRK ERKEĞiNiN PEMBE GECELER SEVDASI

21 Ağustos 2010

“İçimdeki pembe aşkı bambaşka” gerçeğiyle yüzleşmeye çalışan Türk erkeği, yaz boyunca ünlüleri sahilde roze şarap içerken gördü de göğsününü gerip “Bir roze lütfen” diyebildi

İstanbul’dan bir yaz ritüeli. Tüm ‘erkekler’ toplanmış, ‘Nereye gitsek, ne içsek?’ derdindeyiz. “Hava tam rozelik” diyor biri. “O ne demek abi?” “Oğlum, tam roze havası işte. Hava sıcak! Açıkta, gölge bir masaya oturacaksın. Roze açtıracaksın. İçine de bol buz. Böyle soğuk soğuk akacak boğazından.” “Baş başa mı yapacağız bunu?” “...” Doğal olarak, akıllarda şöyle bir kare canlanıyor: İki erkek baş başa otururken ortalarında bir şişe roze şarap konmuş, pembe kadehlerini tokuştururken gevşemişler, bol bol konuşup gülüyorlar. Ya da şöyle bir şey: Borazan sesli, boylu poslu, yüksek sesle küfür dolu konuşmalarda sakınca görmeyen dört erkek bir araya gelmiş ellerindeki pembe renkli, zarif duruşlu kadehlerini tokuşturup duruyorlar. Söz konusu kareden rahatsızlık duymayıp, keyfine bakanlar da var, “Konduramıyoruz delikanlılık var serde” diyen de. En enteresanı, sevgilisiyle çıktığı yemekte şişe şişe rozeleri devirirken erkek masalarında ‘aslan’ kesilip “Pembe şarap mı olur? Ben soğuk beyaz bir şarap alayım”

Yazının Devamı

NEW YORK, iSTANBUL GECE HAYATINA MI ÖZENiYOR?

17 Ağustos 2010

New York’tan yükselen yeni trend Gastroclub’ı gözümüz bir yerden ısırıyor ama nereden? Yazıyı okuyun, eğlence dünyasında kim kimden ilham alıyor siz karar verin
Müptelası olduğum şehirlere her gidişte ilk birkaç gün, ‘eski dost’ kafelerde, restoranlarda, kulüplerde geçer. Süreç bir nevi teftiş, nabız yoklama, kendimce hal hatır sormaca, her şey yerli yerinde mi kontrol etme durumu olarak da özetlenebilir.
Çoğu varlığımdan habersiz olsa da platonik bir aşk, tek taraflı bir güven bağı var aramızda. New York’taki ufak bir iki kafe, kitapçı, restoran ve kulüp bunlardan birkaçı. Yaz başındaki New York çıkarmasında rutin teftiş turuna çıkmışken baktım, bir fire vermişiz. Manhattan gece hayatının en civcivli bölgesi Meatpacking District’teki gece kulübü Lotus gitmiş, yerine Abe&Arthur’s gelmiş. Lotus’un New Yorkluların pek de alışık olmadığı ‘bohem-chic’ bir tarzı vardı. Hollywood’dan transfer müdavimleri, ‘house disco’ müziği, jilet gibi barmenleri, fıstık gibi garsonlarıyla gerçek bir kulüptü. New York tarzı bir gece için belki de en iyi adresti. Lotus hatırına, Abe&Artur’s’dayız. “Lotus deneyimi sonrası, Abe&Artur’s’un lokanta havası kesmedi, kan uyuşmadı, enerji

Yazının Devamı