Suriye iç savaşı üç cephede ve farklı biçimlerde devam ediyor. Birincisi, “müzakere yapıyormuş gibi yapılan” Cenevre cephesi. Bu cephedeki mücadele son gelişmelerle özgüveni yükselmiş rejim temsilcileri ile çok sesli, parçalanmış, sahada kazanma umudu iyice zayıflamış bir dizi muhalefet arasında yürüyor. Sahne gerisinde ise müzakerecilerin kulağına sürekli üfleyen çok sayıda suflör yer alıyor.
Savaşın diğer cephesi Suriye. Hibrit savaş bütün hızıyla insanlarının canını almaya, vicdanlarını kanatmaya devam ediyor. En modern savaş araçlarından en ilkeline, terörden gerillaya, konvansiyonele kadar çeşitli araç ve yöntemin kullanıldığı savaştan söz ediyoruz. Üstelik herkes herkesle savaş halinde. Hedefi net olan blok rejim, Rusya ve İran’dan oluşuyor. Ne istediklerini ve bunu nasıl yapacaklarını biliyorlar. Askeri haritayı değiştirmeye odaklanmış durumdalar.
Son cephe, savaş meydanından uzakta, başkentlerde, otel lobilerinde, istihbarat örgütlerinin dehlizlerinde kurulmuş durumda. İttifaklar, ince hesaplar, örtülü operasyonlar, diplomasi bu cephenin en bildik araçları.
Suriye’nin askeri haritası asli cepheyi gösteriyor. Müzakere sürecinin medyada fazlaca yer alması, başkentlerin geri
PKK gibi uzatılmış politik-askeri strateji izleyen bir örgütle mücadele ediyorsanız istatistiklerden çok beklentilere odaklanmalısınız. Çoğu zaman halkın, siyasilerin ve basının beklentileri ile güvenlik güçlerinin bu beklentileri gerçekleştirme yetenekleri arasında bir makas vardır. Bu makas göz ardı edildiğinde, siyasi ve askeri liderler, kurumlar yıpranmaya başlar.
Beklentiler ile gerçekleşebilecekler arasındaki uçurum dört sebepten dolayı ortaya çıkar. Mücadelenin süresi, zayiatın miktarı, masum insanların zarar görmesinin engellenememesi ve kesin zafer kazanmanın zorluğu.
Çok sayıda polis ve asker, bir kaç şehirde üç beş yüz kişilik PKK’lı gruba karşı operasyon yürütüyor. Bu temizlik ne kadar sürebilir ki? Güç karşılaştırması polis, asker sayısı ve teknik gibi fiziki kapasite ile yapılınca, bu mücadelenin “kısa zamanda” bitmesi beklenir. Nitekim bu kanaat herkese mantıklı gelmektedir. Oysa sorunun karakteri kıyaslamanın bu şekilde yapılmasının yanlış olduğunu söylüyor.
Öte yandan sayı ve teknik üstünlüğün her sorunu çözeceği, güvenlik güçlerine büyük avantaj sağlayacağı düşünülmektedir. Kamuoyunda bu avantajlar sayesinde askerin/polisin hiç risk almadan, kayıp
ABD Başkan Yardımcısı Biden’a göre PKK terörist, PYD ise değil. AB ülkeleri de benzer görüşteler. Türkiye ise PYD’nin terörist olup olmadığı konusunda birkaç defa görüş değiştirdi. Şimdilerde PYD’nin PKK’nın parçası ve terör örgütü olduğu kanaatinde.
PYD’nin PKK’nın neyi olduğunu anlamak için, terör örgütünün yapısına bakmak gerekir. Uzun süreli, politik- askeri ayaklanma strateji izleyen örgütler, PKK örneğindeki gibi, üç ana bölümden oluşur. Politik hedefleri ve stratejiyi belirleyen “parti”. Savaşı yürüten “ordu”. Halkı yatay ve dikey örgütleyerek siyasi ve askeri yapının emrinde tutan “cephe” teşkilatı.
Parti hariç, ordu ve cephe, askeri, coğrafi ve siyasi gerekliliğe göre bölgelere, alt birimlere ayrılabilir. Bu çerçevede PKK’nın siyasi ve idari harita okuma tarzı devletlerden farklıdır. İki ülkenin toprakları tek bir bölge olarak bile ele alınabilir. Örneğin, “Zagros eyaleti” Irak ve Türkiye’nin birer bölümünü kapsar.
Bu çerçevede PKK, partiyi 1978, orduyu 1984 ve cepheyi 1985’de ilan etti. Bu gün tartışmanın merkezine oturan Suriye, “Küçük Güney” olarak bu cephenin alt birimlerinden birisi kabul edildi. Örgüt bu bölgeden de eleman ve lojistik sağlarken Esad rejimi bunu
Suriye ve Irak her geçen gün devlet olma niteliğini kaybediyor. Güvenlik zayıflamış, ekonomi çökmüş durumda; siyasi ve sosyal istikrarsızlık derinleşiyor. Meşruiyeti tartışmalı merkezi yönetimlerin yanı sıra, devletimsi yapılara bölünmüş durumdalar.
Türk kamuoyunun PKK sorununa odaklandığı bu günlerde komşumuz, devletimsi Kuzey Irak Kürt Yönetimi ciddi sorunlarla boğuşuyor. Üstesinden gelememesi halinde, Türkiye için de ağır sonuçların doğacağı açık.
Zayıf kurumlar, çöküntünün eşiğindeki ekonomi, uzlaşmaya uzak siyasi kültür tabloyu daha da ağırlaştırıyor. Üstelik jeopolitik konumu Kürt Bölgesel Yönetimi’ni müdahaleye açık hale getiriyor. Buna petrol fiyatlarındaki düşüş de eklenince krizden çıkış zorlaşıyor. İç siyaseti kilitleyen başkanlık tartışmaları ise Barzani ile Goran hareketini karşı karşıya getiriyor. Parlamento başkanı Erbil’e giremezken, dört bakan da azledilmiş durumda.
Bağdat hükümeti petrol gelirlerinden Kürt yönetiminin payına düşeni ödememekte kararlı görünüyor. Buna karşılık Barzani, Bağdat’ın tüm itirazlarına rağmen aylık 18 milyon varil petrol ihraç etmeyi sürdürerek mali krize çare bulmaya çalışıyor.
IŞİD ise ciddi bir güvenlik sorunu. Çoğu
›› Başbakan Davutoğlu, İngiltere ziyareti öncesinde, Güneydoğu’daki operasyon, akademisyenlerin bildirisi, yeni anayasa ve CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı’na dönük sert açıklamalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu
›› Bakanlar Kurulu’nda bu hafta görüşülecek terörle mücadele Master Planı’nın detayları hakkında da bilgi veren Davutoğlu, Hakkari il merkezinin Yüksekova’ya, Şırnak’ın ise Cizre’ye kaydırılması yönünde çalıştıklarını açıkladı
Alman turistleri hedef alan canlı bomba saldırısının şokunu atlatamadan yeni terör saldırısı haberleri aldık. Bu defa PKK, Suriye ve Irak’ta IŞİD’in sıklıkla kullandığı yöntemi Çınar’da uyguladı. Patlayıcı yüklü araçla Emniyet Müdürlüğü binasına saldırdı. Masum siviller, çocuklar ve bir polis hayatını kaybetti.
İki örgüt değişik karakterde, ölçekte ve farklı siyasi hedefe odaklanmış durumdalar. Öyle olsalar da Türkiye topraklarında eylem yapma yarışına girmiş görünüyorlar. Şiddet ve terörü kullanarak, korkularımızı, endişelerimizi tetiklemeye, güvensizlik yaratarak duygularımızı, kanaatlerimizi ve davranışlarımızı değiştirmeye çalışıyorlar.
Eylem sayısı arttıkça, hedefler çeşitlendikçe IŞİD’in Türkiye’ye dair stratejisinin değiştiği daha net anlaşılıyor. Nitekim Sultanahmet’te turistlere yönelik eylem bunun kanıtlarından biri.
IŞİD ve PKK/PYD’nin Kobani hâkimiyet savaşının cephesini Türkiye içine taşımalarının üstünden epey zaman geçti. 6-7 Ekim olaylarıyla başlayan bu çatışma sarmalı Adana, İstanbul, Diyarbakır, Suruç ve Ankara eylemleriyle yeni bir boyut kazandı. Son saldırı ise hepsinden farklı bir hedefe işaret ediyor.
Türkiye’yi “ikmal ve personel temin” rotası üzerinde kilit
KCK (siz onu PKK olarak okuyun), sivil halkı şehir savaşı ve hendek taktiklerini desteklemek üzere sokağa çıkmaya, eylem yapmaya çağırıyor. Sivil halkın omuz vermediği “silahlı” eylemlerin fiyaskoyla sonuçlanacağının farkında. Çağrıyı acil hale getiren iki husus gözden kaçmıyor. Zamanlama ve dış destek.
PKK’nın Arap Baharı’ndan en fazla faydalanan devlet dışı aktör olduğunu söylemek abartı olmaz. Örgüt, sürecin sonunda sadece Türkiye’de değil, Suriye ve Irak’ta da büyük avantajlar elde etti. Bunu geçmiş tecrübesine, zamanın ruhuna uygun strateji seçimine, yerel ve küresel desteklere borçlu.
Ancak Arap Baharı’nın karakteri değişmiş durumda. Özgürlük ve demokrasi söylemi pek taraftar bulmuyor. Süreç daha çok “güvenlik, korku, terör, şiddet ve insani dramlarla” anılıyor.
Şiddetle desteklenen protesto eylemleri, “hafif silahlarla” tahkim edilmiş patlayıcı dolu hendekler fazla ilgi görmüyor. Irak, Suriye, Libya ve Yemen’de devam eden “şehir savaşlarına” pek itibar yok. Bu çerçevede, PKK’nın “şehir savaşında” ciddi bir “zamanlama” sorunu olduğu açık. Öyle ki PKK, Arap Baharı’nın şiddet trenini şimdilik kaçırmış görünüyor.
PKK, hükümeti yıpratmak, provoke etmek ve