Sanat çevrelerinin belki de en fazla cevabından kaçındığı konu bu... Yaptıkları işlerle dünyada ses getiren medya sanatçıları dahi henüz sindiremeyen sanat dünyasının NFT’yle kafası tamamen allak bullak oldu. Peki ya sanatçılar? Tüm duvarların onlara canvas olduğu bir dönemi fazla mı hızlı geçtiler dersiniz? Dönem ilerledikçe avantaj ve dezavantajlara dair tahminler yerine oturmaya başladı...
Görünen o ki dijital sanatlarla ilgili enstelasyonlar fuar dışında yok olacak gibi görünüyor. Medya sanatçılarının odalarını tamamen NFT’ye kaydırmaları bunun en büyük nedeni. Merkeziyetsiz bir dünyada evlerinden çıkmadan ürettikleri eseri tüm dünyayla buluşturma özgürlüğü sanatçı için harika bir his. Kendinizi genç sanatçıların yerine koyun... Sanat dünyasına girerken ne bir küratörün sizi fark etmesine ne de bir galerinin sınırlarında oynamak zorunda olmadığınız dünya. Tabii bu durum tüm dünyada aynı şekilde ilerliyor. Geçtiğimiz hafta New York Times
Organizasyonların ve fuarların tam kapasite yapılmadığı, seyahatlerin bile henüz tam anlamıyla gerçekleştirilemediği bir dönemde dünyaca ünlü şefler bu hafta sonu İstanbul’da, altıncı kez düzenlenecek Gastromasa’da buluşacak. Paolo Casagrande, Ricar Camarena, Thomas Bühner, Diego Guerrero, Vladimir Mukhin ve Syrcı Bakker gelecek isimlerden sadece birkaç tanesi... Bırakın pandemiyi, normal bir dönemde bile bu kadar büyük şefi aynı organizasyonda toplamak büyük olay. Bunun arkasındaysa tüm hayatını gastronomiye vermiş bir adam, Gökmen Sözen var.
Yabancı bir organizatör yapsa özel söyleşiler için sıraya girilecek bir gündem olacakken şimdilik pek de ses çıkmıyor bizim medyadan. Gazetecilikten başlayan girişimcilerin yaşadığı en büyük zorluklardan biri olarak meslektaşlarının kendi başarısını normalleştirmesi geliyor. Gastronomiyle alakadar gazeteciler arasında belki de en az temasta bulunduğum isimlerden biri olsa da Sözen’in neredeyse yılın 250 günü bu şefler restoranında ziyaret ettiğin anbean sosyal medyasından takip
Facebook’un ismini değiştirmeye kadar gidecek metaverse yatırımına sosyal medyanın geleceği demek ne kadar doğru olur? Profilimizde gösterdiğimiz ‘faceapp’li suratlarımızdan (!) yeni suretlerimize geçiş tahminimizden de hızlı oluyor.
2008 yapımı, Bruce Willis’in başrolünde olduğu ‘Suretler’ filmindeki gibi sanal dünyada kendi avatarlarıyla yaşanılan sanal evrene doğru yolculuk aslında resmi olarak başladı. Peki bu sanal evrenlerde bizim hayatımız nasıl olacak dersiniz?
Z kuşağı provasını yapıyor
Hep bahsettiğimiz Z kuşağı bu sanal evren içeriside yaşamaya başladı bile. Oyun dünyasında olanlar kulaklıklarını takıp, ekranları başında arkadaşlarıyla bu platformda buluşuyorlar. Online şekilde içerisinde bulundukları görevleri ya da kendi aralarındaki rekabetleri onların sosyalliğinin tamamını oluşturuyor. Aslında onlar metaverse evrenine uyumlular. Peki aradakiler? Onlar için nasıl olacak?
Yerini tutacak gerçek kalacak mı?
Onlar için aslında biraz mecburiyet gibi olacak. Her apokaliptik entellektüel gibi George Orwell’in 1984’ünden bir güzelleme yapabiliriz. İş
Dünyadaki yeni girişimlerin neredeyse yüzde 90’ı teknoloji ve yazılım üzerine... “Biz geri mi kalıyoruz, gençlerimizin eğitimi yeterli mi?” derken, az da olsa iyi girişimlerin ayak sesleri geliyor. Son dönemde bunlar arasında duyduğum belki de en özel projelerden biri BlindLook. Adından da anlaşılacağı gibi görme engelli bireylerin hayatını kolaylaştıran, sadece Türkiye’de değil dünyada da duyulmaya başlanan bir girişim. Şimdilik yaptıkları en ilham veren ve ses getiren iş ise restoranlarda kimseye bağlı olmadan görme engellilerin ulaşıp, sesli yönlendirmeyle menüyü okuyan EyeMenu.
Girişimin ortağı 20’li yaşların henüz başındaki Sadriye Görece ve Cihat Ersin Aydın. Her şeyin İstanbul’da döndüğü mitini adeta çürüten ikiliden Aydın, Safranbolu Görece’de doğup büyümüş. Cihat Ersin Aydın, 18 yaşında biletleme platformları, organik köpek maması gibi denemeleriye girişim ruhunu ortaya koymuş birey. Sadriye’nin erişebilirlik tutkusunu da BlinLook’a çeviren beyin diyebilirim.
Sadriye’nin ilham
"Geç ısınır, geç soğur” der denizciler, Göcek için... Bölgenin gelenekçilerinin sezonu da temmuzda değil eylül ortalarında başlıyor doğal olarak. Kimine göre daha sakin görünsede kendi içinde başka bir yoğunluğu oluyor Göcek’in.
Malum bu sene Yunan adalarına girişler kapanınca, kapasitesinin üstünde bir yoğunluk oldu bölgede. O sebepten gelenekselciler için sarı yazın başladığı ekim, her zamankinden de özlem dolu başladı...
Gelenekselciler yerel restoranlarda eski günlerini yâd ederken, milyonluk tekne sahipleri Göcek’te kendilerine göre deneyimsel nereye mi gidiyorlar? Aslında 2015’ten bu yana Q Lounge ihtiyacı karşılıyor. Harika bir akşam yemeği deneyimin dışında günbatımını tepeden görebileceğiniz manzarasıyla da akşamüstü sosyalliğinin de en rafine adresi diyebilirim. Tabii buradaki yemeklerin uzmanlığını arkasında D-Resort Otel’in yeme içme müdürü Özgür Akın’ın dokunuşları var.
Restoranda Datça domatesiyle, Akya balığını pastırma usulü hazırlayıp, özel
TOİ’nin başarısının ardından kendi deneyimsel yolculuğuyla kurduğu bir markaydı İsmet Saz’ın Steeve’si! 2018’de Kanyon’da açılan marka, pandemi öncesi Kuruçeşme TOİ’de açılarak, şık konseptli bir dönüşüme uğradı. Toi sonrası The Steeve nasıl mı oldu?
İsmet Saz’ı tanımıyorsanız mekan isimlerinden bakıp biraz egolu bulabilirsiniz. TOİ (Trust of İsmet) yani İsmet’e güven de olduğu gibi Steeve’de onun çok başarılı olduğu Amerika günlerindeki mutfak takım arkadaşlarının kendisine seslendiği isim. İddailı bir şef olmasının çok daha fazlasını vadediyor aslında Saz. Steeve’de de tabaktaki büyük bekletileri fazlasıyla göğüslemiş, üstüne bile çıkmış diyebilirim.
Kanyon, İntema zamanlarından restoranı deneyimleyenler için çok daha fazla şef dokunuşu hissettiğinizi söyleyebilirim. Her şeyden önce dekorasyondaki muazzam renkler ve Kuruçeşme’nin Boğaz manzarası, burayı Latin yemekleri yediğiniz bir ‘date’ mekanına dönüştürmüş. Tabii İsmet Şef’in imzası sadece
Oscar yemeklerinin değişmez şefi Wolfgang Puck’la Spago İstanbul’da yaptığımız sohbette de değinmişti. Pandemi sonrası normalleşmenin erken gelişinden. Evlere kapanmanın verdiği o baskı sosyalleşme durumunu enflasyon, resesyon dinlemeden tüm dünyayı sokaklara, restoranlara saldı. Çoğu kafe restoran kapasiteleri sınırlandırmalarına rağmen pandemi öncesi doluluklarının üstüne dahi çıktı. Dürüst olmak gerekirse bu dönem restoranlar kendi lezzet çıtasını farklı bir yere koymadı. Kapalı kalınan sürelerdeki maliyet, kürsel ısınma ve lojistik sorunları nedeniyle artam tedarik maliyeti nedeniyle menülerde çeşit azaldı hatta olumlu olduğu kadar mecburi ‘vegan’laştı.
Bu dönemde açılmanın belki de şansızlığını yaşadı Loftelia! Rezervasyon bulmak için günler öncesinden yer ayırtılan belki de Bodrum’un en rafine restoranlarından birine ‘şansız demek derken’ dediğinizi duyar gibiyim. Ülkelerarası seyahat etmenin zor olduğu gastronomi değerlendiricilerin beklentilerinin vasata yaklaştığı şu dönemde belki de şef Yılmaz Öztürk
Geleneksel değerlendirme listeleri tamamen karşı çıksa da yeme-içme dünyasında sosyal medya sonrasında bambaşka bir değişim yaşandığı bir gerçek! Eskinin o aksi, kulisçi; bence iç dünyasında çok mutsuz ‘gurme’ değerlendirmeleriyle hazırlanan listelerin ağır restoranları renkli fotoğraflarıyla Instagram’da popüler olan sokak lezzetlerinin gölgesinde kaldı. Bu akıma sırtını çeviren geleneksel şefler olduğu kadar tamamen kucaklayıp, tabaklardaki kodları bu sokak lezzetlerine yorumlayan şeflerin başarılı işleri hızlıca artıyor.
Türkiye’de buna fazlasıyla iyi örnek varken belki de dünyada tek olan örneğe sahip bir restoran Muutto. Umut Karakuş gibi şöhretli bir şefe ortaklığı sosyal medyada farklı bir şöhrete sahip kuzeni Cem Karakuş ortaklığında hızla büyüyen bir marka. Sosyal medyanın rüzgarıyla değil taa kendisiyle bütünleşmiş durumda. Aslında Muutto’nun hikayesinin başlangıcında Umut Karakuş’un Türk mezelerini yeniden yorumlayıp İspanyolların tapasına kafa tutmasıyla başladı. Kuzeni Cem ve arkadaşlarının manevi