Özay Şendir

Özay Şendir

ozay.sendir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Seçim yasakları ne işe yarar sorusunun bana göre en doğru cevabı, seçimden seçime bir gün, çok konuşmamız gereken ama hiç konuşmadığımız konuları gündeme getirme şansıdır. Geçen sene Kopenhag’daki Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi  kıtanın 2022  obezite raporunu açıkladı. Bu rapora göre, Türkiye’deki yetişkinlerin yüzde 59’u aşırı kilo veya obezite sorunu yaşıyor.

Obezitede Avrupa’da ilk sıradayız, dünyada da 17. sırada çıkıyoruz ama unutmayalım ki ilk 10 ülke, Nauru, Cook Adaları, Palau gibi Mikronezya ülkelerinden oluşuyor. ABD, 12. sırada, adını, yerini bildiğimiz ülkelerden sadece Suudi Arabistan ve Kuveyt üstümüzde.

Haberin Devamı

Bu toplumsal sorun sadece aşırı kilo ve obez olanları değil en zayıf olanları da etkileyen bir sorun. Zira obezite arttıkça kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, lipit bozuklukları artıyor, çeşitli kanser türleri obeziteye bağlanıyor ve sonuçta sosyal güvenlik sistemi bu hastalıkların tedavisi için milyonlarca lira para harcıyor. Konuya buradan girdiğimde, daha büyük bir risk karşıma çıktı, çocuk obezitesinde de 7 yaşından büyük her 5 çocuktan birinin aşırı kilolu ya da obez olduğu gerçeğiyle karşılaştım.

Araştırdıkça karşıma çözümü Anadolu’da saklı olan  başka gerçeklerle karşılaştım. Mesela bilinmeyen nörolojik hastalıkların yüzde 57’sinden buğday ve gluten sorumluymuş. Anksiyete, depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite ve hatta şizofreniye kadar uzandı bulduğum kaynaklar.

Hani vücudun ikinci beyni dediğimiz bağırsaklar var ya, hazır gıdalar ve özellikle de cüce buğday dediğimiz, modern tarımın icadı buğdaydan yapılan ürünler bağırsaklarımızdaki dost bakterileri öldürüyormuş. Ortaya çıkan sonuç şu; çocuklarımıza bağırsak florası bozulmasın diye antibiyotik vermekten imtina ediyor ama cüce buğdaydan üretilmiş ekmek ve makarnayı yemelerinden hiç rahatsız olmuyoruz.

Bu konuları araştırınca, ister istemez Prof. Dr. Canan Karatay’ın söyledikleriyle karşılaşıyor insan. Onun da cümleleri mermi gibi: “Fabrikalardan gelen unlarda kimyasallar var. Bunlardan en önemlisi de bromür. Vücuda girdiği zaman iyodun kullanılmasını engeller ve bütün kanserlerin sebebidir. Bromür 2B kanserojendir.” Devam ediyor Prof Dr. Karatay: “Modern buğday cüce buğdaydır, hibrittir. Hibrit olduğu için içinde glüten çok fazladır. Glüten her türlü hastalığın sebebidir.”

Haberin Devamı

***

Buğday meselesini ciddiye almak için başka kaynaklar da buldum.

Uzman Doktor, Nöral Terapist Ferda Firdin’in Bursa’da yaptığı bir konuşma çıktı karşıma. Söylediklerini şöyle özetleyebilirim:

İnsanların modern buğdaydan yapılan ekmek bağımlılığı morfin bağımlılığına benziyor. Bu bağımlılıktan kurtulmak için morfin zehirlenmesinde kullanılan bir antidot, modern buğday bağımlılığında da kullanılıyor.

Bu morfin bağımlılığı benzetmesi Canan Karatay’a da sorulmuş. “İşlem görmüş, rafinasyon sırasında içindeki besin öğelerini yitirmiş beyaz ekmeği kastediyorlarsa buna katılırım” demiş Canan Karatay.

İşlem görmüş buğday sadece ekmekte yok ki... Makarna ve tüm pastane ürünlerinde karşımıza çıkıyor. Kronik yorgunluktan üreme sorunlarına kadar bir sürü sorun sıralanıyor arka arkaya. Farkına varmadığımız bir başka tehlike daha var aslında. Avustralya’da  yapılan bir araştırmaya göre glüten ağrı kesici, şampuan gibi ürünlerden de vücudumuza giriyor.

Haberin Devamı

Tüm bunları okuyunca insan çare ne diye düşünmeye başlıyor.

Çare birçok konuda olduğu gibi en son baktığımız Anadolu’da aslında.

***

Önce siyez ile başlayalım:

14 kromozomla genetik olarak dünyanın ilk buğdayı siyez. Genetik yapısı 10 bin yıl boyunca hiç bozulmamış. Bunun sebebi de sık bir kavuz yapısı olması. Bu sık kavuz yapısı onu hastalıklara ve zararlılara karşı korumuş binlerce yıl. Bugün de kimyasal kalıntısı olmayan bir una ulaşmamızı sağlamış. Kavuz yapısı nedeniyle işlemesi zor, firesi fazla ama insan sağlığına zararı değil faydası var. Siyez unu modern buğdaya göre iki kat fazla A vitamini içeriyor. Demir, folik asit, çinko değerleri modern buğdaydan daha fazla. Karotenoidler konusunda da zengin bir tür siyez. Biyolojik bir pigmentten söz ediyoruz sonuçta ama bağışıklık sistemini güçlendirdiğine ya da kan plazmasında beta-karoten oranı yüksek olan kişilerin akciğer kanser riskini önemli ölçüde azalttığına dair yayınlar var.  Yine glüten oranı diğer un çeşitlerine göre çok daha az. Bilimsel çalışmalardan bulduklarım bu yazdıklarım ama Anadolu bu işte. Gelelim kötü habere, siyez buğdayını çalma çalışmalarında Batı oldukça mesafe aldı. ABD, İspanya ve savaştan önce Ukrayna’da siyez buğdayı yetiştirme çalışmaları yapılıyordu. Tohumlar nereden gitti derseniz mutlaka Türkiye’den gitmiştir.

Bugün piyasada siyez adına çok dolandırıcılık yapılıyor maalesef. Mesela yüzde 100 siyez unundan yapılmış bir ekmek ya da makarna ile yüzde 10 siyez unu katılmış bir ekmek ya da makarna arasında dağlar kadar fark var. Ve daha da kötüsü, modern buğdayın bağımlılık yapma alışkanlığı sürdükçe siyez unu soframızda hak ettiği değeri bulamıyor. Çocuk obezitesi derdimizi de düşünecek olursak aslında okul yemekhanelerinde ekmek-makarna olarak siyez ununu mecbur hale getirmek bir çözüm olabilir. Kantinlerde satılan poğaça ve türlerinde siyez unu mecburiyeti getirilebilir. Daha sağlıklı olmak ve GDO’su ile oynanmamış siyez ununu neden toplumun küçük bir kısmı biliyor. İnsan üzülüyor ister istemez.

***

Gelelim Dinkel ya da diğer adıyla kızıl buğdaya: Maden çağından kalma bir tür Dinkel. Alacahöyük’te MÖ 6000 ile 5500 arasından kalma tohum kalıntıları bulundu.

Anadolu’nun bu değerinin kıymetini Amerikalılar ve Avrupalılar bizden daha iyi biliyorlar maalesef. ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), dünyadaki en düşük glüten oranına sahip olan Dinkel ununun, öğütülme işleminin gerçekleştiği alanda başka bir tahılın öğütülmemesi şartıyla çölyak hastalarının tüketimine yüzde 92 uygun olduğuna karar verdi.

Avrupa’da sağlıklı beslenmek isteyenlerin en favori unu durumunda. Hem kalorisi düşük hem de yüksek protein ve lif oranına sahip bir buğday çeşidinden söz ediyoruz. Tıp dünyası, hücreleri yenilemekte, sinir sistemini düzenlemekte ve bağışıklık sistemini güçlendirmekte önemli olduğunu söylüyor bu buğday türünün. Konya’da sınırlı bir bölgede, kontrollü olarak yetiştirilen bu tür, dünyada genetiği değiştirilmemiş üç buğday türünden biri durumunda.

***

Atalık buğday tohumlarımızdan bir diğeri de Karakılçık buğdayı. Besin değeri son derece yüksek olan bu buğday cinsi, potasyum, fosfor açısından son derece zengin bir tür. A, E, K, C vitaminleri, demir, lif, protein oranları da diğer modern buğdaylara göre çok daha fazla.

Yazılmazsa olmaz denilecek bir diğer tür Kunduru. O da sağlığımıza dost olan türlerden biri.

Anadolu’dan miras kalan zenginliği sayfalar dolusu yazmak mümkün ama vermemiz gereken karar, modern buğdaydan uzak durmakla alakalı aslında. Laboratuvar ortamında yetiştirilen tohumlar vitamin ve mineral açısından daha düşük değerlere sahip.

Bu katlanılabilir maliyet, asıl sorun olan modern buğday dediğimiz buğdayın yarattığı alışkanlık ve yol açtığı sağlık sorunları.

Bir yanda tüketirken tükenmek, diğer yanda tüketirken daha sağlıklı bir yaşama kavuşma tercihiyle karşı karşıyayız.

Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nın çocuk obezite rakamlarına bakarak ata tohumu buğdaydan üretilen ekmek-makarna-pastane işlerini okullara sokması şart. Avrupa’nın en fazla aşırı şişman ve obez nüfusuna sahip ülkesi olarak ekmekteki tuzu azaltmak, lokantalardaki masayı ekmekle doldurmayı yasaklamak bize yetmedi maalesef. Yüzümüzü bir kez daha Anadolu’ya dönmeli ve beslenme alışkanlıklarımızı buna göre revize etmeliyiz.

AN'LAR

Modern buğday, hastalıklar  ve Anadolu’da saklı çareler

1880’ler, Galata Kulesi: Etrafı ne kadar boşmuş. Ama daha 1900’ler olmadan bir sürü bina yapılmıştı yine.

Modern buğday, hastalıklar  ve Anadolu’da saklı çareler

1940’lar, Mercan yokuşu: Fotoğrafı değerli kılan seyyar satıcı değil, onun gazete okuma alışkanlığı.

Modern buğday, hastalıklar  ve Anadolu’da saklı çareler

1960’lar, Ortaköy: Bir su çeşmesinin önünde sakalar. Çeşmeden alınan sular kuruşluk fiyatlarla evlere satılacak.

Haftanın fotoğrafı

Modern buğday, hastalıklar  ve Anadolu’da saklı çareler

“Hoşgeldin bebek, yaşama sırası sende...”

Nâzım Hikmet’in en fazla bestelenen şiirlerinden biridir bu. Şiirde kuşpalazı, boğmacadan bahsedilir bugün o hastalıkların çoğunu yendi insanlık. Ama insanlığın başka ve tedavi edilemez hastalıkları var halen. Daha da az olmakla beraber, ten rengiyle, diliyle, diniyle bebekleri bile ayırıyoruz birbirinden. ABD-Meksika sınırında çekilen bu kare şişme dudaklı bir sosyal medya fenomeninin yırtmaçlı pozu kadar bile kalmayacak aklımızda...