MÖ 4. yüzyılda Atina’nın nüfusunun 250 bin ile 300 bin arasında olduğu tahmin edilir.
Buna karşın oy kullanabilen kişi sayısı sadece 40 bin civarındaydı.
Yönetim mekanizması da her zaman Eupatrid denilen, doğuştan soyluların elinde olurdu.
Antik Roma’da da üç ayrı Meclis bulunurdu ama bunlardan en önemlisi savaş ilanı ve yüksek mevki atamalarını yapan Centuriate Meclisi’ydi.
Bu Meclis’te oy verme işlemi en zengin sınıftan başlar ve 193 üyenin çoğunluğuna ulaşıldığı an oylama dururdu.
Bu da zengin sınıfların blok oy kullanarak diğer sınıfların yönetime katılmasını engellemesini sağlardı.
Türkiye’de “Benim oyumla çobanın oyu aynı” diye başlayan tartışma 14 ve 28 Mayıs’tan sonra çok daha sert hale geldi.
Kendisinden farklı düşünenlere asalak, cahil demek, sonucu “yoksulların-vasatın intikamı” ya da “Aziz Nesin az bile diye söylemiş” diye yorumlamak bizi ancak Atina demokrasisine götürür.
Beşikler vermişim Nuh’a/Salıncaklar, hamaklar/Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır/ Anadoluyum ben/ Tanıyor musun?
Seçim yasakları olmasa bir pazar yazısına Ahmed Arif mısralarıyla başlamak mümkün olmazdı.
Sonuçta şiir kitaplarının kişisel gelişim kitaplarının 10’da biri kadar bile satmadığı bir ülkede yaşıyoruz.
Ama yine de bilmemiz gereken çok şey var Anadolu’ya dair.
Mesela, dünya tarihinde geceleri düzenli olarak aydınlatılan ilk cadde Antakya’nın Herod Caddesi idi. MS 2. yüzyılda mermer sütunların üzerine iliştirilmiş yağ lambalarıyla yapılıyordu aydınlatma.
Düşünsenize, o tarihte 750 bin kişilik nüfusuyla dünyadaki en büyük üç şehirden biriydi Antakya.
Bugün yeterince koruyamadığımızı düşündüğümüz Manyas Kuş Cenneti var ya, MÖ 500 civarlarında Persler tarafından koruma altına alınmış, kurallar konmuş ve atık suların göle karışmaması için atık su kanalı da yapılmıştı.
Anadolu’dan söz edeceksek, küçük detaylar olarak kalıyor as
Silopi’de belediyenin iş makinesinin zırhlı araca saldırıp devirdiğini,
Devrilen araca şehir kadrosu elemanlarının 15 civarında molotof atıp, aracı kalaşnikoflarla taradığını kaçımız biliyoruz?
Başka bir soru, 13 ay sonra yine Silopi’de, molotofla yakılan bir emniyet aracına belediye itfaiyesinin müdahale etmediğini kaçımız duyduk?
Urfa’da, Suruç Belediyesi açtığı bir parka Arin Mirkan adını vermişti.
Arin Mirkan kim mi? Terör örgütünün Suriye kolu adına intihar saldırısı düzenlemiş bir militan.
Batman’da belediyeye farklı zamanlarda alınan 400 taşeron işçiden 328’inin kendisi ya da birinci dereceden akrabasının terör örgütüyle ilişkisinin tespit edilmesi, aynı belediye ve yöneticilerinin Yamaçlı’da sıkışan teröristlere canlı kalkan olması size garip gelmiyor mu?
Sur Belediyesi’nin verdiği inşaat ruhsatlarından PKK için fon alması ya da bölgede çeşitli yerlerde kurulan gençlik ve kadın merkezlerinin terör örgütüne eleman sağlamada kullanılması gibi dava dosyalarından daha onlarca örnek
DAEŞ’in
Yeni lideri Ebu Hüseyin El Hüseyni 29 Nisan’da, Suriye, Cinderes’te etkisiz hale getirildi.
Eski sözde Türkiye Valisi Şahap Variş’in de aralarında bulunduğu 4 terörist 10 Mayıs’ta Suriye’de yakalanıp Türkiye’ye getirildi.
PKK/KCK’nın
Askeri İstihbarat Sorumlusu Mazlum Karamok adlı Sabri Abdullah 30 Nisan’da Suriye’de, Ayn el Arap’ta,
Eğitim Sorumlusu Cudi Engizek kod adlı Ahmet Gümüş 4 Mayıs’ta Irak, Gara’da,
Özel Güç Lojistik Sorumlusu Firaz Zilan kod adlı Neçirvan Seven 5 Mayıs’ta Irak Gara’da,
Özel Güç Cephe Sorumlusu Zerdeşt Karadeniz kod adlı Eyvaz Beyaz 7 Mayıs’ta Irak, Gara’da,
“Kemalizm demek, her türlü ilerici ve demokratik düşüncenin zincire vurulması demektir.”
Okuduğunuz cümle Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist’in kurucusu İbrahim Kaypakkaya’ya ait.
Perşembe günü Mustafa Kemal Atatürk’ü ağzından düşürmeyen, bir televizyon yüzü, yayında Kaypakkaya’nın işkencede öldürülüşünün yıl dönümünü andı, “Böyle bir tarihten geliyoruz” dedi, kanal da ekrana spot olarak “İbrahim Kaypakkaya’yı saygıyla anıyoruz” yazdı.
Aynı anda hem Mustafa Kemal Atatürk’ü hem de İbrahim Kaypakkaya’yı savunamazsınız.
Sadece girişteki cümle değil Kaypakkaya’nın Kemalizm’i çok daha ağır eleştiren başka cümleleri de var.
Kemalizm’i eleştiren sadece İbrahim Kaypakkaya da değil, mesela Fikret Başkaya Kemalizm’i “Bir burjuva ideolojisi” olarak tanımlar.
Yoldaşları Kaypakkaya’yı anabilir, kimi devrimciler Kemalizm’e eleştiri de getirebilir, burada bir sorun yok.
Sorun, kimliğini Kemalist olarak tanımlayanların
"Kılıçdaroğlu ile birkaç ay önce Londra’da diğer yatırımcılarla görüşmesi sırasında buluştum. Sorulara verdiği yanıtların zayıf/şaşırtıcı olduğunu düşündüm. O zamanlar bu adamın bir kampanyada RTE’nin dengi olmadığını düşünmüştüm. Bu endişeler bir şekilde gerçekleşti.”
Okuduğunuz bu satırlar 15 Mayıs günü Timothy Ash’in sosyal medya hesabında yayınlandı.
Timothy Ash kim diyeceksiniz, Economist’in Türkiye ile ilgili en fazla kalem oynatan yazarlarından biri.
Economist kim, seçimden önce Kılıçdaroğlu’na oy verin diye kampanya yürüten global dergi.
Peki, Economist en önemli yazarlarından birinin terbiye sınırlarını zorlayarak küçümsediği Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olması için neden gazetecilik ilkelerini falan bırakarak bir kampanya yürüttü?
Timothy Ash, bu mesajının devamında yatırımcılara Erdoğan’ın gitmesi için İstanbul Borsası’nı çökertme tavsiyesinde de bulundu.
İç işlerine müdahalenin en ahlaksız
Ameliyathane masasında kanlar içerisinde yatan bir PKK militanı…
Başındaki doktor ve hemşireler büyük bir dikkatle vücudu üzerinde çalışıyorlar.
Çatışma sırasında yanındaki arkadaşının göğsündeki el bombasına kurşun isabet ettiği için vücuduna yüzlerce kemik parçası saplanmış.
Aynı anda ameliyathanenin kapısında gaziler “Bir teröristi neden kurtarıyorsunuz?” diye cama vuruyorlar.
Masada çok şehidin gözünü kapatmış, çok gazinin bacağını ampüte etmiş, sağlık ekibi bu sözleri duymamaya çalışıyor.
Devlet, “Yaralı ele geçirdiğin teröristi tedavi et, ifadesini al, yer göstermesini sağla, yargılayacağım” demiş.
Kim olursa olsun, insanı yaşatmaya yemin etmiş olan sağlık çalışanları da duygularını bir kenara bırakarak işlerini yapıyorlar.
1990’larda Türkiye’de yaşanmış bir gerçek yukarıda okuduklarınız, Hakan Evrensel’in Güneydoğu’dan Öyküler kitabında çok hikâye var böyle.
Seçim yasakları ne işe yarar sorusunun bana göre en doğru cevabı, seçimden seçime bir gün, çok konuşmamız gereken ama hiç konuşmadığımız konuları gündeme getirme şansıdır. Geçen sene Kopenhag’daki Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi kıtanın 2022 obezite raporunu açıkladı. Bu rapora göre, Türkiye’deki yetişkinlerin yüzde 59’u aşırı kilo veya obezite sorunu yaşıyor.
Obezitede Avrupa’da ilk sıradayız, dünyada da 17. sırada çıkıyoruz ama unutmayalım ki ilk 10 ülke, Nauru, Cook Adaları, Palau gibi Mikronezya ülkelerinden oluşuyor. ABD, 12. sırada, adını, yerini bildiğimiz ülkelerden sadece Suudi Arabistan ve Kuveyt üstümüzde.
Bu toplumsal sorun sadece aşırı kilo ve obez olanları değil en zayıf olanları da etkileyen bir sorun. Zira obezite arttıkça kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, lipit bozuklukları artıyor, çeşitli kanser türleri obeziteye bağlanıyor ve sonuçta sosyal güvenlik sistemi bu hastalıkların tedavisi için milyonlarca lira para harcıyor. Konuya buradan