Acun Ilıcalı, ‘Survivor’da; Doğukan Manço’nun St. Tropez Uluslararası Film Festivali’nde ‘En İyi Erkek Oyuncu’ dalında aday olduğunu söyleyince donakaldım; zira Doğukan’ı tanıdığımda ikimiz de portakalda vitamindik ve o zamandan bu zamana oyunculuğun konusu bile geçmedi
Doğukan, ‘Taxi Driver’ adlı Avusturya yapımı kısa bir filmde tamamen ‘tesadüf eseri’ oynuyor, (Bir başkası bu fırsatı yakalasa hemen bütün gazetelere dağıtırdı haberini, Doğukan arkadaşlarına bile söylemiyor), oynamakla kalmıyor bir de ödüle aday oluyor! Çok büyük ve bir o kadar da gurur verici bir sürpriz!
Batıkan yok Doğukan olsun!
Filmde oynama hikayesi gerçekten çok ilginç... ‘Taxi Driver’ı yazan ve yöneten Sara M. Olivka; ‘sakallı ve uzun saçlı bir Türk oyuncu’ arıyor. İnternette araştırma yaparken karşısına Barış Manço çıkıyor. Manço‘nun küçük oğlu Batıkan’ın fotoğraflarını görüyor ve ona ulaşamayınca yardım almak için Doğukan’ı arıyor.
Doğukan, Olivka’yla yaptığı telefon konuşmasında, Batıkan’ın askerde olduğunu, haliyle artık sakalı ve uzun saçları olmadığını anlatıyor. Bunun üzerine yapımcı, “Sen oynar mısın?” diye soruyor ve Doğukan’ın St. Tropez Film Festivali’ne uzanan macerası
Çocukluk ve ergenlik dönemlerinde herkesin hayran olduğu bir ‘idol’ü oluyor. Kendini bulma yıllarında ünlü birini kendine yakın hissedip ona hayran olmak o kadar normal ki. Asıl anormal olan, bu hisleri hiç yaşamayan ve anlamayanlar
Oktay Kaynarca’nın deyimiyle ‘şuursuz ve özenti bir ergenken’ tam anlamıyla bir Michael Jackson fanatiğiydim. Şöyle ki;
* İleride onunla evleneceğime kesin gözüyle baktığımdan yaptığı iki evlilikte de günlerce ağlamış; hayata ve kaderime küsmüştüm!
* Odamın tavanı ve zemini hariç her yer onun posterleriyle kaplıydı.
* Amerika’ya gidip evine sızmanın hayalini kurardım. Tek olay, karşısına çıkmaktı, inancıma göre karşılaşırsak bana aşık olması kaçınılmazdı!!
* “Ben artık Michael hayranı olmak istemiyorum, Take That’e hayran olmaya karar verdim” diyen arkadaşımla uzun süre küs kalmış, bu ihanetini affedememiştim!
* Annem bir ara “Bu çocuk kafayı yedi, ne yapacağız?” endişesiyle doktorları arayıp danışırmış, sonradan öğrendim!
Dünyayı tam anlamıyla kasıp kavuran bir genç adam, hatta daha çocuk bile denebilir! 19’luk efsane Justin Bieber’ın konserine sırf meraktan gittim. Bu kadar etkileneceğim aklımın ucundan geçmezdi
İTÜ Stadyumu’ndaki konser öncesi Maslak yolları kilit haldeydi. Taksiler konser alanına gitmek isteyenleri kabul etmediği için on binlerce kişi gibi biz de “Küçücük çocuğu izlemek için şu çilemize bak” diye söylenerek epey yürüdük!
* Staddaki kalabalık kaderine boyun eğmiş ebeveynler ve “Justiiin” diye ağlayan çocuk ve gençlerle doluydu. Caner de bizim zorumuzla gittiğinden kendini Müge’yle benim velimiz ilan etti!
* 4-5 yaşındaki minikler bile şarkıları ezbere biliyordu, Justin’e aşkından ölen genç kızların heyecanıysa bir başkaydı, aralarında “Justin benle çıkar. Hayır senle değil benle çıkar” diye tartışanları gördüm.
İki saat gecikmeye “Yuh” dedik!
* Türk zihniyeti iş başındaydı! Herkes; çimler bozulmasın diye yere kurulan koruyucu tabanları söküp takoz yaptı. Takozu yüksek olanlar pek mutluydu!
Sıkı bir Survivorsever olarak adadaki olaylara son derece hakimim dostlar... Yarışma başladığı günden beri Duygu ve Bozok arasındaki gerilim, çok konuşuldu. İzleyici, sorunun Duygu’dan kaynaklandığını düşünüyordu ki; Bozok’un da hak verilecek hiçbir yanı olmadığı ortaya çıktı
Bu hafta Bozok, zorlu bir oyun sırasında takım arkadaşıyla dertleşen Duygu’ya “Konuşmaa” diye bağırdı önce. “Bir patlatacağım ağzına, göreceksin” diye sürdürdüğü tartışmada; bu saygısız ve şiddet dolu cümlesi yetmezmiş gibi bir de kızın suratına su fırlattı! Acun Ilıcalı müdahale etmese devamı da gelebilirdi, öyle bir saldırganlık hali.. Ağzım açık bakakaldım adamın yaptıklarına!
Milyonların gözü önünde yaşanan bir kadına şiddet vakası izledik. Şiddet eğiliminin had safhada olduğu bir memlekette Bozok gibiler korkunç birer örnek.
Bu arada Bozok “Patlatırım” dedi ama baklava kazandığı oyunda Bozok’u aç bırakarak asıl patlatan Duygu oldu! Boş lafa değil aksiyona bakmak lazım!
Duygu mu, Bozok mu?
* Duygu, kız haliyle kimseden yardım almadan, bir başına var olarak gerçek bir survivor olduğunu gösteriyor; Bozok, balık tutmaktan, bir de atıp tutmaktan başka bir şey yapmıyor.
Kadına “baayan”, tuvalete “laaabo” diyenler bana kafayı yedirtti dostlar! Bunları kullanınca ‘kibarlık değil yanlışlık’ yapmış olduklarını belirtmek isterim!
Spikerlik kursuna gittiğim günlerden aklıma kazınmış iki yanlış kelime kullanımı var, bunları her duyduğumda tüylerim diken diken oluyor, işin kötüsü aynı hatayı hemen hemen herkes yapıyor.
Bir tanesi; tuvalete giderken daha kibar olsun diye “Lavaboya gidiyorum” diyenler.. “Lavabo ne tarafta?” diye soranlar... Yahu beni konuşturmayın şimdi, lavabo sadece el yıkanan yer, ihtiyacınızı lavaboya mı gideriyorsunuz da “Lavaboya gidiyorum” diyorsunuz!
Ayrıca “Tuvalete gidiyorum” demenin neresi kaba, gayet insani bir durum! Bir de “Tuvalet” diyenleri “Tuvalet denmez çok ayıp, lavaboo” diye düzeltenler var ki onlara tam kilitleniyorum! Hayır efendim yanlış biliyorsunuz, lavabo değil tuvalet!
İkincisi ve kulaklarımı en can evinden vuranıysa bayan kelimesinin kullanımı..
Televizyonda yılların sunucularından (Hiç değilse meslekleriyle ilgili ufacık bir şey öğrenselermiş!), sanatçılara, politikacılardan normal vatandaşa kadar bir bayan kullanımı almış başını gidiyor!
Ey dostlar, bayan kelimesi erkek kelimesinin
Umre’ye gitmeyi bile ‘reklam malzemesi’ haline getirmeye başladılar, bu ne biçim iş
Ünlülerin Umre’ye gidişlerini bütün Türkiye’ye ilan etmesi artık can sıkar duruma geldi. Önce Twitter’dan veya magazincilere “Umre’ye gidiyorum” diye haber ediyorlar, sonra orada çekilmiş fotoğraflarını internette paylaşıyorlar (Bu fotoğrafların magazinde kullanılacağını bilerek), döndükten sonra da huzura erdikleriyle ilgili açıklamalar geliyor.
Her gün mutlaka bilmem kimin Umre ziyaretiyle ilgili bir haber görür olduk. Umre’ye gitmeyi bile ‘reklam malzemesi’ haline getirmeye başladılar, bu ne biçim iş? Herkes ibadetini sessiz sessiz yapmalı, bu Allah’la kul arasında kalması gereken özel bir şey, bunu iki tane fazladan haberi çıksın diye bütün Türkiye’ye duyuranlar beni cidden geriyor!
ÖĞRETMENLERE İŞ DÜŞÜYOR
Samsun’da dedesi ve babaannesiyle naylon brandalardan yaptıkları barakada yaşam mücadelesi veren küçük Özgür’ün; arkadaşları kirli ve eski kıyafetleriyle dalga geçtiği için utancından okulu bıraktığını okuduğumda içim dağlandı.
Bakan Fatma Şahin’in Özgür’ün ihtiyaçlarının karşılanması için harekete geçtiğini duyuncaysa çok mutlu oldum. Ama burada öğretmenlerin de çok önemli
Kadın kısmı üzerinde büyük etkisi olan Kıvanç Tatlıtuğ, “Yakışıklılık diye bir kavram bence yok. Yakışıklılık da güzellik de çok göreceli” dedi. Biliyoruz alçakgönüllüsün ama, sendeki kavram göreceli olmayacak kadar net!
Kız kıza kurulmuşuz televizyonun karşısına, ‘Kuzey Güney’i izliyoruz. Kuzey ve Cemre kavuşmuş, görüntüsü bile romantik, bir evde başbaşalar. Ha bu arada izliyoruz dedim de ne mümkün! Her kafadan bir ses çıkıyor: “Ah orada Cemre yerine ben olaydım!”, “Bu nasıl bir yakışıklılık Allah’ım!”, “Öykü Karayel ne kadar şanslı, Kıvanç’la oynayıp üzerine para alıyor” tadında cümleler duyuyorum. Bazı kafalarsa sessiz, zira ekrana kilitlenmişler, aramızda değiller o anlarda! Hani suratlarına okkalı birer tokat patlatsan fark etmezler o derece! Kadın kısmı üzerinde böyle bir etki bırakan Kıvanç Tatlıtuğ, basın toplantısında açıklıyor: “Yakışıklılık diye bir kavram bence yok. Yakışıklılık da güzellik de çok göreceli.” Daha cümlesini bitiremeden bütün salon kahkahalara boğuluyor haklı olarak!
Biliyoruz Kıvanç alçakgönüllüsün ama sendeki kavram göreceli olamayacak kadar net!
MİLLİYET’TEN STAJI KAPTILAR!
Benim de zamanında sıralarında ter döktüğüm (zor ve disiplinli bir
Spora ve özellikle de futbola aşık ve hatta spor spikerliği bile yapmış bir Hayalet olarak “Milliyet Yılın Sporcusu Ödül Töreni”ne uçarak gittim. Ancak tüm bu aşkıma rağmen, içimde bir “sıkıntıdan baygınlık geçirme” korkusu da vardı ne yalan söyleyeyim! Zira genelde ödül törenleri uzadıkça uzar ve davetlilerin içini şişirir malum, o oturduğunuz koltukla adeta bütünleşirsiniz.
Ama ilk kez katıldığım Milliyet’in bu çok özel ve gelenekselleşmiş gecesi son derece dinamik, keyifli, sıcak ve samimi haliyle gerçekten “örnek bir ödül töreniydi”. Sıkılmak ne kelime gözümü bir an olsun sahneden ayıramadım. Ödül kazananların görüntülerinden derlenen ve sahnenin ortasındaki dev ekranda gösterilen vtr’lerin her biri o kadar etkileyiciydi ki izlerken tüylerim diken diken oldu.
Kayırma yok, güven verici!
Bu tören sadece dinamizmiyle ve özenle hazırlanmış olmasıyla değil, “inandırıcılığı”yla da çok değerli bir örnek.. Bazı ödül törenlerinde gözle görülür bir kayırma hissederim ama burada “Yılın Sporcusu Anketi“yle ödül alan herkesin “hakkıyla seçildiği” apaçık ortadaydı. Tek biri için bile “Ama bu ödül onun değil de bunun hakkıydı” denemez. Milliyet ne kadar “güven veren” bir gazete