Benihana, Hakkasan, Cipriani, Massimo Bottura, Tom Aiken, Sergi Arola... Bir bakıma dünyaca ünlü şef ve restoranların mezarlığı gibi anılıyordu İstanbul. Türkiye’ye gelmeden önce bu tip restoranların Londra, New York gibi şubelerine rezervasyon için üç ay önceden hazırlanılır, en kötü konumdaki masada bile olunsa mest olunup dönülürdü! Bizde salon personeli tarafından ‘baş tacı’ edilen müşteri markaların Türkiye’de şubeleşmesiyle ‘tukaka’ yapıp apoletlerini sökmeyi gustoluk yapıyordu! Her ne kadar zengin bir yemek kültürünün mirasçıları olsak da restoran menüleri konusunda 10 yıl önceye kadar ‘Cafe de Paris’yi en üst seviye yemek olarak sunulduğunu unutmamak gerek. Belki de çoğu markanın gelişi yanlış değil, erkendi!
O sebepten Nobu’nun İstanbul’la Türkiye’ye dönüşü herkesin en büyük merak! Geçtiğimiz cuma kapılarını açmadan birgün önce deneyimleme fırsatı bulduğumda en büyük merakım ‘kalıcı olur mu’
İlki olmasına rağmen ‘geleneksel’ bir hisle gerçekleşti Turizm ve Gastronomi zirvesi F Summit Antalya... Pandemi nedeniyle uzun zamandır bir araya gelemeyen sektör tam katılımla Antalya EXPO’da buluşurken, ‘Ağrılamada farklılaşma’ gibi harika bir başlık seçilmişti. Benim katıldığım panelde Doğa Çiftçi, Kenan Demirel, İsmail Gürsoy ve Rafet İnce gibi değerli şeflerle, yerel ürünlerle tasarlanan standart menüleri konuştuk. İster istemez konu iklim kriziyle birlikte gelmesi muhtemel tedarik krizine ve israfa geldi. Binlerce kişilik kapasitede oteller ve büyük restoranlar gıda israfı konusunda inanılmaz özverili. Ama hepsinin dile getirdiği gibi; tarlada başlayan israf ne olacak?
Tarladaki israf
Tarlasındaki ürünlerin fiyatı işçilerinin bile maaşını karşılamadığı için sokaklara döken çiftçi bunu ‘arz talep’ eğrisine göre yapmıyor. Bunu sürdüremediğinde de arsasını inşaat firmalarının projelerine hazır hale getiriyor. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Mutfaklar Koordinatörü Doğa
Güzel bir yemek, harika bir sahil, şatafatlı bir yaşantının paylaşımı! Erken dönem sosyal medya fenomenleri bu şekilde sunuldu herkesin önüne... Muhtemelen beğenilmeyle alakalı kötü çocukluk yılları geçirmiş Dan Bilzerian’ın çok kadınlı görüntüsü, sürekli kalçasıyla içerik (!) üreten Jen Selter’den lüks hayatıyla bir nevi görgüsüz paylaşımlarını dansla süsleyen Gianluca Vacchi akla gelen ilk fenomenlerdendi. Sonra uçakların içerisinde birinci sınıf uçmayı ve kaldığı otellerin jakuzisinde plastik cerrahi mucizesi kız arkadaşlarını paylaşan benzer fenomenler birbirini kovaladı. Tüketim topluma özendirmek için ulaşılmaz değil, gayet ulaşılabilir vasat, zenginlikleri kolay elde edilmiş figürler markaların hoşuna gitti. Gerçek lüks sadeleşirken, yeni bir zengin sınıfı Instagram üzerinden sunuldu. Yaptıkları paylaşımlar, çıkardıkları ürünlerin satışları nasıl mı oldu dersiniz... İşte tüm gerçek dışılık burada başladı aslında.
Birçok sosyal medyadan bahsetsekte
Pandemiyle birlikte belki de çok daha fazla endüstriyelleşti spor! Evlere kapanan dünya, seyircisiz müsabakalarla televizyonlara kilitlendi. Bu dönemde zarara uğramış gibi görünse de konserin, sinemanın, tiyatronun olmadığı dönemde eğlence sektöründen kalıcı, büyük bir dilim elde etti. Endüstrinin gladyatörlerinin maaşları şişerken oyuncular buna uyumu nasıl dersiniz? İki gün önce Cristiano Ronaldo, Avrupa Şampiyonası ana sponsoru olan gazlı içeceği basın toplantısı masasından kaldırdı. Neticede sadece bir ürün yerleştirmeydi bu... İçilmesi yönünde yapılmış bir anlaşma değil! Ronaldo bu tavrıyla sağlık yönünde örnek olmayı samimice amaçlamış olabilir. Ya da turnuva kadar değerli kendi isminin yani markasının sponsorlarını korumak ya da sağlıkla alakalı imajını pekiştirmek için şovenist bir girişim de olabilir?
Oyun artık kazanmaktan çok seyirci için, endüstri için oynanıyor. Endüstride en önemli durumsa ekran başındaki seyirci ve bunlara kendini göstermek isteyen sponsorlar. O sebepten artık
İyi bir yemek, sanat eseri gibi işlenmiş tabaklar, sosyal bir ortam... Üstüne sahnede güzel bir müzik. Pandemi vücut sağlığımızla bizi tehdit ettiği gibi ruh sağlığımızı da bozdu adeta! Ruhun gıdası tanımlamasının klişe olmadığını 15 aylık yarı depresyon halimizle o kadar iyi deneyimledik ki! Bir daha ne zaman bu ikilemi aynı anda yaşarız bilmezken Gasto Jazz o kadar iyi geldi ki! Hilton Dalaman’da Tamer Özkan’ın mutfağına Hazer Amani ve Yiğit Mirzaoğlu’nun konuk şefliğinde Ahmet Güzelyağdöken’in caz müziğin ana yurdu New Orleans’tan başlayan sohbeti ve dünyaca ünlü caz sanatçısı Ferit Odman’ın quartet’si yani dörtlüsüyle muazzam bir akşam yaşadık. Hilton Dalaman’ın genel müdürü Tunç Batum’un bu gusto fikri, pandemi önlemlerine uygun şekilde hepimizi bir araya getirdi. Düşünün; etkinlikten haberi olan ünlü şef Maksut Aşkar bile soluğu Dalaman’da aldı.
Hem mutfaktaki hem de sahnedeki işin ünlüleri uzun zaman sonra performanslarını sergilerken, biz katılanlar onlardan daha
Popülerliğini bir diziye borçlu olduğu hep anlatılır ülke basketbolunun. Ama bizim jenerasyon için; yani henüz 40 olmayanlar kulübündeyse o aşk Koraç, yıllarıyla pekişmiştir. Okuldan çıkıp Abdi İpekçi’nin önünde saatler süren kuyrukla bekleyen, terlediğinde alnını Naumoski gibi tişörtle silen, yanından geçene Tamer Oyguç gibi duvar olan, havaya zıpladığında “Conrad” diye bağıran çocukluğumuzun takımı; şimdinin Anadolu Efes’inin mutluluğuydu pazar gününün kupası. Geçtiğimiz yıl tamamlanmayan sezonla başlayan ‘yarım kalan hikaye’ bizim gibi 90’larda çocuk olanlar için bitmeyen hikayenin taçlanmasıydı. Fenerbahçe’den sonra basketbolda Avrupa’nın zirvesindeki kupanın tekrar Türkiye’ye gelmesi; hatta son beş finalde mutlaka bir Türk takımının olmasıyla da rahatlıkla söyleyebiliriz basketbolda zirvede olduğumuzu. NBA’den sonra tartışmasız en fazla takip edilen basketbol turnuvası olduğunu da söyleyebiliriz Euroleague için! Sisteme ve koç
Alacalı kürkler, parlayan logolu deri çantalar, markasını göğsünde bağıran tişörtler ve çok sesli spor otomobiller... Lüksü ve zenginliği böyle sanıyorsanız fazlaca 90’larda kaldığınızı söyleyebilirim. Artık bu tip gösteriş ekonomisini sadece Körfez zenginlerinde, oligarklarda ve dünyaya yeni açılan çekik gözlü zenginler ayakta tutuyor.
Yeni lüksün tanımının bayrağını hipster’lar taşıyacak. Tabii bahsettiğimiz o 70’lerin hipster’larından çok daha farklı. Felsefeleri birbirine benzer de olsa, bu yeni hipster sınıfı gerçek kelime anlamıyla daha fazla örtüşüyor. Yeni hipster’lar konforlarına, sağlığına ve kişisel bakımına oldukça ilgili. Dünyada hipster’lara başlayan yönelmenin en büyük sebebi ‘sürdürülebilirlik’ diyebiliriz.
Çevreciliğin, ‘aktivist’ bir hareketten çok mecburiyete dönmesi an meselesi. Önümüzdeki dönem Paris İklim Anlaşması’nın şartları çok daha fazla ağırlaşması kaçınılmaz.
Şampiyonlar Ligi finali, Formula 1, ülkelerin seyahat kısıtlamaları derken, turizmin pozitif döneminde olmadığımız büyük gerçek. Hava olumsuz, moraller bozuk! Tam da böyle günlerde geleceğe umutla bakacak, harika bir haber aldım geçtiğimiz hafta... Dünyanın en büyük otel gruplarından Accor’un beyin takımı, tam kapanma sırasında Türkiye’de buluştu. Denetim ziyaretinde bir izlenim verilse de, işin içinden Miami’nin Art Deco mimarisiyle otelcilik dünyasında farklı bir konumda olan popüler markası Feana’nın Türkiye’ye geliş müjdesi çıktı. Bir başka sevindirici gelişmeyse, grubun Londra ve Paris’in de içinde olduğu gelişimine odaklanılacak dört şehirden biri olarak İstanbul’un seçilmesi oldu.
Tabii bunda Türkiye’nin potansiyelinden sonra en büyük pay iki Türk’ün... Accor Otelleri Dünya Ticaret Başkanı Yiğit Sezgin ve Türkiye, Lüks Markalar Müdürü Uğur Talayhan. İsimlerindeki ‘ğ’ harfine kanmayın! Onların global turizmin marka ismi; Yighit ve