14 Şubat enkazından yeni çıkmış, ajıtasyonsuz, ağrısız sancısız, sessiz sakin, romantik lafını ağzımıza süremeden bir akşam yemeği arayışında olunca, oklar İKSV’nin ihtişamli binası Deniz Palas’ın en tepesine konan X Restorana dönüyor. Dışarıdan nefes kesen binadan içeri girmenizle beraber önce nabzınız normale dönüyor, X’de ise derin derin nefes almaya başlıyorsunuz. İKSV binasında olunca beklentiniz artıyor, heyecanınız tavan yapıyor. Ama nafileÖ Dekorasyondaki uyumsuzluk, ‘kalantör’ ağabeyler, yan masalardan yükselen uğultular, yemeği de manzarayı da gölgede bırakıyor. Evet, yemeklerine denecek tek söz yok: Antrikot, kereviz püresi, ıspanak salatası ve midyeler nefis. Font küçük, ışık loş derken sommelier’nin, ‘aksanlı’ Türkçe’siyle mönüdeki en pahalı şeyleri önermesi cüzdanınıza darbe vurabilir. Hava kararsın, şaraplar içilsin, Haliç manzarası arkaya alınsın, ama mümkünse gündüz gidilmesin! Yan masadan yükselen sesleri duymayacak kadar aşıksanız ya da keyfiniz yerindeyse sorun yok. Deniz Palas’ın genel sorunu, konser salonundan restoranına her alanın başka birine emanet edilmesi. Palas’ta orkestra şefinden yoksun, herkes farklı bir senfoni tutturmuş. Borsa ekibinin tutturduğu X senfonisi ise biraz alaturka, biraz ortaya karışık. Geriye, elimizde şarap, karşımızda ‘aziz’ İstanbul, X’in terasındaki sazsız sözsüz romantik fısıldamalar kalıyor. Bir de X’den güzel bir haber: Havaların güzelleşmesiyle X’in üst katı da açılacak, akşamüstü içkileri daha da keyifli olacak.
Beklenmedİk ama sıradan yenİ gece kulübümüzHerkes gecenin ortasında kalkıp, Müzikhol’un yolunu tutuyor. Müzikhol, birkaç ayda kulaktan kulağa, ağızdan ağza yayılan bir kulübe dönüştü. 5.Kat ile aynı apartmanda, hemen girişte bulunan Müzikhol’un tek sırrı şu: Mekanın kendine özel bir ‘aurası’ var. Beklenmedik ama sıradan, rahat ama geçici heveslik. Bir de ‘görünmeyen’ koşulu var: Doğru saatte gitmen, yanında doğru ‘barkadaş’ olması ve biraz da çakır keyif olmak! Sirkulasyonu bol gecede kimisi ev partisine gelmiş gibi, arka odada kanepeye yayılmış, ayaklarını uzatmış keyfine bakıyor. Özel odalarda kafasına göre takılanı, girişteki geniş alanda gönlünce dans edeni renk renk, çeşit çeşit. Gidin, görün, takılın, tadını çıkarın.
Yaşasın! Kovulduk!Yemek sonrası, kısa bir ‘Asmalı’ turu. Otto’nun fındık shot’larından içimiz bayılmışken yeni bir formül tutturuyorlar elime: Tekila shot ile birkaç damla Tobasco soslu domates suyu. Önce tekila, ardından acı acı domates suyu. Olmeca’lı Otto gecesi sonrası sırada ‘devrim partisi’ var. Tünel’de, Starbucks’un hemen yanındaki, meşhur Botter Han apartmanı devrimci gençlerin karargahı olmuş. Apartmanın dışına dev bir ZERO bayrağı dikilmiş, içeriden müthiş bir müzik yükseliyor. Kapıda “Listede adınız var mı?/ Ne için gelmiştiniz?” gibi sorular karşısında, adımı bile söylemeye çekinip, “kem, küm... şey... ZERO?” diyince birden kapılar farklı bir dünyaya açılıyor. Partide anarşist ruhlu dans müziği, vişneli zencefilli Absolut kokteyller ve !F filmlerinden sarsıcı loop’lar eşliğinde gerçek bir devrim konsepti yaratılmış. Şüphesiz, son zamanların en enteresan partinin ardından hasar raporu: Kolda altı sigara yanığı, pantolonda dört farklı içki lekesi ve kül tablasına yatırılmış bir adet gömlek. Hamama giren terler, devrime gelen çoşar, başa gelen çekilir. Diyecek bir sözümüz yok elbet. Devrim yapılmış, kitle coşmuşken gecenin ikisinde müzik birden kesiliyor. Mikrafonu eline alan diktatör, “Dağılın! Gece bitti! Evinize dönün” diye bağırınca kovulmanın verdiği hazla çıkıyoruz Botter Han’dan. Arka arkaya shot’lanan içkiler, birbirine üstüne düşen insanlar ve sonu gelmeyen partilerden bıkmış usanmışken ‘kovulmak’ iyi geliyor. Keşke her partiden saati geldiğinde kovulsak! Ah, bir de ‘cool’luk mertebesi tavan yapmışken, son dakika gelen “Arkadaşlar, hepiniz geldiğiniz için çok sağ olun, var olun!” temalı beylik laflar olmasaydı...