Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Prof. Şerif Mardin’in geçen hafta Ruşen Çakır’ın yönettiği toplantıda söylediği sözler üzerine ahkâm kesmeyen kalmadı. Mardin’in kapsamlı analizinden popüler söyleme yansıyan şey ise “imamın öğretmeni yendiği” algılaması oldu.

İmam mı öğretmeni döver, öğretmen mi imamı

Cumhuriyet’in öğretmenini savunma görevini üstlenmiş olan kesim buna çok alındı ve “Benim öğretmenim senin imamını döver” anlamına gelecek köşe yazıları bile döktürüldü. Her gün yabancı gazeteleri almak için uğradığım büfedeki çocuklar bile, lig maçları da bittiği için “Ağabey imam mı yener, öğretmen mi?” diye sormaya başladı.
Prof. Mardin’in ortaya attığı tezlerin şimdi daha yaygın bir tartışma alanı bulması aslında çok olumlu bir gelişme. Ruşen Çakır’a da teşekkür borçluyuz buna vesile olduğu için. Bu tezleri birkaç parag-rafta hatta yazıda tartışmak bile zor ama, Prof. Mardin’in geçen haftaki konuşmasında vurguladığı derinlemesine düşünme eksikliği üzerine birkaç söz de ben edeceğim.
Derinlemesine düşünme kültürünün gelişmiş olduğu ülkelerde bile geniş kitlede bunun izlerini belki fazla göremezsiniz ama entelektüel denebilecek olan insanlarda, yetişme sürecinde Prof. Mardin’in örnek gösterdiği Kant’ın öğretisiyle tanışmış olan insanlarda derinlemesine tartışma alışkanlığının bulunduğunu görebilirsiniz. Bu alışkanlığı edinmiş kişiler anlık ve yüzeysel değerlendirmelere ise pek kalkışmaz.
Bizde ise, Prof. Mardin’in açıklamaları gibi ancak derine giden içeriğiyle kavranabilecek ve yorumlanabilecek olan konuları en yüzeysel biçimde algılayıp üzerine ahkâm kesme eğilimi, yazan-çizen kesimde bile ağır basıyor sanki.
Herkes kendi ideolojik pozisyonuna ya da siyasi eğilimine göre keskin değerlendirmeler yapabiliyor. Bu eğilim öne çıkınca da önemli konuları derinlemesine tartışma fırsatı bir kez daha kaçırılmış oluyor.



Buradan nereye gidilir ahbap?

İmam mı öğretmeni döver, öğretmen mi imamı

Yazı günümün pazar olması beni her hafta bir ikilemle karşı karşıya getiriyor: Bir yanda hafta boyunca biriktirmiş olduğum kendime göre okkalı yazı konuları, dışa vuramadığım tepkiler; diğer yanda pazar yazılarının ağır ve iç kapayıcı değil, hafif ve eğlendirici olması gerektiğini savunan anlayış. Bu ikilemi nasıl mı çözüyorum? Her pazar bu köşeye göz atanların zaten bildiği gibi, sonunda hafta boyu edindiğim izlenimler ve yazmaya değer bulduğum konular arasından bir seçim yapıp bir şeyler yazıyorum ve hiç de hafif ve eğlendirici olmuyor. Oysa en ciddi ve ağır konuları bile hafif ve eğlendirici biçimde yazmak mümkün belki de.
Ben bunları düşünürken bizim otobüs, virajlı yolda yalpalayarak ilerlemeye devam ediyor. Bulgari marka koruyucu gözlük takmış olan sürücümüz dikkatini yola vererek arabayı sürmeye çalışıyor ama hiç de rahat değil. Birileri sürekli olarak laf atıyor, akıl öğretmeye çalışıyor ona, hatta onu oradan kaldırıp direksiyonu ele geçirme hevesinde olanlar da var. “Böyle şoförlük olmaz, hem arabayı doğru dürüst sürmüyorsun hem de bizi kandırıp gitmek istemediğimiz bir yere götürüyorsun” diye bağırıp çağırıyorlar. Sürücünün adamları engel olmasa belki de gelip onun yerine geçmek isteyecekler. Bir itiş  kakış otobüsün içinde.

Yolculuk nereye?
Sahi nereye gidiyoruz biz? Yol tabelalarına bakacak olursak, Avrupa’ya doğru gidiyoruz ama bu tabelaların kandırmaca olduğunu düşünen yolcular da var aramızda. Onlara göre bu yolculuk Avrupa’da değil şeriat düzeninin geçerli olduğu bir Arap ülkesinde sona erecek. Bunu önlemek için de her yönteme başvurarak direksiyona geçmek ve arabanın yolunu değiştirmek gerektiğini düşünüyorlar.
Ancak bunu yapmaları hiç de kolay değil, çünkü otobüsün içindekilerin çoğunluğu sürücünün takımından, “O bilir bizi götüreceği yeri” deyip ona destek veriyorlar, onun başarısı için dua ediyorlar. Sürücüyü değiştirmek ve direksiyonu ele geçirmek isteyenler ise azınlıkta. O halde farklı bir şey yapmaları lazım. Ya sürücünün dikkatini iyice dağıtıp arabanın yoldan çıkmasını sağlayacaklar ve o kargaşada geçip yerine oturacaklar. Bu arada yaşanacak bir kazayı bile göze almaya hazırlar sanki.
Ya da bir noktada güvenlik güçlerinin yolu keserek “Dur bakalım ahbap, nereye gidiyorsun?” demesine umut bağlamışlar. Güvenlik güçlerinin yolu kestiği noktada tabii yetkili mercilerce ehliyet kontrolü de yapılacak ve sürücünün ehliyeti yetersiz bulunursa yola devam etmesine izin verilmeyecek. 

Arabanın durumu
Bu arada otobüsün durumunu düşünen yok. Sürücü ve ekibi, direksiyonu ele geçirmek isteyenleri önlemeye odaklandığı için arabanın durumuyla fazla ilgilenen yok gibi.
Üstelik yolun durumu da giderek daha tehlikeli hale geliyor. Küresel rüzgârların olumsuz etkisiyle otobüsün giderek daha da büyük yalpalar yapacağından korkanlar, olan biteni kaygıyla izliyor. Daha önce yaşanan ekonomik krizleri hatırlayanlar, sürücünün ekibinden birilerini bulunca otobüsün durumuyla ilgili sorular soruyorlar. Dışarıdan yakıt ikmalinde bir aksama olur mu? Dış kaynak girişi aksarsa alternatif yakıt bulunabilir mi? Yavaşlama belirtileri bir noktada aracın ilerlemesini durdurur mu?

Yolculuk nasıl sonuçlanır?
Otobüsteki yetkililerce verilen cevaplar ise pek de rahatlatıcı değil. Aracın daha hızlı gitmesi, motorun daha iyi çalışması için alınan önlemler, yapılan tamirat çalışmaları anlatılıyor uzun uzun, ama bunlar kaygıları gidermeye yetmiyor. Arabanın yoldan çıkması, yakıt ikmalinin aksaması halinde alınacak önlemler konusunda hiç bir şey öğrenmek mümkün değil.
Ben bunları düşünürken ve bu yolculuk nasıl sonuçlanacak diye kendi kendime sorarken, doların değerinin 1.20 YTL’ye yaklaştığı haberini duyuyorum radyodan. Ya bu yolculuğun nasıl biteceği konusunda bizim bilmediğimiz bir şeyler bilenler var ya da bu riskli yolculuk sürdükçe sürecek olan büyük bir kumar oynanıyor. Citigroup’un eski CEO’su Chuck Prince, sonunda kendisini de süpürecek olan büyük fırtına yaklaşırken, “Müzik çalmaya devam ettikçe biz de dansa devam ederiz” dememiş miydi?

Haberin Devamı


Petroldeki spekülasyonun boyutu tartışılıyor

İmam mı öğretmeni döver, öğretmen mi imamı

Petrol fiyatlarındaki baş döndürücü tırmanışın gerçekleşmesinde spekülasyonun ne kadar rol oynadığı tartışılmaya başlandı. ABD Kongresi’nde bu konuyu araştırmak üzere bir komite kuruldu ve göreve başladı. Gerçekten de arz ve talep cephesindeki gelişmelere bakıldığında bu anormal fiyat tırmanışını haklı gösterecek bir durum görülmüyor.
The Economist dergisinin bu haftaki sayısında yer alan verilere göre, gelecek yılın sonuna kadar dünya ham petrol üretiminde toplam 3 milyon varil/gün mertebesinde bir artış bekleniyor. Buna karşılık dünya petrol tüketimindeki artışta 2004 yılından beri sürmekte olan bir gerileme var. Grafikte de görüldüğü gibi, OECD ülkelerinde petrol tüketimi 2006 ve 2007’de artmamış, azalmış; dünya talebindeki artış yalnızca OECD dışındaki ülkelerden kaynaklanmış. Bu yıl dünya ekonomisinde yaşanmakta olan ciddi yavaşlamanın petrol tüketimindeki artışı daha da yavaşlatması kaçınılmaz görünüyor.