Çevremde kiminle konuşsam, keyifsiz, umutsuz, mutsuz... Hani herkes bir şekilde ayakta kalmaya ve mutluluk oyunu oynamaya çalışıyor ama içinde yaşadığımız dünya giderek yaşanması zor bir hale dönüşüyor.
Son dönemde terörün en korkuncuyla yüz yüze olmak başlı başına bir tedirginlik ve mutsuzluk sebebi herkes için... Kaçacak yer olmaması hissi, hangi ülkeye gitsen teröre yakalanma korkusu maalesef had safhada...
Günlük yaşamdaki insan ilişkilerinin de tadı giderek kaçıyor, sanal dünya gerçek dünyayı yenmiş durumda, herkes sanalda yaşıyor! Ve o sanal dünya insan ilişkilerinin canına okuyor aslında.
Şimdiki çocuklara ve gençlere bakıyoruz arkadaşlarla; bizim küçüklüğümüzdeki masum ve birçok şeyin kıymetinin daha iyi bilindiği günlerden fersah fersah uzak, her şeyin çabucak tüketildiği bir dönemde büyüyorlar, bizim gençliğimizden çok farklı ve çok hızlı yaşıyorlar. Televizyonu açıyorsun; haber izleyeyim desen, tadın tuzun kaçıyor.
Peki ne yapmalıyız?
Şu devirde huzuru biraz olsun yakalamak için yapılacak en güzel şey kendi küçük dünyanı yaratmak...
Gerçekten güvendiğim ve hayat boyu yan yana olmak istediğim az sayıda arkadaşımla ve ailemle görüşüyorum sadece.
Akşam gezm
‘7 yaş üstü, uygunsuz davranış, şiddet’ gibi uyarılarla başlayan dizilere bakıyorum da... Aile içinde, karakterler arasında sürekli olarak nefretin, şiddetin her türlüsü, akla hayale gelmeyecek entrikalar, birbirinin boğazını sıkan insanlar, eline ipini alıp intihara gidenler, öz kardeşini vurmaya kalkanlar...
Eteklerini giymeyi unutmuşçasına kısa giyen, saç saça baş başa kavga eden, birbirinin arkasından bin türlü dolap çeviren, evden kaçan liseli kızlar... (Bunları izleyen o yaşlardaki gençleri düşünün!)
Kimin eli kimin cebinde belli değil, milletin ne anasının kim olduğu belli, ne babasının!
Kimi dizi var, amacına ulaşmak için, kendi çıkarları için her türlü cinayeti işleyip, üstünü örtüp yoluna devam eden karakterler görüyorsun. İşlenen suçların cezasını çeken de yok!
Birbirini aldatan aldatana, kandıran kandırana!
Şiddet normalleştiriliyor
Yani hakikaten bazı dizileri izlerken ağzım beş karış açık kalıyor. Şaşkınlıktan sinirlerim bozulup ağlanacak halimize gülüyorum bazen izlediklerim karşısında!
Bu kadar kötü örneği bir araya toplayıp nasıl da izleyicinin beynine, bilinçaltına sokuyorlar. Her türlü sapkınlık, manyaklık, şiddet ve cinayet adeta normalleştiri
‘Muhteşem Yüzyıl’ final yaptığından beri TIMS Productions’ın yeni projesi ‘Kösem’i konuşuyor ve bekliyordu herkes. Eee haliyle ilk bölümün yayınlandığı perşembe gecesi, reytinglerden de anlaşıldığı üzere milyonlarca kişi ekran başındaydık.
-Dizinin dekorları, kostümleri, mekanları, her bir görsel ayrıntısı muazzam titizlikle hazırlanmış. ‘Kösem’de, hayranlıkla izlediğimiz ‘Muhteşem Yüzyıl’dan da daha sağlam görseller çıktı karşımıza...
-Çekimler efsane... Sanki televizyon dizisi değil, dev prodüksiyonlu bir sinema filmi izliyormuşum gibi hissettim. Hollywood filmlerinden altta kalır yanı yok. ‘Kösem’in yurt dışında da büyük ses getireceği kesin.
-Müzikler tüyleri ürperten cinsten, gerçekten çok etkileyici... Önemli müzisyenlerin yer aldığı uluslararası bir prodüksiyonla hazırlandığı her halinden belli.
-Sanki bir anda Halit Ergenç çıkacak, bir köşeden Meryem Uzerli fırlayacak falan gibi hissettim ama yakında alışırım ve bu his geçer sanırım!
Hülya Avşar olmamış diyenlere!
-Hülya Avşar’ın Safiye Sultan olması amma didiklenip tartışılıyor, kim oynasa rahat edeceklerdi acaba?! Avşar hem performansıyla, hem doğal güzelliğiyle rolüne çok yakışmış.
Bu arada Twitter’da gö
Oyuncu Serra Yılmaz tüm dünyanın izlediği bir CNN International programına konuk oluyor ve “Türk olmak nasıl bir şey?” sorusuna; “Evet Türk’üm ama bu benim suçum değil” cevabını veriyor! Masada yaşanan kısa bir şok anından sonra karşısındakiler de gülmeye başlıyor!
Büyük tepki çeken bu sözlerini, “Espriydi” deyip geçiştirmesi mümkün değil, verdiği cevabı tüm dünyada milyonlarca kişi izledi. Bu yaptığının benzerini herhangi bir yabancı sanatçıda görmüş, duymuş mu acaba?
Hani yurt dışında başarı kazanan sanatçılarımızla ayrı bir gururlanırız, bizi temsil ettikleri için milli duygularımız kabarır falan ya; Serra Yılmaz’ın başarılarının herhangi bir kıymeti kalmıyor yaptığı bu kabul edilemez hatadan sonra.
Bir Türk sanatçının, dünyanın en çok izlenen kanallarından birine çıkıp da, sanki Türk olmak utanılacak bir şeymiş gibi konuşmasına şahit olmak tahammül edilemez bir durum...
İşte bir yanda Türk olmakla övüneceği yerde hem kendini, hem Türkleri aşağı çeken örnekler çıkarken, diğer yanda da her daim ülkesini yücelten konuşmalar yapan Nuri Bilge Ceylan gibi gerçekten çok kıymetli, göğsümüzü kabartan insanlarımız var. Cannes Film Festivali’nde ‘En İyi Yönetmen’ ödülünü aldığında söylediği
Diyarbakır’da 14 yaşındaki kız çocuğunu kafasına taşla vurarak bayılttıktan sonra tecavüz eden ve hamile bırakan vahşi sapık, kravat takarak çıktığı mahkemedeki saygın tutumu(!) nedeniyle ve küçük kızın ruh sağlığının bozulmadığı gerekçesiyle en alt seviyeden ceza aldı! Şu cümleleri yazarken bunların gerçek olduğuna inanamaz haldeyim!
14 yaşında bir çocuğun psikolojisinin bozulmasını kabul etmeleri için başka ne olması gerekiyordu?! Talihsiz kız korkunç tecavüzden bir bebek dünyaya getirdi, töre cinayetine kurban gitmesin diye devlet korumasına alındı, bütün hayatı, geleceği karardı, belki de karşı cinsle ömrü billah düzgün bir ilişki kuramayacak hale geldi ama ruh sağlığı iyi diyorsunuz öyle mi?! Bir çocuk ruhsal ve bedensel olarak daha ne kadar zarar görebilir acaba!
Mahkemeler; kadınlara her türlü sapıklığı, işkenceyi yapan, tecavüz eden, öldüren bu mahluklara cezaların en ağırını vermek yerine indirim uygulamaya devam ettikçe; bu memlekette kadına şiddetin önüne hiçbir türlü geçilemeyecek.
Alın işte, müzisyen Değer Deniz’i İstanbul’da yalnız yaşadığı evinde bayıltan, elini kolunu bağlayıp tecavüz eden, çanta sapıyla boğarak öldüren bir başka Allah’ın belası da ceza
Hollywood yıldızı Kate Winslet sosyal medyadan ve teknolojiden hoşlanmadığını bir kez daha söylemiş. Hayatımızdaki birçok değeri yok ettiğine, insan ilişkilerini basitleştirdiğine, saygı kurallarını ayaklar altına aldığına, aşkları, evlilikleri bozduğuna, her birimizi yalnızlaştırdığına, bizleri tık’ların, like’ların adeta kölesi yaptığına inandığım sosyal medyayı ben de hiç ama hiç sevmiyorum. Maalesef iş için de, güne ayak uydurmak için de kullanmam gerekiyor.
Zaman zaman o kadar bunalıyorum ki, tüm sosyal medya uygulamalarını telefonumdan kaldırıyorum. Bu kez de büyük bir boşluk hissi geliyor kısa zaman sonra, düşünün nasıl bağımlı hale geldiysek! Sosyal medyadan kaçma şansım olmamakla birlikte, çocukluğumun geçtiği o ‘naif’ 90’lı yılları özlemeye hep devam edeceğim.
Sanal dünya çocukları...
Üç çocuğu olan Kate Winslet’in evinde sosyal medya kullanmak yasakmış. Çocuklarının psikolojisini düşünerek bu kararı alan bir anne, eminim çocuklarının ellerine birer tablet verip köşelerine çekilmelerine de izin vermiyordur. Eğer çocuğum olsa, ben de aynen bunu yapardım.
Gerçek anlamda sosyalleşmeyi, insanlarla birebir ilişki kurmayı bilmeden büyüyen bir nesil yetişiyor.
Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’nun “Öleceksek de adam gibi öleceğiz, kadın gibi yaşamayacağız. Bizi kadın gibi yaşatmaya da kimsenin gücü yetmez” şeklindeki skandal ötesi sözleri hem kadınlar, hem de spor camiası tarafından büyük tepki görünce; başkan sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyleyerek özür diledi.
Ancak bazı şeylerin ne özrü, ne de geri dönüşü vardır ve Türkiye’nin en köklü spor kulüplerinden birini başkan olarak temsil eden hiç kimsenin; ağzından çıkanı kulağının duymaması, sözlerinin nereye varacağını hesap etmeden gelişigüzel konuşması kabul edilemez.
Kaldı ki vahim sözleri için özür dilerken sarf ettiği; “Karadeniz’de bir mecaz vardır. Bunu herkes bilir. Kadın gibi değil, adam gibi yaşarız deriz” sözleri ‘özrü kabahatinden büyük’ durumuna ‘cuk’ oturdu kanımca! Başkan yanlış anlaşıldığını anlatmaya çalışırken aslında gayet doğru anladığımızı bir kez daha belirtmiş oldu bu cümlelerle!
Kadınları, kadın olmayı, kadın gibi yaşamayı böylesine aşağılayan ve hor gören cümlelerin mecazı falan da olamaz ayrıca! Yemişim öyle mecazı!
CUMHURİYET AŞIĞI CHOPPER’CILAR!
Cumhuriyet Bayramı kutlamaları bu sene benim için çok farklı ve keyifli geçti. 29 Ekim
İdo Tatlıses dans ettiği bir video yüklemiş İnstagram’a, vay efendim sen misin dans eden! Genç adamla sosyal medyada, orada burada dalga geçen geçene! Giderek sevimsiz, anlayışsız, acımasız oluyoruz topluca!
Aynı video’yu, üzerinde aynı kıyafetle Justin Bieber koysa ayılıp bayılacak olanlar, bizim bir ünlü gencimiz paylaştığında hemen aşağılama kampanyasına başlıyor ve işin dozunu iyice abartarak babası İbrahim Tatlıses’e kadar bağlıyorlar konuyu. Neymiş, İbrahim Tatlıses gibi bir babanın böyle bir oğlu nasıl olurmuş! Yahu İdo ne yapmış bugüne kadar babasını utandıracak sorarım size!
Hiç tanışmadım kendisiyle ama her tanıyandan duyduğum son derece saygılı, mütevazı, düzgün karakterli bir genç ‘adam’ olduğu... Üstelik yaptığı başarılı işlerle de babasını gururlandıran, İbrahim Tatlıses gibi dev bir ismin gölgesinde kalmayan genç bir adam...
Herkes kendine baksın!
Sonra neymiş, erkek adam böyle giyinmezmiş, böyle dans etmezmiş! Ne tipler görüyoruz etrafta, üstünde takım elbisesi, tavırlar ağır abi ama adamlık desen yanından geçmişliği yok! Ne zamandan beri adamlık kıyafete göre belirleniyor?!
Onu acımasızca eleştirenlerin hayatta ne gibi başarıları, nasıl karakterleri var çok merak