Hani yaşını başını almış insanların büyük şehirden kaçıp daha huzurlu ve sakin yerlere taşınması alışılmış bir şeydir ama artık genç insanlar da şehirden kaçmanın derdine düştü. Zira maalesef özellikle İstanbul’da huzur namına bir şey kalmadı. Benim etrafımda tası tarağı toplayıp gidenler olduğu gibi, hayatını değiştirmeye cesaret edemeyen ama her an bunun hayaliyle yaşayan tanıdıklarımın sayısı her gün artıyor. Bir arkadaşımın “Eskiden herkes köyden şehire kaçardı, şimdi şehirdekiler köye kaçmanın peşine düştü” tespiti çok doğru... Ya da Alaçatılı bir arkadaşın “Biz keyiften içeriz, İstanbullular dertten” sözleri!
Hafta sonu en yakın arkadaşım Zatto’yla ‘Alaçatı Ot Festivali’ne gittik. Dönüşte uçak İstanbul’a inene kadar keyfimiz pek yerindeydi ama yere değmemizle birlikte ikimizin de suratı asıldı... Ben İstanbul’a geldiğim anda nasıl gerginleştiğimi düşünürken Zatto “Bu şehri eskiden çok severdim ama artık gitmek istiyorum” dedi.
Her gün artan kalabalığı, trafik çilesi, stresli ve hızlı yaşamı, terör endişesi, hatta hızla her yanı kaplayan gökdelenleri bile İstanbul’un tadını iyice kaçırıyor. Sanki şehrin üzerinde bir mutsuzluk enerjisi var, gerçek anlamda mutlu olan pek
Astrolog, kişisel gelişim uzmanı ve mentor Özgür Ekmekçi’yle tanışmam bundan üç dört yıl öncesindeydi. Özgür’den herkesin çok sevdiği ünlü bir iş kadını arkadaşım bahsetmişti. Kendisi de dahil sanat ve iş dünyasından çok sayıda bildiğimiz ismin kariyer planlamasından tutun da, aşk ve özel hayat konularına kadar ondan koçluk aldığını ve Özgür’ü tanıyınca hayatımın değişeceğini anlattı. Büyük heyecanla hemen gittim tabii, durur muyum?
Hani bazı insanların sadece yanında bulunmak bile kendinizi iyi hissettirir ya, Özgür’ün öyle dingin, insana huzur ve güç veren bir enerjisi var.
İlk andan kuş gibi hafifliyorsunuz. Hayatın tüm şifrelerini çözmüş bir bilge olmasının ötesinde karşısındakini adeta beynini okurcasına anlıyor ve en önemlisi de danışanlarına yol göstermekle, kendi özleriyle buluşturmakla kalmayıp onların gelişim ve değişimleri süresince canıgönülden yanlarında oluyor. Hislerinin nasıl kuvvetli olduğuna inanamazsınız, bildiği şeyler karşısında bazen dilim tutuluyor.
Geçenlerde ondan koçluk aldığım dönem boyunca seanslarda tuttuğum defteri okudum. Özgür’ün hayatımda nasıl büyük değişimler yarattığına, hiç aşamam sandığım şeyleri aştığıma bir kez daha şahit oldum. Bir de
Hepimizin içinde bir zafer rüyası vardır. Herkes bir gün ‘sihirli bir değnekle dokunulmuşçasına’ hayatının değişeceğini ve bir başarının kahramanı olacağını düşünür. Oysa hayat ne yazık ki herkesin umduğunu bulacağı şekilde gelişmiyor. Bazen karşınıza çıkan zorluklar, bazen de yolunuza çıkan insanlar, onların olumsuz eleştirileri veya engellemeleri sizi ilerlemekten vazgeçirebiliyor.
İşte özellikle kolayca yolundan dönenler, cesareti çabuk kırılanlar; 1988 yılı Kış Olimpiyatları’nda dünyayı hayrete düşüren bir kayakla atlama şampiyonluğuna imza atan Michael Eddie Edwards’ın gerçek hayat hikayesinden uyarlanmış olan ‘Eddie, The Eagle’ filmini mutlaka izlemeli.
Çocukken bacağındaki sakatlık nedeniyle yıllarca tedavi gören Eddie’nin tek hayali olimpiyatlara katılıp şampiyon olmaktır. Birçok sporu denedikten sonra sonunda ‘kayakla atlama’da karar kılar ve Almanya’da bu işi öğrenebileceği kayak merkezine gider. Burada eski bir ABD kayak şampiyonu olan Bronson Peary ile karşılaşacak ve hayalini gerçekleştirme fırsatını kendisi yaratacaktır.
Zafer değil, mücadele…
İçinde aşk ve şiddet olmayan ama sizi bambaşka duygularla saran bu filmde
“Hugh Jackman’ın varlığı zaten yeter”
diyeceği
Ben öyle şu gezegen geri gitmiş, yok ay tutulmuş, dolunaymış, gökyüzündeki hareketlerin bizi etkilediğine inanmazdım açıkçası. Bu konularla ilgilenen ve işlerini bile buna göre düzenleyen iki arkadaşım “Mart ayı çok kötü geçecek” demişlerdi. Ülkemiz açısından maalesef kötü geçti. Dilerim bundan sonra daha huzurlu günler görürüz.
Kişisel hayatlara gelince; etrafımdaki herkes mutsuz ve dertliydi. İstiklal’deki bomba kabusuna şahit olunca; “Daha fazla dayanamayacağım” diyerek ülkeyi terk edip, apar topar yurt dışına yerleşen arkadaşım bile var. Benim de hayatımın en berbat aylarından biri oldu. Zaten ülkenin kasveti hepimizi boğuyor, bir de üzerine kendi dertlerimiz eklenince, her şey çekilmez oluyor.
Mart ayının bitmesini bekledim durdum. Nisanın ilk sabahına, kuş cıvıltıları
ve güneşin güzelliğiyle uyanmak bile çok iyi geldi. Yeni başlangıçlar yapmak, kararlar alıp onları uygulamak, kaybettiklerine değil sahip olduklarına bakarak mutlu olmayı bilmek, yeniden umutla dolmak için nisan ayı biçilmiş kaftan... Güneşli ve güzel günler kalplerimizde de güneş açtırsın artık!
İzmir Büyükşehir Belediyesi yardıma muhtaç sokak hayvanlarının tedavi ve rehabilitasyonu için Menemen Seyrek’te, 43 dönümlük arazide bir ‘hayvan yuvası’ kuruyor. ‘Can Dostlar Yuvası’ aynı anda 1100 hayvana hizmet verecek şekilde her biri 10 kedi veya köpek kapasiteli 112 birimden oluşuyor. Burada tedavi, ameliyat ve kısırlaştırma işlemleri de yapılacak.
Alanda ayrıca hayvanseverlerin kaybettikleri minik dostlarını defnedebilecekleri 4 bin kapasiteli bir hayvan mezarlığı da oluşturuluyor. 16 yıllık yaşamının sonunda evin bahçesine gömdüğüm Snoopy’im geldi aklıma. O evden taşınınca onu orada bırakmak zorunda kaldım diye hâlâ içim acır. O nedenle bu mezar planı da çok düşünceli bir karar.
Belediye, Işıkkent’te bir başka hayvan yuvası için hazırlıklarını da sürdürüyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bu girişimlerini tüm hayvanseverler
gönülden destekler.
Bırakın hayvanlar için yuva kurmayı, onları zehirleyerek öldüren belediyeleri hep duyuyoruz. Mesela son günlerde Sapanca’dan zehirlendiği için kıvranarak ölen köpeklerin haberi geldi. Bunu yapan Sapanca Belediyesi değilse bile, sorumlularını bulmalı. İşte bir yanda böyle insanı kahreden olaylar yaşanırken, İzmir Belediyesi
Bazı aşklara, evliliklere bakmayı, onların güzel hikayelerine uzaktan da olsa şahit olmayı ne severim. Birbirine sıkı sıkı bağlı, aralarına hiçbir şeyin ve kimsenin giremediği, omuz omuza vermiş, gözleri, ruhları, kalpleri sadece birbirine kenetlenmiş aşıkların hâlâ var olabildiği umudunu verirler bana... Artık aşka dair inanamadığım ne varsa onlara bakınca yeniden inanasım gelir.
Sonsuza kadar sürecek gibi sağlam görünen ilişkilerin yok oluşu da bir o kadar etkiliyor beni. “Bak Nazlı, onlar da bitti, hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değil, boşuna umutlanma” diyorum.
Hepimiz yalnızız aslında, yaşadığımız tek şey bir süreliğine ‘artık ömür boyu başımı omzuna huzurla, güvenle yaslayacağım, her nefesimde seveceğim biri var’ illüzyonu... Sonra her şey yıkıldığında bile vazgeçmezsin, kabullenmezsin bazen, savaşırsın kendinle, ‘yine eskisi gibi olsun’ istersin ama başını o omuza tekrar koyduğunda artık eskisi gibi hissedemediğini, sanki bir yabancıya sarıldığını görürsün. Elinde değildir öyle hissetmek, sen bütün kalbinle eski duygularını, o hiç kir bulaşmamış sevgini yaşamak istesen de...
Son günlerde ne kadar çok biten ilişki ve boşanma haberi duyuyoruz. Magazinden bildiğimiz
Ali sevgiden uzak duran, karşı cinse sadece gününü gün ettiği birer eğlence gözüyle bakan, değer vermeyen bir adamdı. Aynen bugünkü dünyada birçoklarının yaptığı gibi... Sadece seçtiği bu duygusuz yolda, birlikte olduğu tanımadığı kadınların ardından aynada kendiyle yüzyüze kalmak zorluyordu onu.
“Allah’ım beni bu durumdan kurtar” diye dua ediyordu.
Birgün hayatından geçip giden sayısız kadın gibi sıradan gördüğü Ayşe çıktı karşısına. Ve Ali için işler o güne kadar istemediği yönde değişiverdi, panikledi, defalarca kaçmaya çalıştı ama aşk işte, hayatının kadınını bulduğu gerçeğinden kaçamadı. Kendiyle yüzleşmeye çalıştığı ve herkesten sakladığı karanlık tarafından da kaçamadı bu sırada, Ayşe’nin ona olan aşkını ve şefkatini her gördüğünde utanmasına rağmen. Ayşe’ye gelince, yaşadığı aşkın, hayatında ilk kez hissettiği güçlü sevginin, güven ve huzurun karşısında kendini çok şanslı hissetmekle o kadar meşguldü ki, yoluna çıkan işaretleri göremedi, sevdiği adama inanmayı seçti her defasında. Ali’nin “Ben senin sandığın kadar karakterli değilim” sözlerine bile “Sevgilimle ilgili düzgün konuş” diye güldü geçti. Benim hep “Film gibisiniz” dediğim bu aşkın kahramanlarının hikayesinde
Dünyanın çivisi iyice çıktı, cehennemi burada yaşıyor gibiyiz. Her gün ayrı şoklara, kabuslara, mutsuzluklara, umutsuzluklara uyanıyoruz. Her gün yaşama sevincimize darbe vuran yeni olaylara ve durumlara şahit oluyoruz.
Geçenlerde bir gece yarısı, bir ara sokaktaki çöp tenekesinin yanında oturan üç kişi gördüm; anne, baba ve çocuk birbirlerine sokulmuş ısınmaya çalışıyordu. Onlara yardım etmek çok istedim ama yalnızdım. Malum kadınlar olarak öylesine tetikte ve kimseye güvenemez haldeyiz ki, üstelik çaresizliğin insanlara neler yaptırabildiğini de biliyoruz maalesef; içim acıyarak yola devam ettim. Köşeyi dönünce bir apartman dairesinin açık perdelerinden içeriyi gördüm. Ev sakinleri hoş döşenmiş sıcacık salonlarında keyifle oturuyorlardı.
Dünyanın adaletsizliği suratıma tokat gibi çarptı o an. O evin sakinleri, ben ya da herhangi biriniz o çöpün yanında geceyi geçiren mültecilerden biri olabilirdik. Zamanında onların da bizler gibi hayatları, düzenleri, evleri vardı. Şimdiyse yersiz yurtsuz, açlık ve sefalet içinde hayata tutunmaya çalışıyorlar. Yaşadıklarına hayat denirse tabii...
Hollandalı taraftarların Madrid sokaklarındaki mültecilere yaptıklarını izlemişsinizdir.