Acun Ilıcalı, ‘Survivor’da; Doğukan Manço’nun St. Tropez Uluslararası Film Festivali’nde ‘En İyi Erkek Oyuncu’ dalında aday olduğunu söyleyince donakaldım; zira Doğukan’ı tanıdığımda ikimiz de portakalda vitamindik ve o zamandan bu zamana oyunculuğun konusu bile geçmedi
Doğukan, ‘Taxi Driver’ adlı Avusturya yapımı kısa bir filmde tamamen ‘tesadüf eseri’ oynuyor, (Bir başkası bu fırsatı yakalasa hemen bütün gazetelere dağıtırdı haberini, Doğukan arkadaşlarına bile söylemiyor), oynamakla kalmıyor bir de ödüle aday oluyor! Çok büyük ve bir o kadar da gurur verici bir sürpriz!
Batıkan yok Doğukan olsun!
Filmde oynama hikayesi gerçekten çok ilginç... ‘Taxi Driver’ı yazan ve yöneten Sara M. Olivka; ‘sakallı ve uzun saçlı bir Türk oyuncu’ arıyor. İnternette araştırma yaparken karşısına Barış Manço çıkıyor. Manço‘nun küçük oğlu Batıkan’ın fotoğraflarını görüyor ve ona ulaşamayınca yardım almak için Doğukan’ı arıyor.
Doğukan, Olivka’yla yaptığı telefon konuşmasında, Batıkan’ın askerde olduğunu, haliyle artık sakalı ve uzun saçları olmadığını anlatıyor. Bunun üzerine yapımcı, “Sen oynar mısın?” diye soruyor ve Doğukan’ın St. Tropez Film Festivali’ne uzanan macerası böylece başlıyor.
Hadi Doğukan al şu ödülü!
Hayat gerçekten de ne büyük sürprizlerle dolu, hiç beklemediği anda hiç beklemediği bir fırsatla karşılaşabiliyor insan. O yüzden geleceğe hep umutla bakmak lazım; rahmetli anneannemin bir lafı vardı hep aklımda; “Gün doğmadan neler doğar” derdi...
Ödül töreni, 18 Mayıs’ta. Doğukan Panama’da olduğu için Batıkan Manço gidecek festivale ve eğer Doğukan ödülü alırsa 19 Mayıs’taki doğum günü için de büyük bir hediye olacak.
Kaybolan hayallerden ve yeni umutlardan yola çıkan filmin fragmanını izledim. Doğukan’ın doğal oyununa bayıldım, meğer bizimki tesadüfen değil doğuştan oyuncuymuş! Bütün kalbimle bu ödülü kazanmasını istiyorum. Gerçekten süper olur!
LİVANELİ YİNE UYKUSUZ BIRAKTI
Huyum kurusun, Zülfü Livaneli’nin yeni bir kitabı çıktı mı hemen koşup alır, başucuma koyarım. Bir süre katiyen dokunmam, kitabın önünden gelip geçerken bakar; daha okumadığım kitaptan ne büyük bir keyif alacağımın, bana katacaklarının, yaşatacağı heyecanlı günlerin hayalini kurarım!
Bir kere başlayınca soluksuz okuyup hemen bitirdiğim için bir sonraki Livaneli kitabına kadar uzun zaman geçiyor ve ben o zamanı hiç sevmiyorum! O yüzden yeni kitabını alıp okumadan önce uzunca bir süre başucumda bekletiyorum!
‘Kardeşimin Hikayesi’ndeyse aynı iradeyi gösteremedim dostlar! Çıktığı gibi ‘en çok satan kitaplar’ın zirvesine yerleşen romanı, geleneğimi sürdürerek başucuma bıraktım ama henüz birkaç gün olmuştu ki dün gece kendime yenik düştüm!
Uykusuzluktan gözlerim kapanarak girdiğim yatakta, “İki sayfacık okusam n’olur ki? Zaten uykum da var okuyamam” diye başladığım ‘Kardeşimin Hikayesi’ni elimden bırakamadım, uyku falan hak getire, sabaha kadar okudum. “Bile bile lades” dedikleri bu oluyor işte, belli ki bırakamayacaksın, ne başlıyorsun? Hadi gözlerim kitaba doğru seyirmeye başladı, Hayalet kaçar!