Ankara’nın ünlü Seğmenler Parkı çevresinde oturanlardan gelen şikayetler üzücü... Çankaya’nın göbeğinde, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün dibinde bulunan parkta; aileler çocuklarıyla huzur içinde dolaşamaz, semt sakinleri köpeklerini gezdirmeye, yürüyüş yapmaya çıkamaz olmuş.
Son aylarda parkın gece yarılarına kadar bangır bangır müzikler çalan, taşkınlık yapan, kavga çıkaran tiplerle dolu olduğu söyleniyor. Huzur kaçıran ve çevre halkının güvenliğini tehlikeye sokan bu tiplere de, İran Caddesi’ne üç şerit araba park edip ambulansların geçmesine bile fırsat bırakmayan düşüncesizlere de tüm şikayetlere rağmen kalıcı bir çözüm bulunmadığını, sadece polisin anlık müdahale ettiği anlatılıyor.
Semt sakinleri geceleri kavga ve çığlık seslerinden uyuyamaz hale gelmiş.
Başkentin en nezih semtlerinden birinde bile insanların kendini güvende hissetmemesi, huzur içinde yaşayamaz hale gelmesi kabul edilir gibi değil. Seğmenler Parkı çevresinde yaşayanlar belediyenin bu konuya acilen çözüm getirmesini bekliyor.
Zaten büyük şehirlerde günden güne yeşile daha da hasret hale geliyoruz, etrafta yükselen beton dağlarından gökyüzünü göremez durumdayız; hiç değilse parklarımızda rahat nefes alabilelim!
Korkunç bir yaz mevsimi geçirdik milletçe, gencecik evlatlarımızı şehit verdik. Yeni şehit haberlerine uyanma korkusuyla gözlerimizi yeni güne açamaz olduk, hepimiz mutsuzuz, bir şekilde ayakta durmaya çalışıyoruz ama aslında kimsenin ayakta duracak hali kalmadı!
Ancak bu kara günleri yaşarken, verdiğimiz şehitlerin bizde yarattığı isyan ve nefret duygusunu yanlış adreslere çevirmek, bazı ünlü isimleri günah keçisi ilan etmek ve hedef göstermek de akıla, mantığa ve en önemlisi insanlığa hiç uygun değil.
Beren Saat’e yapılan psikolojik baskıyı hayretler içinde izliyorum! Sussa sustuğu için, konuşsa konuştuğu için linç ediliyor! Instagram’da paylaşım yapmasa yapmadığı için, yapsa paylaştıkları abuk subuk anlamlara çekildiği için sürekli hakaret ve beddualarla yüz yüze kalıyor.
Kendini ifade etmeye çalışıyor, aradan cümleleri cımbızla çekip, o cümlelerin üzerinden saldırıyorlar! Doğmamış çocuğuna bile beddua ediyorlar ya, bizim insanlarımız ne zaman bu derece acımasız, kalpsiz, Allah’tan korkmaz oldu?!
Klavye canavarı kesilmeden düşünün!
Tepki gösterecekseniz asıl sorumlulara gösterin, aramızdan bir kişiyi çekip ona saldırmakla nereye varacaksınız?
Klavye canavarı
Bazıları kariyermiş, iş güç uğruna yıllarca tırnaklarınla kazımakmış, bunlarla hiç uğraşmıyor. Ünlü bir sevgili buldun mu tamamsın, kısa yoldan dikkati çek, bir süre sonra kendin de ünlü sınıfına dahil oluver. Ne diye yoracaksın kendini değil mi?!
İş namına ne yaptıklarını sorsan cevap yok! Herhangi bir yetenek, bir vasıf var mı,
o da yok; her gün gözümüze sokulmalarının tek sebebi şöhretli sevgili sahibi olmaları!
Bir de havalarından yanlarına yaklaşılmıyor. Dersin küçük - büyük tüm dağları komple kendileri yaratmış! Tabii durduk yere onca paye verilince ne olduklarını şaşırmaları normaldir. Bu kadar ‘sebepsiz’ ilgiyle bir süre sonra kendilerini ‘star’ zannetmeye başlıyorlar! Gülmekle ifrit olmak arasında gidip geliyorum bu tiplere!
YAŞAM İÇİN ENERJİ...
Suriyeli minik Aylan’ın kıyıya vuran cansız bedenini gösteren fotoğrafı yürekleri dağlayıp bütün dünyayı ayağa kaldırınca sandık ki, bu dayanılmaz sahnenin tekrarlanmaması için bir şeyler yapılacak.
Ama yine mültecileri taşıyan botlar battı, onlarca kişi şiddetten, yoksulluktan kaçmaya çalışırken yine ölüme yakalandı. Çocuklar da dahil...
Hani dönüm noktasıydı Aylan’ın iç yakan fotoğrafı? Dünyaca çok üzüldük ve şimdi bu acıyı izlemeye kaldığımız yerden devam ediyoruz!
Araba kullanırken trafik ışıklarına yakalanmamak için dua eder oldum. Ne zaman ışıklarda dursam veya trafiğe takılsam Suriyeliler camlara üşüşüyor, hepsi açlar, hepsi çaresizler.
Bir yandan onların haline üzülüyorum, bir anda ruhum çöküveriyor, günün devamında kendime gelmekte zorlanıyorum.
Şehrin göbeğinde yaşananlar...
Ama maalesef diğer yanda da bu çaresizliğin insana yaptırabileceklerinin düşüncesi var. Ki hafta başında gazeteyi elime aldığım gibi Beyoğlu’nda saldırıya uğrayan Amerikalı kadın turistin tüm vücudu sargılar içindeki fotoğrafıyla karşılaştım. Beyoğlu sadece turistlerin bayılarak gezdiği İstanbul’un göz bebeği değil artık, Suriyeliler de orayı mesken tutmuş halde, şehirlerde her yere
Gençliğimin ilk yıllarında iyi bir motorcu olmayı çok istiyordum. Özlem Tekin’in ‘Yar Bana Varmadı’ klibinde, motor üzerindeki asi haline nasıl hayrandım anlatamam! Onun o döneme göre fazlasıyla sıra dışı ve güçlü görüntüsünden çok etkilenirdim. Sonraları motor sahibi olmayı ciddi ciddi kafaya taktığımı gören annemin, “Bu ülkede motora binilmez, asla izin vermiyorum” cümlesiyle olay komple kapandı!
Şimdi trafikte dikkat ediyorum da annem her zamanki gibi haklıymış. Otomobil sürücülerinin çoğu motorları vasıtadan saymıyor adeta! O motorlar hiç yokmuş gibi davranıyorlar. Maalesef motor kazalarının da ardı arkası kesilmiyor. Halbuki Avrupa ülkelerinde motoru bırak, bisikletliler bile trafikte güven içinde yolculuk ediyor.
Cesaret değil cehalet!
Bizde motora binenler zaten her an tehlikede, en azından ‘güvenlik önlemlerini eksiksiz şekilde alarak’ kendilerini korumalılar. Malum kasksız gezenlerin sayısı da az değil. Bunun adı da cesaret değil, cehalet!
Geçenlerde bir Vespa motorun üzerinde epey kilolu bir sürücü gördüm. Zaten o ufacık motorla sağa sola yalpalayarak gidiyor, kafada kask olmadığı gibi, elinde de telefon bir yandan mesaj yazıyordu! Kazaya davet mesajı atıyordu zahir!
Dört yanımız cehennem yerine döndü, sabahları terör olaylarına, şehit haberlerine uyanma korkusuyla yataktan çıkamaz hale geldik... Kimsenin tadı tuzu yok, üzerimize koca bir karanlık çökmüş ve bizler artık dayanılmaz hale gelen bir acı ve umutsuzluk içinde yaşamaya çabalıyoruz. O hep dediğimiz ‘Ne olursa olsun hayat devam etmeli’ sözü var ya, giderek geçerliliğini yitiriyor, hayat devam edemez hale geldi...
Pazar günü baktım ki hava çok tatlı, “Dışarıda bir yemek yiyeyim, güzel havanın son demlerinden nasipleneyim” dedim. Daha masaya oturduğumun 10’uncu dakikasında gelen şehit haberleriyle bırakın yemek yemeyi, “Bir pazar keyfi yapayım” diye düşünmüş olmaktan dolayı bile ağır bir suçluluk duygusuna kapıldım.
Kardeşim günlerdir uyku uyuyamadığından, arkadaşlarım işe güce konsantre olamadıklarından bahsediyor, ana babalar çocuklarının geleceğinden endişeli, verdiğimiz gencecik şehitlerimiz herkesin içini alev alev yakıyor. Burnumuzun dibinde insanlarımız şehit olurken, günlük yaşama devam etmek ağır geliyor, “Onlar orada ölürken biz burada yaşamaya devam ediyoruz” hissinin verdiği korkunç bir vicdan azabı var içimizde...
Tüm bu duygular içinde de yaşamaya
CADDE’nizin müzikal aşığı Hayalet’i olarak dünyanın en gözde müzikallerinden ‘Mamma Mia’yı tabii ki izlemiştim. Aradan yıllar geçti, müzikalin bendeki etkisi geçmedi. Öylesine keyifli ve eğlenceli bir şov ki, aklıma her geldiğinde yüzüme kocaman bir gülümseme oturuyor.
Zorlu Performans Sanatları Merkezi dünyanın en önemli Broadway yapımlarını İstanbul’a getireceğini duyurduğunda çok heyecanlanmakla beraber endişelerim de vardı, aklımdaki sorular hep aynıydı:
“Buradaki şovlar orijinalleriyle birebir aynı olabilir mi? Aynı sahneler kurulabilir mi? Yoksa bize sunulacak eksik hallerine mi razı olacağız?”
Herkes sahnemize hayran kalıyor
Zorlu’daki sanat etkinliklerine gitmeye başladığımda gördüm ki; dünya standartlarının da üzerinde bir merkez kurmuşlar. Her saniyesini ezbere bildiğim, hayatınızda görebileceğiniz en görkemli dekorlara sahip olan ‘Operadaki Hayalet’ müzikali bile orijinaliyle ufacık bir fark olmadan sahnelendi.
Hatta müzikali dünyanın her tarafında sahneleyen turne yönetmeni Philip Godawa; yaptığımız röportaj sırasında Zorlu sahnesine olan hayranlığını anlata anlata bitirememiş ve “Dünyada sayılıdır bu kadar ileri teknolojiye sahip sahneler,
12 yaşımdan beri hayatımın değişmez isimlerinden olan çok yakın arkadaşım Caner’in şanssızlıktaki tartışmasız birinciliği, bizim grubun en çok güldüğü konularda başı çekiyor. Sadece bu yaz içinde art arda başına gelenleri anlattığında, onu yakından tanıyıp da olaylara şahit olmayanları inandıramıyor, o derece!
Bizimki önce halı saha maçında düşüp kolunu kırdı. Koluna bir alçı yapmışlar, fi tarihinden kalma! Daha sonra gittiği doktor gözlerine inanamamış. Bütün tatil planları suya düştü tabii, yazı İstanbul’da geçirdi.
Zavallım kırık koluyla bize şımaracaktı ki, grubun diğer kıymetlisi Lavuk Zatto’nun ciddi bir rahatsızlığı ortaya çıktı, Caner’in bütün havası söndü. Zatto’nun ameliyatı için hastanede olduğumuz gün, bu kez Caner’in stresten tansiyonu fırladı, onu da acile kaldırdık!
Aksiyonsuz günü yok!
Birkaç gün sonra Caner’den mesaj geldi:
“Bankaya girdim, arkamdan içeri giren de canlı bombaymış.” Vallahi ben de inanmadım ama hem olay yerinden fotoğraflar yolladı, hem de olayın haberi bütün medyada çıktı. Adam “Ben canlı bombayım” diye kasayı soyup gitmiş, bizimki korkudan koma tabii!
Ve geçenlerde bir mesaj daha: “Yine bomba olayının ortasında kaldım sabah sabah, bu kez metroda!”