Henry işlemediği bir suç yüzünden hapse girer. Bu suç, bir banka soygunudur. Hapisten çıktıktan sonra “Madem bunun cezasını peşinen çektim, bari bir banka soyayım” diye düşünür. Banka soygunu konusunda hapishanedeki hücre arkadaşı Max’ten yardım alır. Planın bir parçası olarak Henry, bir tiyatro grubunun sahnelediği, Çehov’un “Vişne Bahçesi” oyununa dahil olur. Bu arada tiyatro grubunda yer alan Julie’ye gönlünü kaptırır.
“Suçlu Kim? / Henry’s Crime” bir komedi. Filmin yurtdışında aldığı ilk eleştiriler olumlu. Özellikle son dönemde dikkat çeken, “Aklı Havada / Up in the Air”la beğeni toplayan Vera Farmiga övgülerin odağında. Keanu Reeves’in performansı ise aktörün en sevilen filmlerinden “My Own Private Idaho”daki performansıyla karşılaştırılmış ki, daha iyisi can sağlığı.
“Suçlu Kim? / Henry’s Crime”Yön.: Malcolm Venville
Oyn.: Keanu Reeves (Henry Torne), Vera Farmiga (Julie Ivanova), James Caan (Max Saltzman) Sen.: Sacha Gervasi, David N. White
Çizgi roman karakterinden yola çıkan “Thor”, yönetmen koltuğundaki Kenneth Branagh sayesinde aynı türdeki filmleri geride bırakıyor
Thor” son yıllarda üçer beşer karşımıza çıkan çizgi roman uyarlamalarının en yeni temsilcisi. Marvel Comics’in aynı adlı çizgi roman karakterinden yola çıkan film, uzun süredir yapım cehenneminde dolandıktan sonra sonunda tamamlandı.
Thor, Asgard adlı bir yerde yaşayan ölümsüz bir savaşçı. Üstelik buranın kralı Odin’in oğlu ve tahtı devralmak üzere. Ama kendini beğenmiş, aşırı güvenli tavırları ve saldırgan kişiliğinin etkisiyle başka bir halka savaş açmaya yeltenince, Dünya’ya sürülüyor. Dünya’da güçlerini kullanamadığı için şaşkına dönen Thor, astrofizikçi Jane Foster ve ekibi tarafından bulunuyor. Ve Dünya işgal tehdidi altına gelince, bir kahraman olarak Thor’un kendisini kanıtlaması gerekiyor.
“Thor” tam anlamıyla bir süper kahramanın yolculuk filmi. Kahramanın yaşadığı deneyimler sonucu olgunlaşmasının öyküsünü izliyoruz. “Thor”u diğer çizgi roman uyarlamalarından bir adım öne çıkaran etken ise yönetmen koltuğunda oturan Kenneth Branagh. Kendisi, Shakespeare uyarlamalarıyla tanınan ve büyük bütçeli ticari filmlerde imzasını
Başrollerini Nicole Kidman ve Aaron Eckhart’ın paylaştığı filmde, çocuklarını kaybeden bir çift anlatılıyor
Yeni filmi “Mutluluğun Peşinde”de yönetmen John Cameron Mitchell çok ciddi bir konuyu, evlat acısını, alışılmamış bir şekilde işleme derdinde.
Becca ve Howie, 4 yaşındaki oğullarını kaybetmiş bir çift. “Mutluluğun Peşinde” bu yas sürecini, onların birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerini ve psikolojilerini göstermeye çalışıyor. Acının ön plana çıktığı bir film çekmek yerine detaylarla süreci işliyor. Hem Becca’nın hem de Howie’nin bu yas sürecinde kendilerine iyi gelecek şeyi bulmasını gösteriyor, karakterlerine karşı soğukkanlı duruşunu ve mesafesini kaybetmiyor.
Mitchell, Doğu Almanya’da geçen, transseksüel şarkıcı Hedwig’in hikayesini anlattığı harika müzikal “Hedwig ve Kızgın Çıkıntısı / Hedwig and The Angry Inch” ile ilk filminde birçok takipçi kazandı. Ardından en az bu proje kadar iddialı bir film daha geldi: “Shortbus”. Seksi sinemasal olarak yeni
bir şekillerde kullanmayı amaçlayan, seks sahneleri açıkça gösterildiği halde erotizmden veya pornografiden uzak duran “Shortbus”, Mitchell’ın zor işlerin yönetmeni olduğunu bir kez daha kanıtladı.
F
Taşradaki çaresizlik
“Bizim Büyük Çaresizliğimiz” taşrada insan ilişkilerine dair sorular soruyor
Yağmur ormanlarından kaçırılan Blu’nun maceralarının anlatıldığı “Rio” iyi vakit geçirtiyor
Buz Devri / Ice Age” serisinin Brezilyalı yönetmen Carlos Saldanha’nın yeni filmi, uzun süredir hayalini kurduğu bir proje: Brezilya’da geçen bir animasyon. “Rio”, Brezilya’da bir yağmur ormanında açılıyor. Tropik kuşlar özgürce uçup şarkı söylerken kaçakçılar tarafından yakalanıyorlar. Aralarında Blu da var. Nesli tükenmek üzere olan türün mensubu olan Blu, Minnesota’da Linda adlı bir kız tarafından yetiştiriliyor. Bir gün Linda’nın kapısını çalan Brezilyalı bir kuşbilimci, Blu’nun türünün son erkeği olduğunu söylüyor. Blu ve Linda, aynı türün son dişisi olan Jewel ile buluşmak üzere Brezilya’ya gidiyor. Uçamayan Blu’nun Brezilya’ya uyum sağlaması kolay olmuyor. Jewel ve Blu’nun peşlerine kaçakçıların takılması işi yokuşa sürüyor.
Saldanha’nın malzemesi, karakter ve mekan açısından avantajlı: Hem tropikal kuşlar, renkleri ve biçimleriyle perdede harika görünüyorlar. Hem de hikayenin düğüm noktası da Rio Karnavalı sırasında yaşanıyor.
“Güneşin Karanlığında” mahkeme filmleri ile polisiyeyi birleştiriyor
Michael Connelly’nin aynı adlı romanından John Romano tarafından uyarlanan ve Brad Furman’ın yönettiği “Güneşin Karanlığında / The Lincoln Lawyer”, mahkeme filmleriyle polisiyeyi birleştiren bir yapıya sahip. Filmin ana karakteri Mickey Haller, Lincoln marka arabasını ofis olarak kullanan ve sokak raconuna hakim, küçük dolandırıcılıklar yapmaktan gocunmayan bir avukat. Bir gün başına talih kuşu konduğunu düşünüyor çünkü zengin bir ailenin Louis Roulet adlı oğlunu savunması gerekiyor. Israrla masum olduğunu söyleyen Roulet bir fahişeyi dövmekle suçlanıyor.
Birçok polisiye filminde olduğu gibi dava ilerledikçe Haller, adalet, suç ve düzen üzerine düşüncelerini gözden geçirmeye ve kendi geçmişini sorgulamaya başlıyor.
İlginç bir ana karaktere sahip olan “Güneşin Karanlığında” sosyal konularla ilgili bölümlerini, polisiye heyecanla bölmeyi seçiyor. Ama hızlı kurgusu ve akıcı olay örgüsü ile kalburüstü bir polisiye olmayı başarıyor.
“Güneşin Karanlığında / The Lincoln Lawyer”
“Kaybedenler Kulübü” 1990’lı yılların kült radyo programını ve etrafında oluşan alt kültürü işliyor
1990’larda Kent FM’de yayınlanan “Kaybedenler Kulübü” adlı radyo programı dinleyicileri çok iyi hatırlar. Bu programın ve hazırlayıcılarının öyküsü, “Devrim Arabaları” filminin yönetmeni Tolga Örnek tarafından sinemaya aktarıldı.
“Kaybedenler Kulübü” Kaan ve Mete’nin sunduğu bir radyo programı. Kadınlar, edebiyat ve Kadıköy sokaklarının da dahil olduğu pek çok konudan bahsedilen program, başta kimsenin dikkatini çekmiyor. Zamanla sadık dinleyicilerini yaratıyor. Diğer yandan Kaan, Altıkırkbeş adlı yayınevinde, William Blake’in eserleri ve Roland Barthes’ın “Camera Lucida”sı gibi “kimsenin okumadığı” kitaplar basıyor. Kaan motosikletlere ve fotoğrafa da meraklı. Mete ise müzikle ilgileniyor, plak koleksiyonu yapıyor. Kadınlardan yana ise ikisinin de şansı açık. Kaan bir gün Zeynep adlı bir mimarla tanışıyor ve büyük bir aşk yaşamaya başlıyor.
Radyo programı, programdaki jargon, çalınan müzikler, Altıkırkbeş’in bastığı kitaplar, partiler derken 1990’larda takipçileri arasında neredeyse küçük çapta bir alt kültüre dönüşen “Kaybedenler Kulübü”nü ve onun baş aktörleri Mete ve
Natalie Portman ve Ashton Kutcher’lı romantik komedide, son yılların gözde konusu “sadece fiziksel ilişki isteyen kadın” işleniyor
Tek tük istisnalar dışında Hollywood çıkışlı romantik filmler cephesinde yıllardır yeni bir şey yok. Ama şu sıralar moda konu, bağlanmaktan korkan ve sadece fiziksel bir ilişki isteyen bir kadının zamanla adamı sevgili olarak istediğine karar vermesi... Daha geçtiğimiz aylarda bu konuya melodram açısından yaklaşan “Aşk Sarhoşu / Love and Other Drugs” izlemiştik. Bu hafta vizyona giren “Bağlanmak Yok” da aynı yolu takip ediyor.
Emma başarılı bir doktor. Erkek kahramanımız Adam ise ünlü bir babanın zibidi oğlu ama altın gibi bir kalbi var! İlk kez 14 yaşındayken tanışan ikili 20’li yaşlarında fiziksel olarak ikisini de memnun eden bir ilişki kuruyor. Adam zamanla Emma’ya âşık oluyor ama Emma kolay kolay Adam’ı sevgilisi olarak kabul etmiyor.
Önemli komedi yönetmenlerinden olan Ivan Reitman, bu konuyu seksle ilgili birçok espri ve filme herhangi bir katkıda bulunmayan bir dolu yan karakterle destekliyor. Ama film bütün olarak ne yeni bir şey sunuyor ne de sinemada sıkılmadan geçebilecek saatler vaat ediyor. Bildik, tanıdık ne kadar klişe varsa,