Oyuncaklardan yola çıkılarak oluşturulan üç filmlik seri “Transformers”ın sonuna geldik. Sinema anlayışı en büyük patlamayı en görkemli haliyle göstermek olan Michael Bay, serinin üçüncü ve sanırız ki final filmi “Transformers: Ay’ın Karanlık Yüzü”nde de farklı bir yol izlemiyor.
2,5 saatlik süreye sahip bu “teknoloji epiği”nde Ay’a 1961’de yapılan yolculuğun Transformers’la ilgili bir keşfi beraberinde getirdiği anlaşılıyor. Bu keşfin sonucu, yıllar sonra yani günümüzde iyi taraf Autobot’lar ve kötü taraf Decepticon’lar arasında büyük bir savaş başlatıyor. Diğer yandan serinin baş karakteri Sam Witwicky, yeni kız arkadaşına layık olmaya ve iş bulmaya çalışıyor.
ABD propagandası, 2011’de bile süren Soğuk Savaş kalıntısı bir Sovyetler nefreti, bir yere bağlanmayan bir olay örgüsü, erkek izleyicileri dikkate alan olgunlaşmamış senaryosuyla “Transformers: Ay’ın Karanlık Yüzü”, kuru gürültü çıkarmanın ötesine geçemiyor. Yönetmen Michael Bay’in 3D ve aksiyon sahnelerindeki hakimiyeti de, sıkıcı olmak dışında bir işe yaramıyor.
“Transformers:Ay’ın Karanlık Yüzü / Transformers:
Dark of the Moon”
Yön.: Michael Bay
Oyn.: Shia LaBeouf (Sam Witwicky), Rosie Huntington-Whiteley (Carly), Josh Duhamel (Lennox), John Turturro (Simmons) Sen.: Ehren Kruger
Gör.: Amir M. Mokri
Müz.: Steve Jablonsky
Festivallerin gözdesi iki film“Tanrılar ve İnsanlar” Bu hafta Cannes ve Berlin film festivallerinden büyük ödüllerle dönmüş iki film birden vizyonda karşımıza çıkıyor.
İlki geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nden Büyük Jüri Ödülü’yle dönen Xavier Beauvois’in yönettiği “Tanrılar ve İnsanlar / Des Hommes et Des Dieux”. Film, 1990’larda yaşanmış gerçek bir olaya dayanıyor ve Cezayir’de bir köydeki manastırda yaşayan Hıristiyan kesişlerden yedisinin ülkede karışıklık yaratan köktendinciler tarafından öldürülmelerini anlatıyor. Film, gerilim tırmanırken tüm uyarılara karşın Müslüman köylülere duydukları sorumluluk ve inançları nedeniyle yerlerini terk etmeyen kesişlerin yaşadıkları sürece odaklanıyor. Dünya çapında beğeni kazanan filmin, dokunaklı hikayesine ve aralarında Lambert Wilson, Michael Lonsdale, Olivier Rabourdin ve Philippe Laudenbach’ın da olduğu oyuncu kadrosunun başarısına rağmen politik olarak doğru yerde durduğunu söylemek mümkün değil. Zira film, sömürge dönemi kalıntısı bir kurumu yüceltmesiyle egemen Batılı bir gözün bakışına sahip.
“Bir Ayrılık” Diğer büyük ödüllü film ise bu yıl Berlin’den Altın Ayı’yla dönen bir başyapıt: “Bir Ayrılık / Jodaeiye Nader az Simin”. Asghar Farhadi’nin imzasını taşıyan film, ayrılmaya karar veren Nader ve Simin adlarında orta sınıf bir çiftin etrafında dönen olayları konu alıyor. Nader (Peyman Moaadi), Simin’in (Leila Hatami) evi terk etmesiyle Alzheimer hastası babasına bakması için Razieh (Sareh Bayat) adlı kadını işe alıyor. Sınıflar arası çatışmadan etik sorgulamasına uzanan çok katmanlı bir alt metne sahip olan film, Berlin’den ödülle dönen oyuncuların başarısı, adalet ve haklılık üzerinden sordurduğu sorular ve karakterler arası ilişkileri işlemesindeki kusursuzlukla bir İran sineması mücevheri.
“Dehşetin Gözleri”Geçmişin hayaletleriElbert Van Strien’in yönettiği Hollanda-Belçika ortak yapımı “Dehşetin Gözleri / Zwart Water”, annesiyle mesafeli, babasıyla mükemmel bir ilişkisi olan bir kız çocuğu Lisa’nın hikayesini konu alıyor. Lisa (Isabelle Stokkel), taşındıkları yeni evde annesinin ölmüş ikiz kardeşinin hayaletini görmeye başlıyor. Hollywood tarafından yeniden çekilmesi gündemde olan film, kalburüstü bir korku / gerilim olarak dikkat çekiyor.
“Julia’nın Gözleri” İkizinin intiharını araştırıyorJulia’nın Gözleri / Los Ojos de Julia” ünlü Meksikalı yönetmen Guillermo del Toro’nun yapımcılığında gerçekleşen, Guillem Morales’in yönettiği bir İspanyol korku filmi. İkiz kız kardeşi intihar eden Julia’nın bu intiharın nedenlerini araştırmasını konu alan filmde Belen Rueda, Lluis Homar ve Pablo Derqui rol alıyor.
“Aşka Şans Ver” Gerçek aşkla karşılaşmaNicolas Cuche’nin yönettiği “Aşka Şans Ver / La Chance de Ma Vie”, aşk hayatında umduğunu bulamayan bir adamın gerçek aşkla karşılaşmasını konu alıyor. Filmin başrollerini Virginie Efira ve François-Xavier Demaison paylaşıyor.