“Ölümüne Kaçış”
Yön.: Jerzy Skolimowski
Oyn.: Vincent Gallo (Mohammed), Emmanuelle Seigner (Margaret) Sen.: Ewa Piaskowska,
Jerzy Skolimowski Gör.: Adam Sikora
Yönetmen Thomas McCarthy, bu hafta vizyona giren başrollerini Paul Giamatti ve Amy Ryan’ın paylaştığı ‘Kazananlar Kulübü/Win Win’le Amerikan bağımsız sinemasında kendisine bir yer edindiğini bir kez daha kanıtladı. Bundan önce ‘The Stati on Agent’ ve ‘The Visitor’gibi filmlerdeimzası bulunan McCarthy’nin görece düşük bütçeli, büyük bir stüdyonun baskısı olmadan, ticari film çekenlere göre özgür kararlar vererek çalışabildiği ‘bağımsız’ kariyerinden yola çıkarak, 2000’lerin dikkat çeken Amerikan bağımsız filmlerine göz attık
‘Sil Baştan / Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ (2004)
“Harry Potter” serisinin beyazperdeye veda ettiği “Ölüm Yadigarları: Bölüm 2” meraklılarının beklediğine değecek bir iş
J.K. Rowling’in birer popüler kültür fenomenine dönüşen romanlarının sadık uyarlamaları olarak karşımıza çıkan, fantastik sinema serilerinin en önemli örneklerinden biri olarak görülen, 10 yılda sekiz filmle milyonlarca izleyiciyi salonlara çeken ve 6 milyar dolar hasılata ulaşan “Harry Potter” filmlerinin sonuncusu gösterime girdi. Serinin tüm düğümlerinin çözüldüğü, Harry Potter ve Voldemort arasındaki mücadelenin yani iyi ve kötü arasındaki savaşın sonuca bağlandığı film, Harry Potter sevenlere beklediklerine değecek bir final sunuyor.
Efektler ve senaryo kusursuz
Hatırlarsanız, son “Harry Potter” kitabı “Ölüm Yadigarları” iki filme bölünmüştü. Bu da, merak edilen soruların cevaplarının son filme saklanmasını sağlayan bir karardı. Serinin son dört filminde imzası bulunan yönetmen David Yates, “Ölüm Yadigarları”nın ilk bölümünde, artık iyice ağırlaşan atmosferi ve karakterlerin haletiruhiyelerini yansıtmış, izleyicileri son filme hazırlamıştı. Son filmde bir yandan Ron, Hermione ve Harry üçlüsü Voldemort’un ruhunun parçalarını saklandığı
Harry Potter serisi, önceki gün gösterime giren ‘Harry Potter and the Deathly Hallows: Part 2/Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 2’ ile tamamlandı. Serinin sergilediği başarıda J.K. Rowling’in romanları ve yönetmenlerin hünerlerinin yanındaki en önemli faktörlerden biri de ana veya yan karakterleri canlandıran karakter oyuncuları. Britanya’nın oyunculuk geleneğinin başarılı temsilcileri geçidine dönüşen seri, saygın oyuncularla dolu. Hatta ünlü aktör Bill Nighy’in serinin son dört filmini yöneten David Yates’e “Harry Potter’da rol almamış tek İngiliz aktör ben kaldım” dediği ve bu yarı sitem yarı şaka cümlenin ardından seriye Rufus Scrimgeour karakteriyle dahil olduğu biliniyor. Bu etkileyici tablodan yola çıkıyor, mesela Snape’i Alan Rickman’ın canlandırmadığı bir Potter serisi çok kan kaybederdi diyoruz. Seride rol almış saygın aktörleri hatırlıyoruz:
Filmin odağında yer alan karakterleri Tom Hanks ileJulia Roberts canlandırıyor.
Arada sırada kameranın önünden arkasına geçip, film yöneten aktörlerden biri de Tom Hanks. Oyuncu 1996 tarihli ilk yönetmenlik denemesi “That Thing You Do!”nun ardından “Larry Crowne” ile bir kez daha beyazperde için yönetmen koltuğuna oturuyor.
Filme adını veren ve Tom Hanks tarafından canlandırılan ana karakter Larry Crowne, yıllarca ABD donanmasında çalışmış eski bir asker. Üniversite eğitimi almamış olduğu için süpermarketteki işinden kovuluyor. Bunun üzerine üniversiteye başlıyor. Burada hem yeni arkadaşlar ediniyor hem de hayattan bezmiş, aksi hocası Mercedes’e ilgi duymaya başlıyor.
Saflık derecesinde iyimser bir bakış açısına sahip filmde, senaryoyu birlikte kaleme alan Hanks ve Nia Vardalos’un karakterleri geliştirmek, mantıklı sebep-sonuç ilişkileriyle insanlar arasında bağlar kurmak gibi bir kaygıları yokmuş gibi gözüküyor. Ticari filmlerin sevilen oyuncuları Hanks ve Roberts’ın canlandırdığı ve romantik komedinin ana eksenini oluşturan çift arasında bir kimyadan bahsetmek mümkün değil. Tom Hanks’in sıradan bir yönetmenlik sergilediği film, bu basit şartlar yerine
Bu hafta vizyonda göreceğimiz ‘Ölüm Odası/Chatroom’, İngiliz yapımı bir korku filmi. Ancak yönetmen koltuğunda Japon yönetmen Hideo Nakata oturuyor. Nakata, 2000’lerde izleyicileri koltuklarında titreten önemli Japon korkularında imzası olan isim. Mesela, Hollywood’da da yeniden çekilen ‘Halka/The Ring’nın dayandığı orijinal seri ‘Ringu’, Nakata’nın yönetmenliğinde gerçekleşti. ‘Ringu’ filmleri kadar olmasa da, geniş bir hayran kitlesine sahip olan ‘Karanlık Sular/Dark Water’ da öyle. Nakata’nın yeni filminin vizyona girmesi vesilesiyle 2000’lere damgasını vuran sinema eğilimlerinden birini, Asya çıkışlı korku filmlerini hatırladık ve bu dönemde korku türünde öne çıkan Asyalı yönetmenleri seçtik.
Takashi Miike
Marjinal Japon yönetmen Takashi Miike’yi sadece korku türünde ürün veren bir isim olarak sınıflandırmak haksızlık olur. Ama kariyerini rahatsız edici ve tekinsizi garip bir mizahla sunmak üzerine inşa ettiği iddia edilebilir. Yönetmenin düz korkularından örnek vermek gerekirse, cep telefonu kaynaklı bir dehşeti konu alan 2004 yapımı ‘One Missed Call’ öne çıkıyor. Miike’ye ün getiren diğer bir film de 1999 tarihli ‘Audition’dı. Miike, aralarında John Carpenter
Oyuncaklardan yola çıkılarak oluşturulan üç filmlik seri “Transformers”ın sonuna geldik. Sinema anlayışı en büyük patlamayı en görkemli haliyle göstermek olan Michael Bay, serinin üçüncü ve sanırız ki final filmi “Transformers: Ay’ın Karanlık Yüzü”nde de farklı bir yol izlemiyor.
2,5 saatlik süreye sahip bu “teknoloji epiği”nde Ay’a 1961’de yapılan yolculuğun Transformers’la ilgili bir keşfi beraberinde getirdiği anlaşılıyor. Bu keşfin sonucu, yıllar sonra yani günümüzde iyi taraf Autobot’lar ve kötü taraf Decepticon’lar arasında büyük bir savaş başlatıyor. Diğer yandan serinin baş karakteri Sam Witwicky, yeni kız arkadaşına layık olmaya ve iş bulmaya çalışıyor.
ABD propagandası, 2011’de bile süren Soğuk Savaş kalıntısı bir Sovyetler nefreti, bir yere bağlanmayan bir olay örgüsü, erkek izleyicileri dikkate alan olgunlaşmamış senaryosuyla “Transformers: Ay’ın Karanlık Yüzü”, kuru gürültü çıkarmanın ötesine geçemiyor. Yönetmen Michael Bay’in 3D ve aksiyon sahnelerindeki hakimiyeti de, sıkıcı olmak dışında bir işe yaramıyor.
Bugün vizyona giren Hollanda-Belçika ortak yapımı ‘Dehşetin Gözleri/Zwart Water’, dokuz yaşındaki Nina’nın yeni taşındıkları evde bir hayalet görmesiyle başlayan bir korku filmi. Gerilim düzeyi oldukça yüksek film, Hollywood tarafından keşfedildi ve yeniden çevrim hazırlıklarına başlanan filmler kervanına dahil oldu.
Hollywood yeniden çevrimleri her zaman orijinal filmin hayranlarını haklı bir endişeye sürüklüyor. Ama Hollywood dünya sinemasının örneklerini devşirmekten asla vazgeçmiyor. ‘Dehşetin Gözleri’nden yola çıkarak, son dönemde Hollywood tarafından yeniden çekilen veya çekilmesi planlanan dünya sineması örneklerinden bir seçki hazırladık.
‘Ejderha Dövmeli Kız/Man Som Hatar Kvinnor’ (2009)
İsveçli yazar Stieg Larsson’ın Millenium üçlemesini oluşturan romanlarının ilkinden uyarlanan film, dünya çapında büyük ilgi topladı. 2009 yapımı, Niels Arden Oplev’ın yönettiği film, ilginç ana karakteri Lisbeth Salander, onu büyük bir başarıyla canlandıran Noomi Rapace ve filmin polisiye olay örgüsündeki başarı filmin birçok ülkeye satılmasına ve tabii ki Hollywood radarına takılmasına yol açtı. Ama bunun ümitle beklenen bir uyarlama olduğu iddia edilebilir. Zira