Prigojin adını hepimiz biliyoruz ama Erin Prince adını çoğunuz ilk kez duyuyorsunuz. Tıpkı Wagner adını bildiğimiz ama Black Water adını neredeyse unuttuğumuz gibi...
Çatışma alanlarına, eski askerlerden oluşan, para için görev yapan adamları sokma işini ABD başlatmıştı.
Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in fikir babası olduğu Black Water, 1997’de Erin Prince tarafından Kuzey Karolayna’da kuruldu. Eski bir donanma mensubu olan Prince, aynı zamanda koyu bir Hristiyan’dı ve hükümetteki Neo-Con’larla yakın ilişki içerisindeydi.
İlk başta küçük olan yapılanma zamanla büyüdü, 2003’te Irak’ın işgali sürecinde ABD Hükümeti adına görev yapan Black-Water eleman sayısı yaklaşık 100 bin kişiyi bulmuştu. Bu 100 bin kişi Washington’a savaş hukukunun etrafından dolanma şansını da verdi.
Irak’ta çok insan öldürmeleri şaşırtıcı olmadı kimse için. Şaşırtıcı olan 2005 yılında Katrina Kasırgası sırasında New Orleans’ta zenginlerin tepelerdeki evlerini korurken, hayatta kalmak için tepelere ulaşmak
Milli Eğitim Bakanlığı, veliden ve öğrenciden yana kararlar almaya devam ediyor.
Geçen yılın üniformalarının kullanılması da, çocuk obezitesine karşı her sabah kültür-fizik hareketleri de doğru kararlar.
Bakanlık bu işleri yaparken, özel okullar başka türlü işler yapıyorlar.
İki kızı da özel okula giden bir baba, geçen hafta okuldan istenen kitap ücretlerini yolladı bana. Birinci sınıfa başlayacak kızının kitap ücreti 20 bin, 5. sınıfa başlayacak kızının kitap ücreti 18 bin liraymış.
Aksi olsa anlarım, birinci sınıfta okuma-yazma öğrenir çocuk, ders kitabı parası nasıl olur da 5. sınıf öğrencisinden fazla olur?
Belki gerçekten öyle olması gerekiyordur, bilemem, bildiğim bazı okulların “salma” şeklinde kitap parası istemesi ve sürecin şeffaf olmadığı.
Eski kitaplar niye kullanılmıyor sorusuna da cevap buldum, barkod ile kitapların içine ödev yerleştiriliyormuş.
Özel okula sadece zengin çocukları gitmiyor, okullar çok az bir zahmetle bu sorunu çözebilirler aslında.
*1980’lerin İstanbul’unda yaşayanlar, Ikarus marka otobüsleri hatırlayacaklardır. Kapısındaki uyarı yazıları bile Macaristan’da yazılmış, ortaya da başlıkta gördüğünüz bu garip Türkçe çıkmıştı. Pazar günü Budva Kalesi önünde beklerken, Budapeşte Belediyesi’nin Türk malı otobüsleri kullandığını fark ettim. Nereden nereye tanımlaması hissettiğim duyguyu anlatmaya yetmedi. Dijitalleşmenin kirletmediği zamanları hep özlemle anarız ama İngilizlerin Hindistan için ürettiği Leyland otobüslerin ardından Ikarus’un bize lüks gelen halini de hatırlamadan geçemiyor insan.
*Cumhurbaşkanı Erdoğan ile gördüğünüz fotoğrafı 21 Ağustos, saat 01:45 gibi çektirdik. 12 saat içerisinde, İstanbul’dan Budapeşte’ye uçtuk, Erdoğan orada çok sayıda ikili temas gerçekleştirdi, Dünya Atletizm Şampiyonası 100 metre finalini izledi, sonra da Ankara’ya döndük. Dönüş yolunda da Erdoğan soruları cevapladı. Bu arada içeriden bilgi, temasları sırasında yemek yemedi. Gelelim bu
Birleşmiş Milletler Barış Gücü Kıbrıs’ta 1964 yılından beri görev yapıyor.
Bu gücün kurulmasının amacı, Türkler ve Rumlar arasındaki çatışmaları engellemekti.
Küçük katliamları saymıyorum bile, 1 Kasım 1967’de, Yunanlı General Grivas komutasında 200’ü aşkın zırhlı araçla, binlerce Rum ve Yunan askeri Geçitkale ve Boğaziçi köylerinde katliam yapıp, onlarca Kıbrıslı Türkü infaz ederken seyreden bir Barış Gücü sözünü ettiğimiz.
Daha acısını ve Birleşmiş Milletler adına utanç verici olanı yazayım şimdi:
Tarih 14 Ağustos 1974, yani Türkiye, Kıbrıs’a çıkmış, 2. Cenevre Konferansı başlamış ve sürüyordu.
Rumlar, bugün Güney Kıbrıs topraklarında kalan Taşkent ve Baf’ta yaşayan Kıbrıs Türklerinin etrafını sarmıştı.
Barış Gücü yetkilileri, Kıbrıslı Türklere, “Rumlar sizden sayıca çok ve ağır silahlılar. Karşı koyarsanız hepinizi öldürecekler. Silahlarınızı teslim ederseniz sizi koruyacağız” der. Türkler silahlarını teslim
14 Ağustos’ta Galata Köprüsü’nde 40 gün sürecek tamirat-tadilat işlemi başlatıldı.
Hiç gecikme olmasa bile iş Eylül sonunda bitecek.
Oysa 11 Eylül’de tüm okullar açılıyor, öncesinde açılacak özel okullar ve oryantasyon eğitimi yapan devlet okulları var.
Atomu parçalamıyoruz, 40 gün sürecek bir işi, neredeyse 120 gün süren okul tatili döneminde bitirecek planlamayı yapamamayı konuşuyoruz.
Bu 2023’te olan, 2022’de de Hacı Osman Bayırı, okulların açılmasına kısa bir süre kala trafiğe kapatılmış, çocuklar servislerde helak olmuştu.
Geçmiş on yıllar içerisinde okulların açılmasından
3 gün önce Bostancı yolunun minibüs yoluyla olan bağlantısı trafiğe kapatılmıştı.
Bunlar büyük olanlar, elektrik, doğalgaz dağıtım şirketleri de insanların takvimine bakmayan çok iş yaparlar İstanbul’da.
Ekrem İmamoğlu, CHP Genel Başkanlığı’na aday olmayacak, Mart 2024’te partisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olacak.
Bu olacaklar İmamoğlu’nun 2028’de Cumhurbaşkanı adayı olma fikrinden vazgeçtiği anlamına gelmiyor.
İmamoğlu’nun aklındaki formül biraz Almanya’daki Sosyal Demokrat Parti modeline benziyor.
Yani partinin siyasi işleyişini yürüten, aidat toplamasını, partinin çalışacağı profesyonelleri koordine eden bir genel başkan olacak ve partinin ülkeyi yönetmeye aday ismi de Ekrem İmamoğlu olacak.
Almanya’da Sosyal Demokrat Parti’nin iki eş başkanı var, birinin adı Saskia Esken, diğeri de Lars Klingbeil.
Biz bu ikilinin değil, seçime Başbakan Adayı olarak giren Olaf Scholz’un adını biliyoruz. Olaf Scholz, Almanya’nın Başbakanı ama SPD’nin yönetiminde yer almıyor.
Ekrem İmamoğlu, bir yandan İstanbul’un getirdiği gücü elinde tutmak istiyor, diğer yandan 2028’de CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olmayı arzuluyor ve hedefine ulaşmak için seçtiği yol Almanya’daki SPD
Aynı ülkede, şehirde yaşamak, aynı otobüse ya da metroya binmek ve hatta aynı dili kullanmak bizi tam anlamıyla millet yapmaya yetmiyor aslında. Millet olmanın birinci koşulu ortak sevinçlerimiz, ortak öfkelerimiz, ortak acılarımızın olması. Son iki haftada millet olduğumuzu gösteren bir sürü olay yaşandı. A Milli Kadın Voleybol Takımımızın Milletler Ligi’nde şampiyon olması ortak sevincimiz, Disney Plus’un, Ermeni diasporasının baskılarının ardından Mustafa Kemal Atatürk filmini dünyada göstermekten vazgeçmesi ortak öfkemiz oldu. 6. ayında tüm medyanın deprem bölgesine koşması da ortak acımızın halen taze olduğunu gösterdi hepimize. Milliyet Ailesi olarak, bu ortak duygularımızı iliklerimize kadar hissederek attık manşetlerimizi. Mustafa Kemal Atatürk, 13 Kasım 1918’de Adana’dan trenle döndükten sonra Haydarpaşa’dan bindiği Kartal istimbotunda, İstanbul’a girmiş işgal gemilerini görünce ağlayan Yaveri Cevat Abbas’a “Geldikleri gibi giderler” demişti. 105 sene sonra Milliyet’in manşetinde yine Mustafa Kemal
Terör örgütünün Avrupa’da en yoğun faaliyet gösterdiği ülke Almanya.
Avrupa Birliği’nin terör örgütleri listesinde yer aldığı için şeklen PKK adına faaliyet gösterilmesi yasak ama durum tam tersi.
Almanya’da PKK ile ilişkili olduğu bilinen 237 sivil toplum kuruluşu var.
Bu Türkiye’deki ilgili kurumların tespit ettiği rakamlar.
Alman Anayasa’yı Koruma Teşkilatı’nın açıkladığı 2021 Raporu aslında daha da ilginç bilgiler içeriyor:
“PKK’nın Almanya’da 14 bin 500 üyesi var. 2013’ten bu yana Almanya’dan 295 kişi dağ kadrosuna katıldı. Bunlardan 30’u öldü, 150’si geri döndü. Terör örgütü Almanya’daki örgütlenme çalışmalarını 4 saha, 9 eyalet ve 31 bölge olarak yürütüyor. Geçen yıl Avrupa’da bağış adı altında 30 milyon Euro para toplandı.Talimatların uygulanması için yerel dernekler kullanılıyor.”
Garabete bakar mısınız, müttefikimiz Almanya, terör örgütüne katılıp Türk askeri ve polisine