Şampanyalı ‘à la vogue’ bir öğlenin ardından, Antrepo’da robotlar; Zuma’da ‘a la cemiyet’ aşk oyununa geldi. Ulus 29 bitmeyen kış uykusunda, Blackk ise yine farklı havalarda
Yer İstinye Park, ev sahibi Vogue Türkiye olunca gün ortasında şampanya keyfine hayır demek ne mümkün. Başta Vogue ekibi, sıradakilerin hepsi pür şık, İstinye Park’ta ‘à la vogue’ bir hava estiriyor. Saat tam birde, şampanyalar patlıyor, derginin yayın yönetmeni Seda Domaniç, Vogue’un bir numaralı koleksiyon sayısını satın alıyor. İki numaralı sayının sahibi ise İzmit’ten kalkıp gelen blogger Koray Caner. Vogue kuyruğu her telden çalıyor: Kimi kız arkadaşı için sırada, kimi ofis arkadaşlarına sürpriz yapma derdinde. Şimdi sırada Paris’te gerçekleştirilecek Vogue Türkiye lansmanı var. Paris çıkarması İstanbul’da bir parti ile devam edecek.
Önce köşe kapmaca, sonra yerden yüksek. Peki, ‘ebe’ kim?
Trafik sıkışık, akıllar yine karışık: Zuma, Blackk ve Ulus 29’da aynı anda farklı konseptli farklı partiler mevcut. Geceye ‘sanatsal’ bir başlama vuruşu yapıp, ilk soluğu Antrepo’daki Absolut’un ‘urban’, bağımsız film gösterimli gecesinde alıyoruz. Zencefilli kokteyl ve sıcak patlamış mısırla başlayan gece,
14 Şubat enkazından yeni çıkmış, ajıtasyonsuz, ağrısız sancısız, sessiz sakin, romantik lafını ağzımıza süremeden bir akşam yemeği arayışında olunca, oklar İKSV’nin ihtişamli binası Deniz Palas’ın en tepesine konan X Restorana dönüyor. Dışarıdan nefes kesen binadan içeri girmenizle beraber önce nabzınız normale dönüyor, X’de ise derin derin nefes almaya başlıyorsunuz. İKSV binasında olunca beklentiniz artıyor, heyecanınız tavan yapıyor. Ama nafileÖ Dekorasyondaki uyumsuzluk, ‘kalantör’ ağabeyler, yan masalardan yükselen uğultular, yemeği de manzarayı da gölgede bırakıyor. Evet, yemeklerine denecek tek söz yok: Antrikot, kereviz püresi, ıspanak salatası ve midyeler nefis. Font küçük, ışık loş derken sommelier’nin, ‘aksanlı’ Türkçe’siyle mönüdeki en pahalı şeyleri önermesi cüzdanınıza darbe vurabilir. Hava kararsın, şaraplar içilsin, Haliç manzarası arkaya alınsın, ama mümkünse gündüz gidilmesin! Yan masadan yükselen sesleri duymayacak kadar aşıksanız ya da keyfiniz yerindeyse sorun yok. Deniz Palas’ın genel sorunu, konser salonundan restoranına her alanın başka birine emanet edilmesi. Palas’ta orkestra şefinden yoksun, herkes farklı bir senfoni tutturmuş. Borsa ekibinin
Gece çıktığınızda etrafınıza bir göz atın. Eğlence anlayışımız pek dans etmeye meyilli olmayınca geriye tek bir şey kalıyor: Sosyalleşmek. Biraz “Bir kadeh daha?”, biraz “Ateşin var mı?” yardımıyla başlayan yeni diyaloglar, ilişkiler, aşklar... Gecenin ardından tanıştığınız kişiye ne oluyor? Kimisi etiketlenip rafa kaldırılıyor, kimisi ise direkt geri dönüşüm kutusuna... Kimisi hafızaya kaydedilmeye bile gerek görülmüyor. Ardından, sosyal hayatın cilvesi, bir yerde tekrar karşılaşmalar ve kritik bir soru: Bir önceki konuşmanızın, kim ne kadarını hatırlayacak? Genel de cevap aynı: “Pardon, çıkaramadım?” Çıkaramadığın tek şey, içinde nefes almana engel olacak kadar şişmiş egon! Hatırlamanın insanı zayıf; hatırla(ya)mamanın ise müthiş ‘cool’ kıldığı bir düzende yaşıyoruz. Hatırlamamak, hatırlayamamak ne zaman hava atacağımız bir şeye dönüştü? Gerçekten “hatırlayamadınız” diyelim. Bu tatsız durumu “Ne yaparsın tatlım, her gün onlarca yeni insan tanışıyorum” diyerek, karşınızdakini sıradanlaştırıp, kendinizi göklere çıkarmak nasıl bir haz unsuru olabilir?
Lal Dedeoğlu gecesi
Gece şaha kalkan egolarla uğraşmadan, keyifli vakit geçirmenin en güzel yolu, eşli dostlu içki muhabbetinden
ZERO’nun yeni apartman dairesi kafa karıştırıcı, algıyı zorlayıcı video görüntülerine yer veriyor.
Alışageldik konseptli partilerden fenalık gelmişken, taze parti haberi heyecan dalgası yaratıyor. Partinin adı: AP(ART)MAN PARTY NO.2 TÜNEL: “Join Our Invasion”. Yer, Tünel’deki Bottel apartmanı. 1900 yılında Sultan II. Abdülhamid’in terzisi Jean Bottel için inşa ettiği bina Tükiye’nin ilk moda evi olarak biliniyor.
Mimar D’aronco’nun asırlık eseri mart ayında restorasyona girmeden ilk ve son defa bir parti için kapılarını açacak. ZERO ekibinin apartman partilerinin devamı niteliğindeki partide, “Join Our Invasion” mottosuyla, Mad Max’e, 1984’e inceden göndermelerde bulunup diktatörlerin devrildiği, devrimin başladığı bir dünya yaratılacak. Şehirde ilk defa bir parti için şehrin en ‘cool’ ve ‘upcoming’ 12 ismi haftalar öncesinden eski bir apartmana kapanmış, harıl harıl çalışıyor. Modacısından fotoğrafçısına, mimarından tasarımcısına mahşerin 12’lisi parti için zamansız ve yersiz bir atmosfer yaratıp ütopyalarını gerçekleştirecekler. Devrimi, varaklı çerçevelere yerleştirilmiş plazmalarda gösterilecek, !F filmlerinden alınmış en can alıcı sahneler destekleyecek. Fotoğraf
Cihangir’in bunaltıcı entel havasını dağıtan White Mill partisinde, herkes evindeymişçesine rahat ve huzurlu. Herkese dahil isimler arasında Nejat İşler ve Berrak Tüzünataç’ın oluşu şaşırtıcı bir durum. Sakin ve rahat eğlenmeleri “Bu mudur gazetecilere, sette çalışanlara kök söktürenler?” dedirtiyor. Yanlarında menajer Ayşe Barım, çift son derece huzurlu eğleniyor, eğlendiriyor. Diğer oyuncu çiftlerin de, Engin Altan Düzyatan ile Özge Özpirinçci, Dolunay Soysert ile Sinan Tuzcu, gelişiyle parti içerisinde bir parti daha ortaya çıkıyor: Aile saadeti sıcaklığında bol set dedikodulu, bol esprili ve tabii ki bol sinema konulu.. Partiyle beraber en basite indirgenmiş, hafif alaylı, “popçu/topçu” kategorisine daha ‘entel’, grup daha katılıyor: DOT’çular. Popçu ve topçulardan sonra şimdi de DOTçular, bulundukları yerin havasını değiştiriyor. Üç grubun aynı cümlede yer alışının tamamen kafiyeden ibaret oluşunu, maksadın tiyatrocuların/oyuncuların ne kadar sıkı parti insanları olduğunu göstererek, durumu çarpıtmak olmadığına dair dipnot düşerek White Mill partisine dönelim. DOT’çuların egosu düşük, özgüveni yüksek eğlenmeleri White Mİll’in rengini değiştiriyor, kasvetini dağıtıyor. Çok
Herkes ‘İstanbul Fashion Week’in bir tarafından tutmuş, kendi penceresinden / köşesinden veriyor gazı, ortalık toz duman. Köşenin başlığı itibariyle, benim payıma düşen “Peki, afterparty’ler nasıldı?” başlıklı bir yazı. Almayayım, kalsın. Alana da mani olmadan, hafta sonu geçirdiğim ‘moda partisi’ kazasından geriye kalan sağ hücrelerimi ‘o geceye, o ana’ döne döne kaybetmeden, ‘sıradan’ bir hafta sonu gibi algılamayı tercih ediyorum.
Sıkı bir itirafla başlayalım: Modayla nefes alıp veren her canlıdan ödüm kopuyor. Tasarımcısından fotoğrafçısına, editöründen bloger’ına, yazanı çizeni, giyeni giydireni, hatta okuyanı ve hatta okuyamayanı dahil, topyekün tırsıyorum. Belki de işin içine girmesi çok kolay gibi gözüktüğünden, profesyonelleri ayrı tutalım, herkes bir ‘bilmediğini bilme’ safhasında. Sivri sivri ahkam kesmeler, beni defile izlemeye dahi korkar hale getirdi. Stil konusunda kendi kumaşıyla kavrulan birey olarak, hayatımdaki defile eksikliğini hiç hissetmedim, orası ayrı. İşin moda kısmını bilmediğini bilenlere devredelim, biz afterparty için Tamirane’ye yol alalım. İlk günkü parti fiyaskosundan sonra, ikinci günkü Mavi partisi bir nebze de olsa iyi geliyor. Taze meyve sulu
Time Out İstanbul son sayısında sevgililer gününe ithafen ironik ama gerçek bir habere yer veriyor. ‘(T)avlama sanatı’ başlığında, en flörtöz mekanlar didiklenip, mekanların avlanma ve tavlanma kültürüne dair işletme sahiplerinin dahi bildiği fakat yüksek sesle konuşmadığı gerçekler bir bir sıralanmış. Lucca, NuPera, Public gibi kulüplerin yanı sıra M.A.C, Macro Center, Starbucks gibi gündelik hayatın vazgeçilmez yerleri, flörtöz mekanlar deyince ilk akla gelenlerden. Yazıyı hatmettiniz ve soluğu flörtöz mekanlardan birinde aldınız, diyelim. İş bitti mi? Hayır. Tavlamanın püf noktası, hangi mekanda olduğunuzdan çok, mekanın neresinde konumlandığınızdan geçiyor. Her mekanın ‘kritik noktasını’ belirleyip, kör noktalarından kaçmaya bakın. Lucca’nın bar önü, Public’in asma katı, Biber’in arka bahçesi. 11:11’in DJ kabini önü ve sigara yasağı sonrası neredeyse her mekanın kapı önü avlamak ve avlanmak için en kritik noktalar. Gecenin amacı buysa, oyunu kuralına göre oynayın. Olası teğet geçme veya hedef ıskalama durumlarında kendinizi heba etmeyin: “Oyunun sonu, oyundan öncedir.” (S.Herberger)
Hesap kitap tutmadı
Haftalar öncesinden bağırmaya başladılar: Longtable’da ‘hesapsız kitapsız’
Hayal Kahvesi’ne gidip, eğlenmeden çıkmanız zor. Kitle belli, müzik belli. ‘Aynı nakarat’ her gece bıkkınlık yaratsa da ayda birkaç kez ‘hayal’ gecesi yapmak, iyi gelir. Son hayal gecesinde, sahnede ‘Kargo+Mirkelam’ var.
Serkan ve Koray’ın gruptan ayrılması kadroda zorunlu bir oyuncu değişikliğine götürmüş. Yeni transfer, Kargo’nun bünyesine yedirilemeyecek kadar yıldız bir isim olunca grubun adı ‘Mirkelam@Kargo’ olarak değişmiş. Araya giren yeni besteler eşliğinde, bir Kargo’dan bir Mirkelam’dan hafif 90’lar nostaljisinde akıp gidiyor gece. Gecenin bir de onur konuğu var: Gazeteci/müzisyen Ayşe Özyılmazel. Etrafa ‘halkını ve hayranlarını selamlayan’ gülücükler atarken elinden düşürmediği Blackberry’si ile Twitter’dan canlı yayın yapıyor: “Mirkelaam şapka takmışşş” “Yerinde duramasa sizin için fotoğrafını çekeceğim.” “Mirkelam olmadı, Serkan’ın fotoğrafı ile idare edin.”Evet, gece hayatında gelinen son nokta bu. Bir elinde içki, diğer elinde Blackberry, ya da Iphone, gece boyunca twit’leyip duruyorsunuz flaş flaş flaş, şok şok tadında: “Aman Allahım, yine sarhoşum” “Yanımdan az önce Neriman geçti. Yine taş, yine taş” “Az önce polise yakalandık. Rüşvet olarak 50 milyon verdik.”