Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, benim iki kitap(*) yazarak vermek istediğim mesajı bir paragrafta özetlemişti önceki günkü yazısında. “Türkiye, Avrupa Birliği ile ilişkilerini en kısa zamanda AKP’nin tekelinden kurtarmalı ve Avrupalının önüne, bu ülkedeki tek demokrat kuruluşun AKP olmadığını ispatıyla koymalıdır,” diyordu Özkök.
Bir sonraki cümlesinde “Bu işi Baykal ve arkadaşları yapmalıdır” derken ise eşyanın tabiatına aykırı bir temennide bulunuyordu. Baykal ve ekibini “CHP’yi totaliter ulusçuluğun cephe örgütü haline getirenler” diye tanımlayan Özkök’ün demokratik açılım için bu ekibe umut bağlamasını anlamak pek kolay değil doğrusu.
Kapatma davası olmasaydı
Ben de Özkök gibi, Türkiye’de AKP’nin demokratlığının ötesine geçebilecek ve Avrupa’ya “Benim Türkiye’de AKP dışında da muhatabım var” dedirtecek bir siyasi hareketi destekleyecek insan potansiyelinin bulunduğunu düşünüyorum. Ancak bu potansiyeli derleyip toparlayacak bir siyasi hareket yok şu anda. AKP de bundan yararlanarak Avrupa’nın tek muhatabı olmaya devam edebiliyor.
AKP’nin yalnızca Avrupa’nın gözündeki değil insanımızın gözündeki itibarı da, karşısında oyunu kurallarına göre oynayıp AKP’ye ciddi rakip olabilecek bir siyasi partinin bulunmamasından kaynaklanıyor bir ölçüde. İktidara tırmanmak için AKP’nin kapatılmasına umut bağlamayacak bir siyasi hareket olsaydı bugün Türkiye’de ve kapatılma davası açılmamış olsaydı, AKP’nin kendi icraatı nedeniyle nasıl puan kaybettiğini daha da net görebilecektik.
AKP’nin bu koşullar olmadığı halde puan kaybetmeye başlaması da bunu gösteriyor. A&G şirketinin, sonuçları Milliyet’te yayınlanan araştırmasının da gösterdiği gibi, ekonomik koşulların bozulduğu ve ülkede gerilimin tırmandığı ortamda AKP’ye verilen seçmen desteği zayıflıyor. Benim değerlendirmeme göre ekonomide, daha da sıkıntılı bir döneme girmek üzereyiz. AKP’nin davranışını değiştirip gerilimi önlemesi de kolay görünmüyor.
Umudunu kapatma davasına bağlayıp, AKP’nin kapatıldığı ortamda iktidarcılık oynamaya heves edenlerin ise Türkiye’de iktidar alternatifi olması ve Avrupa’nın ciddiye aldığı bir muhatap haline gelmesi olanaksız.
(*) Tepki Cephesi (2005) ve AKP Gerçeği ve Laik Darbe Fiyaskosu (2008)
Anadolu’da umutsuzluk artarken ekonomi yönetimi belirsizliği gideremiyor
Ekonomide ‘mayıs sıkıntısı’ yaşanıyor
Anadolu’daki iş yaşamını yakından izleyerek önemli bir boşluğu dolduran Dünya Gazetesi’nin, 47 ilde sanayi ve ticaret dünyasının önde gelen 302 ismiyle görüşerek gerçekleştirdiği Ekonomik Durum Anketi’nin sonuçları, gazetenin 7 Mayıs tarihli sayısında açıklandı. Kapatma davasına odaklanan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) için düşündürücü olması gereken sonuçlar özetle şöyle:
- “Sizce piyasada durgunluk var mı?” sorusuna “evet” diyenler % 81,13
- Piyasadaki durgunluğun temel nedeni “dünyadaki mali çalkantı” diyenler % 32,45
- Piyasadaki durgunluğun temel nedeni “kapatma davası” diyenler % 21,17
- “Yılbaşından bu yana satışlar azaldı” diyenler % 67,55
- “Çek ve senet vadeleri uzadı” diyenler % 71,19
- “Yılın ikinci yarısında işler daha da durgunlaşacak” diyenler % 48,01
- “Yılın ikinci yarısında işler açılır” diyenler % 13,91
AKP’ye güçlü destek verdiği düşünülen Anadolu iş dünyasının temsilcileri, büyük bir çoğunlukla, piyasanın durgunluğun pençesine düşmüş bulunduğunu ifade ediyor ve yılın ikinci yarısı için de umutlu olmadıklarını belirtiyor.
Reel sektör bıçak sırtında
Anadolu’daki firmaları yakından izlediği anlaşılan Zaman Gazetesi yazarı İbrahim Öztürk’ün geçenlerde yaptığı saptama da ilginçti. 24 Nisan tarihli yazısında “ekonomide psikolojinin hızla aşağı kaydığını” kaydeden Öztürk şöyle diyordu:
“Reel sektör tam bıçak sırtında. Ödemeler de, satışlar da durmuş. Habire çek döndürerek günü kurtarmaya çalışıyorlar. Bırakın küçük esnafı ve KOBİ’leri, büyükler de bütün yatırım planlarını zamana yaydıklarını ifade ediyorlar. İşsizlik rakamları 2001 krizinden sonraki en üst seviyede.”
Sıkıntıdaki firmaların önde gelen şikâyetinin “belirsizlik” olduğunu vurgulayan Öztürk, ilk yapılması gereken şeyin ise faizlerin düşürülmesi ve likidite sorununun çözülmesi olduğunu ileri sürüyor. Bu, bir çıkış yolu arayan zordaki iş adamlarının da aklına gelen bir çözüm herhalde.
Bu tür izlenim ve gözlemlerin ötesinde, iş dünyasının ve hanehalkının ülke genelindeki davranış biçimini yansıtan rakamlara baktığımızda da hiç de iç açıcı olmayan bir tabloyla karşılaşıyoruz. Grafikte de görüldüğü gibi, gerek hanehalkının tüketiminde gerekse özel sektörün sabit sermaye yatırımlarında, giderek belirgin hale gelen bir yavaşlama var. Özellikle 2003 2005 döneminde ekonomimizin hızlı büyümesine önemli katkı yapan tüketim artışı ve yatırım patlaması yerini, yavaşlamaya bırakmış durumda.
Kafalar karışık
Bütün bunlar, Türkiye ekonomisinin AKP iktidarında yaşamaya başladığı hızlı büyüme döneminin sonuna gelindiğini gösteren gelişmeler. Küresel ekonomideki ve mali piyasalarda yaşanması beklenen olumsuz gelişmeler ve ülkemizde siyasi istikrarı sağlamanın zorlaşması, önümüzdeki dönemin de zorluklarla dolu olduğunu gösteriyor.
Son günlerde hükümet kanadından ve ekonomi yönetiminden gelen açıklamalardan, hükümetin de durumun farkında olduğu ve bir şeyler yapmaya çalıştığı anlaşılıyor. Ancak yapılan açıklamalar ve verilen mesajlar, iş dünyasının yakındığı belirsizliği gidermiş gibi görünmüyor. Tam tersine bir yandan Sayın Nazım Ekren, Sayın Kemal Unakıtan ve Sayın Mehmet Şimşek tarafından yapılan açıklamalar, diğer taraftan TC Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın dile getirdiği görüşler kafaları daha da beter karıştırmış durumda. Bu arada IMF ile ilişkilerin nasıl sürdürüleceği de açıklık kazanmış değil.
Hükümet ne yapıyor?
Hükümetin, IMF ile de mutabık kalarak, maliye politikasını büyümeyi destekleyecek biçimde kullanma niyetinde olduğu görülüyor. Faiz dışı fazlanın aşağı çekilmesiyle elde edilecek olanağın hangi harcamalarda kullanılacağı önemli ama bunun da ötesinde, göreceli bir gevşemeye izin verecek bir maliye politikasıyla, enflasyon çıkmazındaki TC Merkez Bankası’nın izleyeceği para politikası arasında nasıl uyum sağlanacağı merak konusu. İş dünyası ve piyasalar, hükümetten daha net bir politika mesajı duymak istiyor galiba.
Öte yandan ABD’den dünyaya yayılan finans sektörü krizinin Avrupa’yı nasıl etkileyeceğini ve reel sektörü sarsacak olan gelişmelerin bizi nasıl etkileyeceğini önümüzdeki dönemde göreceğiz. TL’nin yeniden değer kazanmasına olanak veren son haftalardaki gelişmelerin yarattığı fırtınadan önceki sessizlik havası da sürüyor.
Ekonomideki ‘mayıs sıkıntısı’nın, Nuri Bilge Ceylan’ın Mayıs Sıkıntısı filmini özgün kılan ve doğallık içinde kendini derinden hissettiren sıkıntıyla pek bir benzerliği yok aslında. Ekonomimizdeki sıkıntıyı hissetmek için fazla derine inmek gerekmiyor. Etkisi giderek daha çok hissedilen ekonomideki yavaşlamayla giderilemeyen belirsizliğin buluştuğu noktada ortaya çıkan bu sıkıntının nasıl aşılacağını ise galiba kimse bilmiyor.